Efelikler kabadayılıklar olmaz!
Eski Yargıtay Başkanı Prof. Sami Selçuk’un Gezi olayları yorumu:
Erzurum Güncel- Halk devlete demokratik devlet olma fırsatı verdi, ama o kullanmadı! Türkiye,
hep savunduğumuz noktada, yani hukukun içinde değil. Hukukun üstünlüğüne bağlı
devlette kabadayılıklar, efelikler değil, hukuka dayalı sağduyu
geçerlidir!
- Bir hukukçu olarak Gezi olaylarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Gezi Parkı olayından söz edeceksek eğer,
Türkiye’de çok önemli bir olgu ortaya çıktı. Ben buna olgu (factum, fact, fait)
diyorum, eylem, olay demiyorum. Eylem ya da olay bu olgunun somut yansımasıdır
sadece. Bu öyle bir olgu ki en uçları bir araya getirdi, bir amaçta birleştirdi.
Bunun demokrasi açısından önemi şurada; Türkiye Cumhuriyeti önce yurttaşı
yaratmak istedi. Demokrasinin uzak amacı ise bireyi yaratmaktır. Hak ve
özgürlüklerle donanmış bireyi... Hak ve özgürlüklerle donanmış birey, ilk kez bu
olayla Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına çıkıyor. Bu, her türden siyasetçiye en
sağdan en sola kadar çok önemli mesajlar veren, son derece önemli bir olgu. Halk
bütün siyasetçileri kendi siyasetlerini yeni baştan bir gözden geçirme zamanının
geldiği konusunda uyarmıştır. çünkü bu bir rastgele olay
değil.
Yürüyüş, demokrasinin güvenlik supabıdır!
İkinci
önemli nokta da şu; Gezi olayları, çoğu siyasetçinin değerlendirme açısından ne
denli yetersiz kaldığını da ortaya koymuştur. çünkü demokrasi açısından bu ve
buna benzer olayları geniş bağlamda ele aldığınız zaman, bu olaylar
siyasetçilerde kimi bilinçlenmelerin oluşmadığını gösteriyor. O bilinç şudur;
demokrasinin güvenlik supapları vardır, yürüyüş bunlardan biridir. Gösteri
bunlardan biridir. Hyde Park olayı bunlardan biridir... Biliyorsunuz Londra’daki
Hyde Park, dünyada bilinen en büyük parklardan biridir. Parkın kuzeydoğu
köşesinde, çok eskiden beri sokak hatiplerinin serbest konuşma yeri olarak
bilinen Speakers Corner bulunur. Neden peki? Patlamaları önlemek için! İnsanlar
sokağa çıkar, bağırır, çağırır, psikolojik olarak boşalırlar. Bu insanlara bir
hak olarak tanınmıştır. Demokraside daha ağır yıkımlar yaşanmasın diye...
Gösterilerin temelinde yatan, Batı biliminin ve felsefesinin bize öğrettiği
budur ve bu doğrudur. çünkü eğer siz hakkını arayan yığınların önüne çıkar,
engel çıkarırsanız, olaylar yığın psikoloji açısından engellenemez bir noktaya
taşınır ve pek çok yığın suçu işlenebilir. Bunun örnekleri çoktur. Bir İtalyan
bilgini, yığınları bir buhar kazanına benzetir. Buhar arttıkça nasıl basınç
artarsa, yığın büyüdükçe de çoşku artar. Enerjinin harekete geçmesi için supabın
açılması, yığının harekete geçmesi için birinin “Şöyle yapalım” demesi
yeterlidir. Yığın, yığın içindeki birey, söylenen sözün doğru olup olmadığına
bakmaz. Kör bir enerji, yığın içinde hemen eyleme dönüşür ve hiçbir şey
denetlenemez. Bir kuşun kanat çırpması nasıl sürünün havalanmasına yol açarsa,
yığında da bir çığlık, bir haykırma, bir kaçış tarihteki büyük yığın
hareketlerinin nedeni olmuştur. Yığın acımasız, yığındaki birey çocuksudur.
Bireylerin iradeleri üzerinde bir baskının olduğu açıktır. Bu nedenle 1930
tarihli İtalyan Ceza Yasası, yığın içinde telkinle suç işlemeyi indirici neden
olarak öngörmüştür. Kısaca bu tür olaylarda yöneticilerin kışkırtıcı değil,
ılımlılaştırıcı olmaları gerekir.
- Bugün yaşadığımız olayları
anlamamıza yardım edecek bir örnek verebilir misiniz?
En önemli olanı
Mayıs 1964’de Peru’nun başkenti Lima’da yaşandı... Tokyo olimpiyatı elemelerinde
Peru ve Arjantin karşı karşıya geldi ve oynanan maç tam bir felakete sahne oldu.
Maçın son beş dakikası oynanırken Peru bir gol attı. Bu gol Peru’yu
olimpiyatlara götürecekti. Ancak hakem golü ofsayt olarak değerlendirdi ve
saymadı. Perulu taraftarlar çılgına dönerek sahaya indi ve hakemin üzerine
yürüdü. Polisler hakemi korumaya çalıştılar, ancak 6 kişi hakemi darp etti.
Kalabalık yatışmayınca, polis göz yaşartıcı gaz sıktı ve sahada yangın çıktı.
Panikle çıkışlara hücum eden seyirciler bir karmaşa oluşmasına yol açtı ve
300’den fazla taraftar yaşamını sıkışma sonucu yitirdi. İşte yığın suçu bu ve
yığın suçunun içerisinde bulunan kişilerin iradeleri kendi denetimlerinin dışına
çıkıyor. Bu psikolojinin bir belirlemesi, benim belirlemem değil. Eğer bunları
bilmezseniz, yanlışlar yaparsınız. çağcıl devlet bilimle, hukukla, sağduyuyla
yönetilir. Bunları yerel yöneticilerde, siyasetçilerde görmek hakkımızdır. Ama
son olaylardaki sınavda başarılı olamamışlardır, çok açık vermişlerdir, bu olayı
algılayamamışlardır.
-
Gezi Parkı’ndaki protestolar tek bir ağacı korumak için başladı ama şiddetle
bitirilmeye çalışılınca büyüdü...
Burada yapılacak olan bellidir:
Sözgelimi, bir yerde oturma eylemi yapıyor insanlar, emniyet amiri gelip diyor
ki, “Buradan kalkın, burası yol, kapanır!” Eğer gerçekten orası tek bir yol ise,
ikna edersiniz onları, dersiniz ki “Tek yol burası, hastası var, işe gideni var,
yolu kapatmayın.” Ama trafiği başka bir yerden işletme olanağınız varsa, o
yoldan işletin. Bırakın insanlar otursun. Bu sağduyulu bir tutumdur. Bireysel
haklar, demokrasinin yaşam hakkıyla ilgilidir. Olur olmaz bahanelerle ortadan
kaldırılamaz. Sonra bu insanları çok çirkin benzetmelerle andılar kimileri. Bu
noktadan sonra yersiz ve kışkırtıcı açıklamalar yapıldı. “Biz onlara değil de,
bundan yararlanarak sağa sola zarar verenlere bunu söyledik” diyerek, bir ölçüde
yumuşattılar sonra sözlerini ama başlangıçta bunlar çok yanlış oldu. Bu bakımdan
Türkiye parlak bir sınav vermedi. Bu arada Avrupa Konseyi’nin takınmış olduğu
tutuma, hemen yanıt vermeye de gerek yoktu. Hukukta efelikler, kabadayılıklar
geçerli değildir, sağduyu ve kurallar geçerlidir. Hukuki görüş geçerlidir.
Efelik yapacağım diye AB’nin almış olduğu kararın yok hükmünde olduğunu
söyleyemezsiniz. Türkiye’nin geleceğini tehlikeye düşüremezsiniz!
Halk
değil, devlet yargı kararına uymadı
ŞİDDET hiç kimse için bir hak
değildir! Devlet, baba değil ki tedip hakkı olsun! Ama suç işlendiğinde yasalar
çerçevesinde zor kullanır devlet. Bunun koşullarını belirleme tekeli yargı
organınındır. Devlet bu düzlemde savunma makamındadır!
- Polis
şiddetinin bir sınırının olması gerekmez mi?
Gezi Parkı olaylarında
suç işleyenler varsa, bu Türk yazılı hukukunda düzenlenen bir suça dönüşmüşse,
onu kovuşturmak zaten savcının görevi. O sırada belki bazı görevliler de suç
işlemiştir. Onlar da elbette bu soruşturmanın içinde olacaklardır. Ben orantısız
gücün yanlış olduğunu söylüyorum. Yani zor kullanmak bir hak, yetki olarak
görülmemeliydi. Ne diyorum? Eğer göstericiler, A yolunda oturuyorlarsa, ille de
A yolundan geçmek zorunluysa, o kişileri başka yerde oturmaları için ikna
edebilirsiniz. Dersiniz ki, “Cankurtaran buradan geçecek, o insanların hayatına
mal olmayın.” O insanlar da anlayış sahibidir, elbette yol verirler. Ama A yolu
kapatıldığında B yolundan trafiği geçirme olanağınız varsa, dersiniz ki “B
yolundan geçin”. İş orada biter, olay da çıkmaz. İnsanlar da haklarını kullanmış
olurlar. Demokrasinin gereği yerine getirilir. Ama öyle olmuyor ne hikmetse.
İlla diyorlar ki “Sen beni dinleyeceksin!” Ben seni niye dinleyeyim, ben bir
hakkımı kullanıyorum! Bu hak meşru bir haksa, bu hakka saygılı olacaksın, o
hakkın kullanılabilir olduğunu sen kanıtlayacaksın devlet olarak. Böylece
demokratik devlet olduğunu kanıtlama fırsatını da ben sana vermiş olacağım. Ama
bu Türkiye’de ne yazık ki olmuyor. Hiçbir zaman da olmadı. Dün de böyleydi,
bugün de böyle... Kafamızı değiştiremiyoruz. Gezi olaylarından ders alırlarsa
değişir. Umarım ders almışlardır.
- Yargı iki hafta önce Gezi Parkı’na
Topçu Kışlası yapılması için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Başbakan Erdoğan,
o kararın zamanını eleştirmek yerine uyacaklarını söyleseydi, olaylar bu kadar
tırmanmazdı herhalde...
Bu kesin karar değil, durdurma kararı...
Yargı, “Sen orada herhangi bir işlem yapma, geri çekil” diyor. Ona devletin
uyması gerekirdi, uymaması zaten yanlış.
- Hukuka aykırı davranan
devlet yani?
Yargı, “Buraya bir çekiç bile vuramazsın, dokunma. Ben
henüz kesin kararımı vermedim. Karşılıklı savunmaları, iddiaları alacağım, kesin
karar verdikten sonra ona göre davranacaksın” diyor. Eğer bu durdurma kararından
sonra siz hâlâ “Orada bunu yapmaya devam edeceğim” derseniz o
suçtur.
- O zaman Başbakan Erdoğan suç işledi?
Yani kim
emir verdiyse o suç işler! Yapılacak dedi, ama henüz “yapın” demedi. Geleceğe
yönelik bir şey dedi. Bunun suç olduğunu söyleyemem. Ama oraya, yürütme kararı
kendilerine tebliğ edildikten sonra bir çekiç vuran da, “O çekici vur” diyen de
suç işlemiştir.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.