Erzurumlu Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Filistin yolculuğu
Kudüs kararının ardından Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Filistin yolculuğu yeniden gündemde...
Erzurum Güncel- ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs'ün başkent olarak tanınması kararını açıkladı ve Kudüs'ü İsrail'in resmi başkenti olarak tanıdığını açıkladı. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas kararın ardından yaptığı açıklamada, "Savaş çıkarmak için bahane arıyorlar" dedi.
Kamuoyunda yükselen tepkilere neredeyse tüm Dünya’dan gelen tepkiler eklendi. Ancak İsrail’e karşı Filistin direnişi bugün oluşmuş bir sorun değil.
Trump'ın Kudüs kararıyla birlikte, sosyal medyada Deniz Gezmiş'in Filistin'de kamplarda çekilmiş fotoğrafları yeniden gündeme geldi.
Halbuki Türkiye’nin yakından dahil olduğu Filistin direnişine en büyük destek 68 kuşağından gelmişti. Deniz Gezmiş ve arkadaşları iki grup halinde Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) saflarına katılmak için Filistin’e kaçak yollardan girmişti.
Deniz Gezmiş, bu dönemde FDHKC kamplarında eğitim alarak direnişine destek verip Türkiye’ye dönmüş ve örgütlenme çalışmalarına devam etmişti.
Gezmiş’in ardından Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve arkadaşları da 10 Ekim 1969’da yola çıkarak Filistin’e gitmişti. O dönemlere ilişkin Turhan Feyizoğlu, “Denizler ve Filistin” kitabında şu satırları kaleme aldı
“(…)
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Ömer Erim Süerkan, Filistin'e gitme olayını özetle şöyle anlatmıştır:
‘9-10 Haziran 1969 olayları çok önemli bir hareketti. Polisle sokak savaşları yapıldı. Hemen hemen bütün üniversite öğrencileri, o mıntıkada bulunan esnaf, işçi vb. yekvücut halinde polise karşı çatıştı. İstanbul polisi bütün gücünü Bayazıt-Hürriyet alanına yığdı. Buna rağmen Bayazıt-Hürriyet alanında barınamadı. Öğrenci gençlik, halktan da aldığı destekle polise karşı direnmiş ve galip gelmişti. Olaylar sonrasında üniversiteyi tatil ettiler. Haziran sınavları eylül ayına kaydırıldı. Öğrenci gençliğin liderleri için aranma durumu çıktı.
O sıralar Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi'nin Türkiye devrimci gençliğiyle ilişki kurma girişimleri ve Filistin'e davet olanağı vardı. Bunu böyle bir durumda değerlendirelim dedik.
İlk önce arkadaşları Ankara'ya gönderdim. İstanbul'da işleri yoluna koydum. Ardından Ankara'ya gittim, onlara baktım, geri döndüm. Daha sonra yeniden Ankara'ya gittim. Haziran ayı sonlarında Ankara ve İstanbul öğrenci hareketinin liderleri olarak bir araya geldik. Bu sırada Yusuf Küpeli ve Mahir Çayan ile daha yakın ilişki içindeyiz.
Filistin'e öğrenci hareketi içinden ilk gidenler biz olduk. Ben, Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencisi Kıbrıslı Fadıl Hasan . Suriye uyruklu Süleyman isimli bir arkadaş. Monşer takma isimli diğer bir Kıbrıs uyruklu İstanbul Üniversitesi Dişçilik Fakültesi öğrencisi ve Kıbrıs Türk Ulusal Öğrenci Federasyonu (KTUÖF) İkinci Başkanı Kuydul Turan ve FKF Genel Başkanı Hasan Yusuf Küpeli birlikte gittik.
FKF Genel Başkanı Hasan Yusuf Küpeli, Filistin'e gitme konusunda şunları anlatmıştır: "Filistin'e gidiş işini bana Deniz açmıştı. Ben zaten gidecektim. Benim Filistin'e gidişimle onların gidişleri böylece çakışmış oldu. Ben, onların yanında bir arkadaştım.
Deniz ile kaçak olarak kaldığımız eve Mahir Çayan ile Gülten Savaşçı birbirlerinden ayrı olarak ayrı ayrı zamanlarda uğradılar. Gülten ile Deniz ilk kez o evde karşılaştı ve tanıştı. Gülten, bir saat kadar oturdu, sualler sordu vb. gitti. Başka bir gün Mahir geldi ve bizlerle Filistin'e gitmek istediğini söyleyecekti. Fakat, gideceğimiz zaman da onu bulamayacaktık. Deniz, bu olayı ciddiye almıştı. Üçüncü kaldığımız yer, Bahçelievler civarında, en üst katta bir apartman dairesi idi. İşte bu evde iken Cihan Alptekin ve Selahattin Okur gelip, Deniz'i ve beni bulacaklardı. Cihan ve Selahattin, yanlarında iki valiz dolusu 'Sol Yayınlar' a ait kitap ve dört silah ile bir Sürmene kama getirmişlerdi. Dediklerine göre, bir örgüt idiler, bu kadar çok kitabı da daha uzun süre kalacaklarını düşündükleri için yanlarına almışlardı.
Kısa bir süre için kayboldular, tekrar geldiler ve bu evden Suriye'ye doğru yola çıkmıştık. Antep'te durup bir otele gidecektik. İstanbul Üniversitesi'nden, Deniz ve arkadaşlarının tanıdığı Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi'nin bir üyesi olan Abu Süleyman isimli kılavuzumuz, daha gecelemeden gelmiş, bizi bu otelde bulmuştu.
VALİZDEN KİTAP VE SİLAH ÇIKTI
Bir arabaya atlayacak ve sınırda akrabalarının olduğu bir köye gidecektik. Tam sınırdan giden bir istasyona inecek, gar memuruna adam başına 10 TL verip karşıya geçecektik. O ağır valizlerle karşıya geçip 600-700 metrelik hafif bir yokuşu çıktıktan sonra, tepenin üzerinde bir eve girdik. İçeride entarili iki-üç adam vardı. Biraz sonra bir arazi arabası geldi.
Bizleri aldı. Bir kilometre kadar sonra küçük bir köyün içinden geçtik. Fırat kenarına, bir salın bağlı olduğu yere dek geldik. Araba bizi bıraktı. Bekledik. Sala bindik ve karşıya geçtik. Yine yüz metrelik bir yokuşu çıktıktan sonra, Halep, Hama, Humus üzerinden Demaskus'a (Şam'a) giden karayolunun kenarına çıktık. Arabalara işaret etmeye başladık. Sonunda eski bir taksi durdu. Şoför, içinde ne olduğunu anlayamadığı ağır valizleri bagaja koydu. Arabanın içine sıkıştık ve gazladı.
On-on beş dakika kadar ya gitmiştik ya da gitmemiştik, yol çevrildi. Arama vardı. Bize hiç bakmadılar. Bagajı açtırdılar. Bizden ayrı birkaç Arap yolcu da dahil indirdiler. Deniz ve arkadaşları ile gelen valizleri açmışlar, içindeki silahları, kitapları görmüşlerdi. Silahlardan rahatsız olmuşlardı. 'Bunlar kimin?' diye sordular.
Mecburen öne çıktık. Abu Süleyman böylece ilk çevirilerini yapmaya başladı. Benim de belimde bir silah vardı. İlerde bir olay çıkmasın diye bu tabancayı milislere vermek için elimi belime atınca, milisler aniden gerilime itildiler ve silahları üzerimize doğrulttular.
İşaretle sakin olmalarını söyledim ve tabancayı yavaşça çıkartıp verdim. Abu Süleyman, bizlerin Demokratik Cephe'ye gittiğini söylemiyor, Suriye pasaportunu da gizliyordu. Demokratik Cephe'yi Suriye'de illegal sayıyor, güya örgütünü koruyordu. Milisler bizi, resmi bir arabaya koydular ve Lazkiye'ye doğru gazladılar.
DENİZ SANKİ TÜRKİYE'DE GİBİ DAVRANIYORDU
Deniz sloganlar atmaya, marşlar söylemeye başlamıştı. Son derece tuhaf bir durumdu. Sanki Türkiye'de polise yakalanmış, gösteri yapıyordu.
Suriyeliler yolda aniden geri döndüler, bu kez arabayı Halep'e doğru sürmeye başladılar. Halep'te bizi polise veya istihbarata ait bir ufak binanın zemin katındaki hücrelere, bilemediğimiz, Araplarla karıştırarak ve bölerek koydular. Burada dört gün kaldıktan sonra bizi bir otobüse koyup Şam'da büyük bir askeri binaya götürdüler.
Burada, bizi, hiç baskı yapmadan yazılı sorguya çektiler. Kâğıtları verip, 'Kim olduğunuzu yazın' dediler. Burada da dört-beş saat kadar kaldıktan sonra bizi yine arabaya koyup Şam'ın kenarındaki bir askeri birliğe götürdüler.
Garnizon içindeki okul gibi bir binanın 40 m2 kadar büyüklüğündeki bir odasına koydular. Odada karyolalar, tuvalet, lavabo, masa vb. vardı. Pencereleri, askerlerin eğitim gördükleri bahçeye bakıyordu. Arada bir gelip bize bakan bir subayla Deniz, bir kavga çıkarttı. Adam sinirlenecekti ama bir şey demeden gidecekti.
HER ŞEYİ ANLATTIK
Burada on iki gün kaldık. Sonunda aramızda tartışıp Abu Süleyman'ın her şeyi anlatmasına, nereye gittiğimizi söylemesine karar verdik. Abu Süleyman gitti, subaya her şeyi anlattı. O bir yerlerle ilişki kurdu. Ertesi gün, Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi'nin adamları güle oynaya geldiler. 'Neden daha önce haber vermediniz?' diyorlardı ve olanlara gülüyorlardı. Bizi bir arabaya attılar ve Şam'ın kenar mahallelerinde olan merkezlerine sürdüler.
Şam'ın kenar mahallelerinden birinde olan yerleri, kocaman tabelası ile legal bir yer idi. Burada üç gece, dört gün kaldık. Şam'da bizlere cephe hüviyetleri yapacaklar, kendileri takma isim vereceklerdi. Aralarındaki anlaşmaya göre, bu hüviyetler, Suriye ile Ürdün sınırında pasaport gibi geçerlilik taşıyordu. Fakat örgütün Lübnan'da hiçbir legalitesi yoktu."
“BURAYA ÇARPIŞMAYA GELDİK’
FKF Genel Başkanı Hasan Yusuf Küpeli , sözlerine şöyle devam etmiştir: "Şam'dan Amman'a doğru yola çıkmadan önce, Demokratik Cephe'nin adamları ile bir askeri birliğe uğradık. Burada, aldıkları valizleri, kitapları ve silahları iade ettiler. Örgütün merkezi ufak bir villaydı. Deniz , 'Biz bir örgütüz; Naif Havatme ile görüşmemiz lazım' diye ısrar ediyor ve Abu Süleyman 'ı da bunları çevirmesi için zorluyordu. Bana özellikle rica etti. Onlarla gözükecek, işini bozmayacaktım. 'Çok büyük gizli bir örgütün özel misyonu olan temsilcisi' olarak tanıtacaktı kendini Naif Havatme'ye. ' Bizleri örgüt yollamış' olacaktı. Onunla sanki eşit şartlarda imiş gibi konuşmak istiyordu. Ben de bu oyunu bozmamalıydım. Çok canım sıkılmıştı, böyle bir şeye alet olmak istemiyordum. Fakat yapacak bir şey yoktu. Toplantıya katılmazsam birbirimize küsmemiz gerekiyordu. Günleri olaysız geçirmek gerekliydi. Deniz'in Naif Havatme ile görüşme isteğini biraz temkinli karşıladılar. 'Şimdi burada yok, bekleyin!' dediler ve bizleri biraz ilerideki açık arazide kurulmuş olan bir çadıra götürdüler. Bu çadırda bir grup kalıyordu. Başlarında çok iyi Arapça ve İngilizce konuşan, atletik yapılı, uzun boylu, 30 yaşlarında bir Fransız genci vardı. Deniz, bununla hemen takıştı, üzerine yürüyüp bağırdı vb... Fransız genci, sadece, o topluluktaki kuralları ve kendi görevini anlatmaya çalışmıştı. Deniz ise başında başka bir otorite görmek istemiyordu.
DENİZ'DEN SAVAŞ TAKTİKLERİ
Yanılmıyorsam üçüncü gün bizleri Naif Havatme ile karşılaştırdılar. Kenarda dinleyecek, hiçbir konuşmaya karışmayacaktım. Deniz, büyük ve gizli bir örgütü temsil ettiğimizi, kendisinin bu örgütün sözcüsü olduğunu vb. söyledi. Burada kalıp çarpışacağız, belki öleceğiz vb. diye durumu iyice dramatize etmeye başladı.
Naif Havatme, çok kibar, son derece diplomat bir adamdı. Çocuğu yaşındakini büyük bir nezaketle, gülümseyerek dinliyordu. Abu Süleyman da çeviriyordu. Havatme, kibarca, 'Biz zaten enternasyonal bir tugay kurmak istiyoruz, buna katılmanız, diğer arkadaşlarınızı da getirmeniz yararlı olur' vb. diye yanıtladı. Bu kez, Deniz, Havatme'ye ne yapması gerektiğini, nasıl savaşmaları gerektiğini anlatmaya başladı. Heyecanlanmış, el kol hareketleri ile de konuşuyor, bu işin şakaya gelmeyeceğini söylüyor, Che Guevara'dan örnekler vererek garip bir şeyler anlatıyordu. Abu Süleyman bunları çevirmek istemeyince de onu payladı, zorladı. Deniz, bağırınca çevirdi. Havatme, durumu anlamıştı. Hiç bozuntuya vermedi. Öyle kafa sallayarak, sadece dinledi. Saatine baktı ve biz oradan ayrıldık.
Deniz Gezmiş'in Filistin'de aldığı gerilla eğitimi diğer devrimci gençleri de etkilemiştir."
Odatv.com
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.