Düğünden mitinge…
Ayrılık uzun sürdü. Doğrusu bu kadarını planlamamıştım. Fakat gelin görün ki evdeki hesap çarşıya uymadı işte… Neyse… Bereket bol malzemeyle döndük, yani anlatacak çok şey var… Lakin önce son iki gündür miting cennetine dönen Erzurum’a dair birkaç kelam edelim. Şurası bir gerçek ki Erzurum, öteden beri siyaseten hep önemsenmiş bir şehirdir. Bu sebepledir ki, Menderes’le başlayıp Demirel ve Özal’la devam eden gelenekte, partiler seçim startını Erzurum’dan verirlerdi. Başbakan Erdoğan da bu geleneğe sadık kalmaya çalıştıysa da zaman zaman geleneğin bozulduğu oldu. Tıpkı bu seçim öncesi olduğu gibi… Erdoğan, adına “Milli iradeye saygı” dediği mitingler zincirinin ilk halkasını Ankara’da ördü. Sonra o zincire Mersin, İstanbul, Kayseri ve Samsun eklendi. Dün de Erzurum… Cumartesi günü ise, MHP güzel ve coşkulu bir miting gerçekleştirdi. Son seçimde Erzurum’dan yetmiş bin dolayında oy alan MHP, İstasyon meydanına topladığı binlerce kişi ile gösterdi ki Erzurum’da güçlü bir parti ve özellikle yerel seçimde iddialı… Her iki mitingi de takip edememiş olanlar telefon açıp sordular: “MHP’nin mitingi mi daha kalabalıktı, AK Parti’nin ki mi?” Bu soru gösteriyordu ki gerçekten takip etmemişler. Kuşkusuz ki AK Parti çok daha kalabalıktı, daha organizeydi. Ama MHP’nin mitingi de iyiydi. AK Parti son dört seçimde de Erzurum’dan neredeyse tulum çıkarıyor. Toplam oy’un yüzde yetmişini alan bir partinin mitingi nasıl olur? Partinin adı AK Parti, lideri Tayyip Erdoğan ve meydan da Erzurum ise, orada artık rakam hesabı olmaz. Olmadı da nitekim… 6 ay sonra yerel seçimde ne olur bilinmez ama bu miting ölçü ise eğer manzara göstermiştir ki, seçimin galibi şimdiden belli... Başbakan Erdoğan, Erzurum’u, birçok Erzurumludan daha fazla önemsiyor ve seviyor. Erzurumlu da O’nu… Hal böyle olunca Erzurum’daki mitingde parmak hesabı yapılamıyor. Gelelim esas konumuza, yani on gün niye yoktum? Anlatalım efendim, ama sırayla gidelim ki on günün hesabını verebilelim. Gazetecilerin tatili çoğu zaman iş gezileridir, bizim ki de öyle oldu. Seyahatimin ilk durağı Ankara’ydı; hani şu günlerde kasvetli bulvarlarını sis yerine, göz yaşartıcı gaz’ın kuşattığı başkent Ankara… Malum mevsim yaz. Yaz demek; tatil, eğlence, seyahat ve de düğün-nişan demektir. Ha bir de (bu yıla özgü olarak) yaz demek; protesto, eylem, miting, gerginlik ve derin endişe demek. Yolumuzu Ankara’ya düşüren saik dostların düğünleriydi. Recep Akdağ’ın kızı, Muhyettin Aksak’ın oğlu ve Eyüp Gözgeç’in kızı evleniyordu. Sevgili dostum Recep Kapucu’yla el ele verip yola çıktık. Kıymetli dostum Cemal Şengel de bize katılınca keyfimize diyecek yoktu. Fakat işimiz hiç de kolay değildi. Çünkü aynı akşam iki düğün birden vardı. Birine gidip ötekine gitmesek olmazdı. Dolayısıyla zamanı çok iyi değerlendirmeliydik. Biz de öyle yapmaya çalıştık. Önce kent merkezine daha sonra da uzakta olan Gölbaşı’ndaki düğününe gittik. Bu düğün, Muhyettin Aksak’ın oğlunun düğünüydü. Ankara’nın içinde onlarca uygun yer olmasına rağmen Muhyettin Bey niçin kilometrelerce uzakta bir yeri tercih etmişti bilmiyorum, ama hiç de fena olmadı. En azından düğüne gidip geldiğimiz o iki-üç saat içinde, genzimizi yakan ve de nefesimizi kesen biber gazından kurtulmuş olduk. Küçümsemeyin lütfen, o günlerde Ankara’da olmadıysanız ne demek istediğimi anlayamazsınız. Düğünler için Erzurum’dan Ankara’ya gidenler hak verecektir. Ulus’tan tutunuz da ta Cinnah Caddesi’ne kadar dört bir yanda kesif bir gaz kokusu ve çevreyi griye boyayan dumandan perişan oluyorsunuz. (Yarın Sakarya Caddesi’nde polisle göstericiler arasında nasıl kaldığımızı ve nasıl gaz yiyip az kalsın boğulacağımızı anlatacağım) Aksak’ın oğlunun düğünü müzikli danslı değildi. Kur’an-ı Kerim tilavet olundu, ilahiler okundu, Sema gösterisi yapıldı. Düğün sahibi AK Parti milletvekili olunca, davetliler de ağırlıkla bakanlardan, vekillerden, bürokratlardan ve iş dünyasından oluşuyor. Tabii ki ailelerin yakınları, dostları ve akrabaları da oradaydı. Aynı saatte biri Gölbaşı’nda, diğeri kent merkezinde olunca ve siz de her iki düğünde de bulunmak istiyorsanız, bir düğünde şilteyi serip uzanmanız mümkün olmuyor. Yaklaşık bir saat kaldıktan sonra, Aksak’a hayırlı olsun deyip çıkacaktım ki bi baktım Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve beraberindekiler içeri giriyor. Muhyettin Bey haklı olarak bu ağır misafirleriyle meşgulken, çevresini görecek halde değildi. Yanımdaki bir meraklı heyecanla sordu: “Başbakan da gelecek mi?” “Zannetmiyorum” dedim. “Başbakan bugün İstanbul’da.” Meraklı adam sormaya devam etti: “Peki Cumhurbaşkanı Gül gelir mi?” Tam cevap verecektim ki protokol kısmında Sağlık eski bakanı Recep Akdağ’ı gördüm. Meraklı davetlinin ilgisini çeker miydi çekmez miydi kestiremiyordum, yine de cevap verdim: “Cumhurbaşkanı gelir mi bilemem, fakat bak Akdağ orada.” Sorabilirsiniz ki, “Muhyettin Aksak’ın oğlunun düğününde, Recep Akdağ’ın bulunmasından doğal ne olabilir ki, altını çizme ihtiyacı duydun?” Haklısınız, bu olağan bir durum. Lakin durumu nazik kılan husus, son günlerde Akdağ ile Aksak arasında geçen sözlü sataşmadır. Aslında siyaset açısından hiç de yadırganmaması gereken bu durum, aynı partiden ve aynı şehirden iki vekil arasında olunca dikkatlerden kaçmıyor. Hoş bu, kavgalı olacakları ve birbirlerinin düğünlerine gitmeyecekleri anlamına gelmez. Öyle olsaydı şayet ne Akdağ Aksak’ın oğlunun düğüne giderdi, ne de Aksak Akdağ’ın kızının düğününde olurdu. Hakikaten güzel ve nezih bir düğündü. Eyüp Gözgeç’in kızının düğününe de yetişeyim diye erken ayrıldım. Eyüp Bey’in kızının düğünü Meclis’in tam karşısındaki beş yıldızlı oteldeydi. Salona girer girmez başta spor camiası olmak üzere, her kesimden yüzlerce ünlü insanı bir arada gördük. Eyüp Gözgeç her zaman olduğu gibi şen şakraktı ve davetlilerle tek tek ilgileniyordu. ETSO Başkanı Lütfü Yücelik, ETSO Meclis Başkanı Saim, tekstil dünyasının duayen ismi hemşerimiz Canip Kabakuş ve rahmetli Özal’ın doktoru Cengiz Bey’le aynı masada oturduk. Salonun dışında binlerce protestocu Gezi’ye destek için slogan atıp duruyordu, içeride ise hayatlarını birleştirmeye hazırlanan gençler için yeni bir dünyanın kapısı aralanıyordu. Ankara öyle heterojen bir şehirdi ki, bir yanda biber gazına bulanmış cadde ve sokaklarda alabildiğince itiraz eden protestocular, diğer yanda sanki o sahneden bi haber gündelik hayatını yaşayan insanlar. Barlar ve restoranlar da dolup dolup taşıyordu, düğün salonları da… Camiiler de cemaat zenginiydi, park ve bahçeler de… Demokrasi bu olsa gerek. Ah bir de şu göstericilerin kırıp dökmeleri ve çevreye zarar vermeleri olmasa yok mu, gerçekten de Türkiye’nin tadına doyum olunmuyor. Biri Boks Federasyonu Başkanı ikisi vekil üç Erzurumlunun düğünü bir gün arayla aynı şehirde olunca, haliyle Erzurum da adeta Ankara’ya akın etmişti. Başınızı hangi yana çevirseniz bir Erzurumlu… Dedik ya nasılsa malzeme çok. Yarın da devam edeceğiz.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.