Erzurum Olimpiyat yapabilir
Trabzon'da yapılan Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları'nın açılış törenini yerinde izledik ve 2011 Kış Oyunları ile karşılaştırma imkanı bulduk. Koordinatör Bekir Korkmaz'la hem dünü, hem de geleceği konuştuk. İşte Usta Gazeteci Mehmet Şener'in, GüncelTimes D
Erzurum Güncel- Nasıl ki Erzurum, Üniversiade'la olimpiyatların provasını yapmış olduysa ve tarihinde ilk kez uluslar arası bir sınav verdiyse, geçen hafta da Trabzon benzer bir deneyim yaşadı: "Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları; kısa adıyla EYOF" Malumunuz Trabzon bir liman şehri olduğu kadar, bir spor şehridir de... Başta futbol olmak üzere, Trabzon'da sporun her türü başarılı bir şekilde yapılıyor ve Trabzon, uzun zamandan beri pek çok branşta şampiyonlar yetiştiren bir şehir... Arkadaşlarla konuşuyorduk; en azından mukayese yapabilmek için Trabzon'da yaz oyunlarının açılışına gitsek diye... Tam bu sırada Bekir Korkmaz'dan nazik bir davet geldi: "Buyrun beraber gidelim ve açılış seremonisini birlikte izleyelim." İyi de oldu; hem de ziyadesiyle... Çünkü kalabalık bir grup gittik ve sadece açılışı izlemekle kalmayıp, tesisleri gördük ve spor otoriteleriyle görüşme imkânı bulduk. Bu yazıda muradımız "kim iyi, kim kötü" sorusuna cevap aramak veya Erzurum'u övüp, Trabzon'u yermek değildir. Zaten öyle bir nazarla da gitmiş değiliz. Sadece mukayese imkânımız olsun istedik... Lakin yazının bütünü içinde yer yer Erzurum-Trabzon karşılaştırması bulacaksınız. Dedik ya, Trabzon deyince akla futbol ve başarılarla dolu bir spor portresi geliyor. Bu manada Erzurum'un, Trabzon'la aşık atması neredeyse imkansız. Yiğidi öldür, ama hakkını teslim et... Herneyse. Pazar günü sabah dokuzda Erzurum'dan hareket ettik. Kafilemiz şu isimlerden oluşmuştu: 2011 Kış Oyunları Koordinatörü Bekir Korkmaz, NTV muhabiri Cihat İncesu, Sabah gazetesi temsilcisi Sinan Aydın, Mega-Son Söz gazetesinden Murat Resuloğlu, Erzurum Güncel'den Recep Kapucu, Palandöken ve Haber Türk adına Orkun Çizmeli, Güncel Tımes adına İsmail Uslu ve Sinan Özçaylak, misafirlerimiz Ahmet Çetinkaya, Melih Korkmaz, kaptanımız Bekir Bey ve bendeniz... Son derece neşeli bir yolculuk oldu. Yol boyunca Bekir Korkmaz'la 2011'in kritiğini yaptık. Öyle ki, o yolculuğun sonunda hem mini bir röportaj çıktı, hem de gözlemlerimizi aktarma fırsatı doğdu... Erzurum, 2011 gibi hemen hemen bütün dünyanın yakından takip ettiği çok önemli bir spor organizasyonuna evsahipliği etti. Aradan yedi aya yakın zaman geçmiş hala tartışıp konuştuğumuz bir organizasyondu... Kimilerimiz, "Evet biz bu işi başardık, demek ki yapabilirmişiz" dedik; -ki, böyle düşünenlerin başında ben de gelmekteyim- kimilerimiz de sırf muhalefet olsun diye, ilk günden başlayarak, "Dünyaya rezil olacağız, biz kim olimpiyat düzenlemek kim" demek suretiyle, itiraz edip durdu. Ve sonunda Erzurum, 2011 Üniversitelerarası Kış Oyunları'nı yaptı... Artısıyla eksisiyle müthiş bir iş ortaya çıktı ve bu sayede Erzurum, onlarca ülke tarafından dikkatle izlenir oldu. Trabzon'a giderken, hazır Bekir Korkmaz'ı bulmuşken hemen herşeyi sordum ve bugüne kadar cevapsız kalmış pek çok soruya cevaplar aldım. Misal; oyunlar sırasında fısıltı gazetesinin yayıp durduğu şu meşhur taciz olayının aslı... Ya da oyunlar öncesinde ve oyunlar sırasında Türkiye'nin FISU'dan fırça yediği yönündeki o keskin iddia... 2011 Kış Oyunları Koordinatörlüğü, bugün yarın bütünüyle tasfiye edilecek. Yaklaşık iki aydan beri Sayıştay uzmanları tarafından tasfiye işlemine tabi tutulmuş durumda. Büyük paraların tek imzayla harcandığı bu büyüklükte bir organizasyonda, hesaplar tutar mı acaba? Herkesin aklına gelen bu soruyu Bekir Bey'e sordum: "Açık var mı?" Hiç düşünmeden, "hayır" dedi ve ekledi: "Teftiş artık sona erdi sayılır, hamdolsun ne açığımız çıktı ne de hesabını veremediğimiz bir ödeme... Zaten başından beri bu noktaya çok özen göstermiştik; iyi ki de işi baştan sıkı tutmuşuz. Bu gün de mahçup olmadan hesabımızı verdik." EYOF yani Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları, Erzurum Üniversitelerarası Kış Oyunları'na göre, daha dar hacimli bir spor organizasyonu. Buna rağmen 49 ülkeden dört bin civarında sporcu bu oyunlara katıldı. Çünkü yaz oyunlarının neredeyse tamamı takım sporu olduğu için, sporcu sayısı fazla oluyor. Erzurum Kış Oyunları aslında büyük olimpiyatın orta ölçekli bir provası niteliğinde olduğu için, hem Türkiye, hem de FISU aşırı titiz davrandı. Yolculuğumuz son derece keyifli bir ortamda seyretti. Bir yanda bizim Orkun Çizmeli'nin, sevgili meslektaşlarımız Naci ve Nurullah'a dair hatıralarını dinlerken, bir yandan da kulağım Bekir Korkmaz'daydı... Orkun kendini aşmış artık; hele Hüsamettin Ceylan'dan türkü okumuyor mu, sanırsınız ki Hüsamettin ağabeyi kazyağı döküp evini hakikaten yakıyor. O nasıl benzetiyor hayret... Naci tiplemesi zaten başlı başına bir ustalık... İhtimal Naci o araçta olsaydı O bile anlayamazdı kendisi mi konuşuyor, Orkun mu diye... O derece yani... Orkun'un formu yerindeydi; zahir henüz nişanlanmış olmasının verdiği gazla uçuyordu. İlk kez bu yolculuk sırasında tanık oldum; meğerse bizim Murat kardeşimiz (Resuloğlu) usta bir matbaacı ve tecrübeli bir gazeteci olduğu kadar, aynı zamanda bir mevlidhanmış... Şaka yapmıyorum gerçekten dört dörtlük bir hafız ve mevlidhan... Sağolsun o güzel sesinden bizleri mahrum bırakmadı, okuduğu mevlidle kulaklarımızın pasını sildi. Günün birinde Murat işsiz kalırsa, hiç korkmasın istediği camiide iş bulabilir. Recep... O artık bir fenomen... Arka planı yok, dürüstçe samimi konuşuyor, içinden geçeni söylüyor. Bu yüzden zaman zaman öyle sevimli çamlar deviriyor ki, en karamsar insanlar bile kendisini gülmekten alı koyamıyor. Örneğin Recep için mezgit balığının adı "lezgit", boyun ağrısının adı da, "boyunda bel fıtığıdır". Yahut da önce çözmekte zorlanacağız, "ayağı kanlı"… Biz, "acaba ayağı kanlı ne demek" diye düşünürken, çok geçmeden, bir Recep Kapucu uzmanı olan Sinan (Özçaylak) çözüyor. Aslında Recep Kapucu, "Kanayaklı" demek istemiş... Böyle onlarca örnek mevcut. Recep naturel bir arkadaşımız ve başarılı bir meslektaşımız... Sinan Aydın; belki kafilenin içindeki en genç olanımızdı ve bu yüzden "amandır ağır olayım" diyerek, gereğinden fazla sessizdi; ama dört dörtlük bir yol arkadaşı, cesur bir gazeteci ve sadık bir dost... Arada bir konuştuğunda öyle esaslı tespitler yapıyordu ki, kayıtsız kalmak mümkün değil. Bu yüzden Sinan konuştuğunda bendeniz Bekir Bey'le sohbetime nokta koyuyordum. Sinan Özçaylak… O artık "ağır abi"lerden... Her ne kadar Bekir Korkmaz O'nu sırf kapkara ve gür sakalından ötürü bir papaza benzettiyse de aslında Sinan, daha çok keskin bir devrimci ve yılmaz bir dava adamı gibi... Hoş O'nun özel bir çabası yok ama Ahmet Kaya'ya da müthiş benziyor. Sinan da yolculuk boyunca az konuşanlardan biriydi. Ama O'nun o az konuşma durumu sessiz olmasından değil de, neredeyse her on dakikada bir sevgili eşi Aysu'ya rapor vermesinden kaynaklanıyordu. Hemen yanımda oturduğu için tanık oluyordum: "Karıcığım şu an Bayburt'u geçtik; Kelkit'e varmadan ben ararım" Hakikaten de öyle yapıyordu. Sanırsınız mübarek yol rapor uzmanıdır. Gerçi çok da haksız sayılmazdı. Çünkü kıymetli eşi Aysu Hanım karnı burnunda hamile... Hem Sinan eşinin sağlığını merak ediyordu, hem de eşi Sinan'ı... Hayır, ben "kılıbık" demeyeceğim; sizin nasıl bir yakıştırma yapacağınıza da karışmam! YARIN: KIŞ OYUNLARI’NIN BİLİNMEYENLERİ O yolculuk sırasında beni şaşırtan bir isim de Bekir Korkmaz oldu. Daha önce defalarca oturup kalkmış olmamıza rağmen hiç birlikte seyahat etmemiştik. Hani büyükler derler ya, bir insanı ya yolculukta, ya da alış-verişte sınayacaksın diye... Öyle oldu... Bekir Korkmaz, sanki kırk yıllık arkadaşımız gibi davrandı ve dinlemesini de bildi, anlatmasını da… Son derece kibardı, beyefendiydi ve samimiydi... Şaka da yaptı, yapılan şakayı da kaldırdı...… Bekir Bey, hesap uzmanı meslektaşlarının aksine, sosyal bir insan ve renkli bir kişi... Sevgili İsmail Uslu… Bendenizin eski mesai arkadaşı; birlikte az mı dirsek çürüttük, az mı haber peşinde koştuk… Fakat İsmail iş değiştirdi, daha rahat edeceği bir iş seçti. ETSO da başkan asistanı oldu. Gerçi meslekten hiç kopmadı, hatta ETSO'nun dergisini her ay hazırlamak suretiyle aslında aktif gazeteciliğini hep sürdürdü. Şimdi de benden duymuş olmayın ama korsan olarak Güncel Tımes'e akıl hocalığı yapıyor! İsmail de tıpkı bizim Orkun gibi usta bir mukallit olmasına karşın, tüm ısrarımıza rağmen "erkimsan" dedirtemedik. Bilen biliyor da bilmeyenler için diyelim "erkimsan", ETSO Başkanı muhterem Lütfü ağabeyimizin kod adıdır. İsmail, tedbirli ve büyüklerine karşı hürmetli bir dostumuzdur. Bilmiyorum ya Lütfü Yücelik'e biri ihbar eder diye "erkimsan" eksenli bir konuşma yapmadı, ya da artık o kadar kanıksamış ki "erkimsan"ı komiklik olsun diye konuşma gereği duymuyor. Beyimiz siyasete daldı, ekonomi konuştu ve son günlerin en popüler gündemi olan şike iddialarıyla ilgili görüş bildirdi. Ben de Fenerbahçe'liyim ama İsmail çok farklı… Şike meselesine öyle bir bakıyor ki, az kalsın diyecekti ki, diğer takımlar cezalansın, Fenerbahçe ödüllendirilsin. Aynı derecede olmasa bile Bekir Korkmaz da rijit bir Fenerli… Cihat… Yani, Sevda'nın kocası veya Orkun'un ifadesiyle Cihat Güneş İncesu… İftira; halbu ki Cihat light bir erkek değil. Sadece Sevda'nın haberi olmadan adım atamıyor o kadar… Eski bir pehlivan, çok iyi bir televizyon gazetecisi, dost bir arkadaş, adam gibi adam… O seyahatte Sevda yoktu… Bu sebepten midir, başka bir sebepten midir çözemedim; Cihat her zamankinden farklıydı; yani durgun ve sessizdir. Arada bir başımı çevirip arkada O'na baktığımda hep gözleri nemlenmiş elinde siyah-beyaz Sevda'nın fotoğrafına bakarken görüyordum. Hiç seslenmiyordum ki, çocuk huşu içinde karısının resmine doya doya baksın. O'nu böyle görünce yanıbaşımda oturan Sinan Özçaylak'ın her yarım saatte bir karısına tekmil vermesini artık yadırgamadım. Haydi diyelim ki, Sinan'ın muhterem kayınvalidesinin sahilde yazlığı var, ya Cihat'ın kayınvalidesinin neyi var ki, böylesine tutkulu… Halbu ki evliliklerinden buyana, belki de ilk kez ayrı düşmüşlerdi. Ve bu ayrılık da sadece yarım gündü… Demek hala böyle evlilikler var. Ya da bu derecede karısından korkuyordu. Oysa Sevda öyle eli maşalı bir kız değil… Sebebini çözemedim ama Cihat giderken de gelirken de hep o resme bakıp iç geçirip durdu. Bu yüzden meseleler hakkında görüşlerine vakıf olamadık! Misafirlerimiz Melih ve Ahmet'in ağızları var dilleri yoktu. Dinlediler, güldüler ama halkaya girmediler. Kaptanımız Bekir ise, Allah düşman başına vermesin sanki kağnı arabası kullanıyordu. Adam kurallara öylesine sıkı sıkıya bağlıydı ki üç saatlik Trabzon yolunu yedi saatte gittik altı buçuk saatte geldik. Adam yetmiş kilometreyi geçmedi. Dedim ya yol boyunca hem röportaj yaptım hem de eğlenip güldük. Bu arada unutmadan Recep Kapucu'nun kafile için hazırladığı o muhteşem kahvaltıya değinemeden geçemeyiz. Artık nereden kaldırmışsa kaldırmış; sucuktan, bal'a, tulum peynirinden yumurtaya, karpuzdan reçele ve de kavurmaya kadar herşey vardı. Bekir Bey'e sormuştum: "Nedir o taciz olayı?" diye. Güldü. Ama samimi cevap verdi: "Aslında ortada bir taciz filan yoktu; olay tamamen o taksici arkadaşın aşırı sıcakkanlı biri olmasından kaynaklandı. Yolcularına gereğinden fazla iltifat edince, kuşkucu turist yanlış anlamış. Sonradan işin aslı astarı ortaya çıkınca olay tatlıya bağlandı." -Peki FISU'dan ha bire azar işittiğimiz doğru muydu? -Yanlış, yalan ve art niyetli bir yorum. Yarışlar oldu bitti hala bugün bile FISU'nun üst düzey yöneticileri bizleri arıyor ve oyunlar sırasındaki kaliteye teşekkür ediyorlar. Kaldı ki, Türkiye değil FISU, kimseden fırça yiyecek bir ülke değil; kimsenin haddine düşmez Türkiye'yi fırçalamak… -Şu halde çok memnun kaldılar öyle mi? -Evet; hem de son derece memnun kaldılar. Niye memnun kalmasınlar ki, Türkiye oyunların en iyi biçimde yapılması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı. Başta Başbakan'ımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere spordan sorumlu bakanımız ve genel müdürümüz olağanüstü bir çaba gösterdiler. -Peki Erzurum bu denli başarılı bir organizasyonun ardından, olimpiyat da yapabilir mi? -Niçin olmasın? Tamam şu an için eksiklerimiz var, yapılması gereken çok önemli işler var fakat hiç farketmez. Kış Oyunları'na aday olduğumuzda da Erzurum onlarca eksiğe sahipti. Ne oldu sonunda hükümet yapılması gereken herşeyi fazlasıyla yaptı ve FISU'nun tarihindeki en yüksek katılımlı ve en coşkulu yarışları Erzurum'da oldu. Olimpiyat için de aynı şey olur ve ülke olarak başarırız; ben yürekten inanıyorum. Bu seyahatin amacı aslında bir röportaj yapmak değildi; Trabzon'a gidip gençlik olimpiyatının açılış törenini izleyecektik. Bu sebeple röportajı tadında kestik ve aracımızın Trabzon'a girmesiyle, tamamen kendimizi törenlere programladık. Önce şu tespiti aktaralım: Trabzon'da önemli bir organizasyon olmasına karşın şehir hiç de o öneme göre süslenmemişti ve hazırlanmamıştı. Bizim Zeki Arıcıoğlu'nun firması Arkes'in şehir giydirmeleri de olmasaydı oyunlara dair en küçük bir iz yoktu çevrede… Zeki kardeşimiz artık bu işin ülke genelindeki profesyonellerinden biri… Erzurum'da rüştünü ispatlamıştı, Trabzon'da ustalığını göstermiş. Bize balık ziyafeti çekti diye demiyorum, Zeki artık bu süsleme işinde bir kompentan… Neyse… Aşırı sıcağın altında uzun bir yaya yürüyüşünün ardından nihayet Avni Aker'e geldik. Elimizde protokol davetiyeleri olduğu için kalabalığa dalmadan protokol kapısından stadyuma girdik… Avni Aker hınca hınç doluydu, lakin kimsede coşku ve heyecan yoktu. Dedim ya Trabzon bir spor şehri; ya bu tür gösterilere doymuşlar, ya da bu oyunları fazla ciddiye almıyorlardı. Stadyum doluydu, ama coşku yoktu. Başbakan Erdoğan'ın stada gelmesiyle program başladı. Orada da gösterileri Mustafa Erdoğan'ın şirketi üstlenmişti. Hava sıcak ama denizden esen lodos sizi az da olsa rahatlatıyordu. Herşey güzeldi, gösteriler muhteşemdi, renk ve ışık uyumu görmeye değerdi. Lakin illa da "Erzurum'un açılışı mı daha görkemliydi, Trabzon mu?" diye soracak olursanız, şu kadarını söyleyeyim: Erzurum, bambaşkaydı ve dillere destan olmayı hakketmişti… Orada karar verdik ki, biz kendimize çok haksızlık etmişiz. Erzurum; Trabzon gibi spor merkezi bir şehre karşı fark yarattı ve bu gerçeği Trabzonlu dostlar bile söyledi. İlk yorum da bizim Gürkan Ata'dan geldi. O hem Erzurum'u çok iyi biliyor hem de memleketi Trabzon'u… Gürkan Erzurum'daki seremoninin çok daha görkemli olduğunu söylemekten çekinmedi. Doğrusu da buydu… Başka dostlar da aynı tespitlerde bulundu. Hoş Trabzon kötü değildi; ama Erzurum çok daha güzeldi. Bir kere Erzurum açılışını izlemek için gelen misafir bakımından da çok çok farklıydı. Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a, Bakan'lardan, büyükelçilere, sanatçılara, sporculara kadar binlerce insan Erzurum'da soğuğa rağmen stadyuma koşmuştu… Vatandaşın ilgisi ve heyecanı zaten tarifsizdi… Sonuç olarak: Erzurum 2011 ile rüştünü ispatladı; şimdi çok daha büyük işlere gönül rahatlığıyla talip olabiliriz. Erzurum asla yabana atılacak bir şehir değil…
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.