Depremden 40 gün sonra...
Yüzden fazla yıl geçti, kime ne diyem Allah millete, devlete zeval vermesin!İclal Aydın yazdı...
Erzurum Güncel- 1978 doğumlu bir kaymakam... Sabaha karşı 04.32’de uyanık. Yüksek lisans tezi üzerine çalışıyor. Derken yer sallanmaya başlıyor... Genç kaymakam derhal telefonuna uzanıyor ve bir saati bulmadan herkes görevinin başına geçmiş oluyor. Kovancılar bu genç kaymakam Selçuk Aslan’ın üçüncü görev yeri ve yüksek lisans tezi Kovancılar sosyal yaşamı üzerine. Kovancılar’ı anımsıyorsunuz Elazığ’ın bundan kırk gün önce 6 büyüklüğündeki depremle sarsılan ilçesi. Depremin merkez üssü Karakoçan’dı ama en büyük yıkım Kovancılar’ın Okçular köyünde olmuştu. Deprem sonrasında hayatını kaybedenlerin rakamı önce 57 verildi sonra 42 olarak netleşti. “Bir devlet depremde ölü ayısını bile net veremiyorsa vay halimize” dendi. Ülkemizde yaşanan her deprem sonrasında yine felaket senaryoları üretilmeye başlandı. Keko annesini kaybetti. Affet bizi Keko başlıkları atıldı. Siyasiler bölgeyi ziyaret etti. Sarıgül Keko’nun eğitimini üstlendi. Baykal bilgisayar hediye etti... Galatasaraylı Arda Keko’ya formasını giydirdi, maça götürdü.... Yine Doğu’dan çıkıldı, yine olası İstanbul depreminin sonuçları üzerine konuşuldu. Sonra kısa süre içinde bizler normal hayatımıza döndük. Deprem’den aklımızda bir Keko kaldı... ***** Yıl 1924, yer Erzurum... Atatürk depremde yerle bir olmuş köyleri gezerken yaşlı bir amcaya soruyor, “Bir isteğin var mı” diye. Cevap “Memleketim sağ olsun.” Yıl 2010, yer Elazığ... 6.0’lık yıkımın üzerinden 40 gün geçmiş... Köylülerle sohbet ediyor, “Aç mısınız açıkta mısınız” diyoruz. İşte bu, böyle bir millet! 100 yıla yakın zaman geçse de, kendisi aç açıkta kalsa da tek bir şikayet, tek bir sitem yok. Cevapta aynı tevekkül: “Allah millete, devlete zeval vermesin” Baba memleketim Karakoçan... Olayları hızlı yaşayan, gündemi çabuk değişen ülkemin her şeyi çabuk silen hafızası... Gitmek gerek, görmek gerek, sormak gerek... Bakalım depremden sonra neler oldu, ne alemdeler, nasıl yaşıyorlar? Burak Kara ile atladık gittik. Kafamda bir çalışma planı vardı ama ne yalan söyleyeyim gençlik hayali gazetecilik olan babam bize çoktan bir yol haritası çıkarmıştı bile. Bizi havaalanında karşıladı. Karakoçan’a doğru yol alırken ben eski hesap “iki-iki buçuk saate varırız değil mi baba” diye sordum. “Bir saat 15 dakika sonra Karakoçan’da oluruz ama önce sizi afet koordinasyon merkezine götüreceğim, yolumuzun üzerinde” dedi. Hollanda’da yaşayan Erdoğan Gül isimli bir iş adamı kablo fabrikası olarak inşa ettirmeye başladığı iki büyük yapıyı kriz merkezi olarak kullanılması için bağışlamış. Bununla yetinmemiş, 300 aile için de mutfak yardımında bulunmuş. Biz Kızılay ekmek arabasının göze çarptığı fabrika bahçesine girdiğimizde kapının önüne çıkan yetkililer meraklı gözlerle bize bakıyorlardı. Kendimizi tanıttığımızda merkez binaya son derece güler yüzle buyur edildik. Çayımızı kahvemizi içerken son derece zarif bir biçimde sorduğumuz sorulara yanıt verebilmek için Elazığ Valiliği’nden izin almaları gerektiğini söylediler. Zaten çat kapı gitmişiz, bir de güzel güzel kurulmuş çay kahve içiyoruz, mahcubiyet bizimdir dedik. Onbeş dakika geçmemişti ki Kovancılar Kaymakamı Selçuk Aslan ve Kaymakamlık, Belediyenin sorumluları, Elazığ İl afet Acil durum müdürü, Kovancılar Mal müdürü ve Kızılay personeli bizi bilgilendirmek üzere kriz merkezine gelmişlerdi bile... Her şey kayıt ve kontrol altında 99 Marmara depremi kuşkusuz bu depremle kıyaslanamaz ölçüde büyük ve yıkıcıydı. O tarihlerde de deprem bölgelerinde çalışıyordum ve üzerinden aylar geçmiş olsa da bir türlü kurulamayan düzen sorunlara sorun ekliyordu. Bu depremin diğerine nazaran küçük ölçüde olmasının yanı sıra Türkiye’de ki sivil savunma ve afet koordinasyon çalışanlarının, yerel yönetim birimlerinin yaşadığımız olaylardan tecrübe aldığı çok açıktı. Gezimiz boyunca bize bilgiler veren yetkililer de öncelikle bunun altını çizdiler. Kaymakam bey çok kısa sürede organize olduklarını enkaz kurtarma çalışmalarını süratle tamamlayıp barınma ve ısınma sorununu ve hemen ardından da başka bir büyük sorun olan tuvalet ihtiyacını çözdüklerini söyledi. Tanıdığı tüm müteahhitleri arayarak, 12 saat içinde önemli noktalara tuvaletler yaptırdığını ekledi. Depoya gittiğimizde inanılmaz bir düzen içerisinde istiflenmiş yüzlerce koliyle karşılaştık. Kadın, erkek, çocuk konfeksiyon bölümleri yapılmıştı. Kolilenmiş ve kolilenmeye devam eden gıda ürünleri ve deponun sonuna kadar yerleştirilmişti. Bir yandan depoyu dolaşıyor bir yandan da bilgi almaya devam ediyorduk. Depremzedeler köylerinden araba ile alınıp bu merkeze getiriliyor ve aldıkları yardımlar bilgisayara kaydediliyormuş . “Sorun insanların barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakla bitmiyor. Güvenlik ve düzen sağlamak da çok önemli bir başka mesele. Asker her anlamda çok önemli işler yaptı. Görünenin ötesinde görünmeyen ciddi sorunlarla da uğraştık” dedi, Kaymakam Selçuk Aslan. Şu anda durum nasıl? Bölgede lakaplar olması, kızlık ve evlilik soyadı sebebiyle mükerrer bildirilen kayıtlar ölü sayısının önce yüksek açıklanmasına neden olmuş. Şu anda net sayının 42 olduğunu, sadece Kovancılar’da 620 evin yıkıldığını öğrendik. Hasar tespit bitmiş, banyo, tuvalet, battaniye, yemek sıkıntısı yok. Konteynır ve çadırlarda kalan halka 27 Mayıs’a dek yeni konut seçenekleri sunuluyor. Varisli konular, tapu sorunu, miras vb. gibi meselelerin bu tarihe kadar çözülmesi hedefleniyor. Halka sunulan seçenekler içerisinde TOKİ’nin 2 yıl ödemesiz 20 yıla yayılan taksitlerle ev sahibi olma ya da kısmi maddi destek vererek “kendi evini kendin yap” projeleri var. Bölgede hayvancılık önemli bir geçim kaynağı olduğundan telef olan hayvanların da yerine yenisi verilecekmiş. Keko şöhret bunalımında Şaşırtıcı ve mutlu edici bir biçimde düzenli olan bu merkezden sonra Kovancılar Bayramyaz İlköğretim Okulu’na gittik. Burası meşhur Keko’nun okulu. Hediye götürdüğümüz kitaplar çocuklar tarafından sevinçle karşılandı. Ama sadece ziyaretimiz bile onları neşelendirmeye yetmişti aslında. Keko biz sınıftan içeri girince İstanbul’dan akrabaları gelmişçesine sevindi. Bir süredir onu arayıp sormayan medya mensuplarına kırgınmış meğer. İşin şakası bir yana Keko ve arkadaşları kameralara çoktan alışmışlar bile. 2-A sınıfı öğretmeni Aycan Bayram 25 yaşında bir ‘Çalıkuşu’. Bizi zarafetle ağırladı ve sorularımızı cevapladı. “Keko şimdi daha zor günler yaşıyor ve tek kaybı olan o değil elbette” dedi. Teneffüste de dertler bitmiyor Bu kadar ihtiyar yüzlü çocuğu bir arada gördüm mü diye düşünüyorum. Çocuklar okul bahçesinde oynarken etrafımızı sarıyor kimileri. Kaymakam Bey taşımalı sisteme geçtiklerinden beri bu İlköğretim Okulu’nda 11 köyün çocuğunu okuttuklarını, göreve başlamasından bu yana da liseli kız çocuğu oranının yüzde 49’dan yüzde 75.4’e yükseldiğini söylüyor. O sırada güzel bir kız çocuğu geliyor yanıma iki arkadaşı ile birlikte. “Bu sene son senem abla benim, liseye göndermeyecekler beni” diyor. Kaymakam Bey, “Tabanözü Köyü’nde misin sen?” diye soruyor. Başını sallıyor küçük kız. Kaymakam Bey çaresizlikle “Bu köyden bir tek kızı liseye kaydettiremiyoruz, ne yazık ki” diyor. “Kapı kapı dolaşıyoruz, dolaşıyorum. Okula kayıt yaptırırlarsa 100 TL, birinci karne 100 TL, ikinci karne 100 TL teklif ediyoruz. Sadece 4 kızı kaydettirebildik” diyor. Sonra da yanımızdaki küçük kıza dönüp, “Seni liseye gönderteceğim, İclal Ablan da bunu haber yapar” diyor. Okuldan ayrılıyoruz. Karakoçan’a, baba köyüne doğru yola çıkıyoruz. Dedem başlıyor türküsüne... Köye vardığımız da gerçek bir bayram havası ile karşılaşıyoruz. Oradaki tüm akrabalarım, özlediğim tüm yemeklerle donattıkları sofra başında bizi bekliyorlar. Arkadaşım Burak Kara ve sevgili Batu yemeye kıyamadıkları bu köy sofrasının önce fotoğrafını çekiyorlar. Yemekten sonra dedeme gidiyoruz, artık gözleri görmeyen ve kulakları duymayan dedeme babamın eşi bağırarak “İco geldi, dede. Gazeteci arkadaşları da var” diyor. Dedem el yordamı ellerimi bulup öpüyor. “İcom, gözüm kör oldu, kime ne diyem? Kulağım işitmez oldu, kime ne diyem? Çok yaşadım, çok gördüm, kime ne diyem?” diyor ve Kemal Paşa için türküsünü okumaya başlıyor. 108, 103, 101... Yaşı aile içinde bir tartışmaya sebep olan dedemden kopup, Kovancılara geri dönüyoruz. Kovancılar’dan sonra epeyce yol tırmanıp, Okçular Köyü’ne ulaşıyoruz. İş makineleri hızla çalışıyor, hayat normal seyrinde devam ediyor gibi görünüyor. “Bir derdiniz var mı?” diye sormaya gelmiştik. “Bir isteğiniz var mı?” diye yanıt veriyorlar. “Her şey anlatıldığı gibi mi? Memnun musunuz? Aç mısınız, açıkta mısınız?” diye soruyoruz “Allah millete, devlete zeval vermesin” diyorlar. Orada bir köy.. Gün batıyor, hava daha da soğuyor. En az 10 kişi bir küçük çadıra sığınıyor ve biz İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz... Böyle bir işin son satırlarını yazmak çok zormuş. İnanın, çok zormuş. Bu nasıl bir tevekküldür, bu nasıl bir sabırdır, bu nasıl bir kabulleniştir? Her şey yıkıldı ama yeniden kurulacak diye seviniyorlar neredeyse. Ölümü, doğumu, misafiri Tanrı’dan kabul eden bu halka nasıl bu kadar uzak düşüyoruz biz peki? Bu coğrafyanın acılı ama sabırlı halkının tamamını bir kefeye koyarak nasıl tahammülsüz olabiliyor içimizden kimileri? Çocukluğumun tozlu sarı yolları ile hiç bir ilgisi kalmamış asfalt yollar, dağlar arasından kıvrılarak, ilçe merkezinden havaalanına götürürken bizi yol boyu bunu düşündüm. Ve Hacer’den, ve Gülişah’tan ve Hüsniye’den ve Aycan Öğretmen’den öğrenecek ne çok şey var... Belki klasik bir cümle ama, “Orada bir köy var uzakta, yetinmeye ve mutluluğa büyük şehirlerden daha yakın duruyorlar aslında.”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.