1. HABERLER

  2. SİYASET

  3. İki dönem daha iktidarda!
İki dönem daha iktidarda!

İki dönem daha iktidarda!

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi, siyaset bilimci Prof. Ersin Kalaycıoğlu, geride bıraktığımız seçimleri değerlendirdi

A+A-

Erzurum Güncel- Mine Şenocaklı'nınVatan'daki yazısı... Eğer çok büyük bir ekonomik ya da siyasi kriz yaşanmazsa dördüncü, hatta beşinci kez seçimleri muhtemelen AKP alacak ve Türkiye’de ‘hakim parti sistemi’ne geçmiş olacağız. Tıpkı bir dönem Hindistan’da, Japonya’da ve İsveç’te olduğu gibi... Ama bu süreçte Türkiye demokratik bir rejim içinde mi kalır, yoksa daha otoriter bir sisteme mi geçer, onu bilemem! İpuçları anayasa sürecinde ortaya çıkacaktır... Seçim sonuçları açıklandı, ertesi sabah hemen onu aradım. Amacım her iki kişiden birinin, iktidarda üçüncü dönemine giren bir partiye oy vermesinin sırrını çözmekti. Telefonda çok net bir tespit yaptı, “Türkiye sağa kaydı. Seçmen de sağda...” Ardından herhalde benim “Türk seçmeni hiç sola kaydı mı ki?..” soruma fırsat vermemek için ekledi; “Bu yeni bir şey değil. 1995’ten beri böyle. O tarihte saflar yeniden belirlendi. Seçmenin ideolojik haritası değişti. 1990’larda seçmenin yüzde 15’i kendini aşırı sağda görüyordu, bugün yüzde 45’i aşırı sağda görüyor. Ve AK Parti, HAS Parti, Saadet Partisi ve MHP’ye oy veriyor. Biz buna ‘kritik seçmen yeniden saflaşması’ diyoruz. Türk siyasetinin ortası çöktü, sağ patladı, büyüdü. Bunun sonucu olarak Refah Partisi iktidara geldi. Üç dönemdir de oyunu artırarak AK Parti iktidarda... Bunun devamı da gelecek!..” “Daha nasıl bir devamı olabilir?” sorusu takıldı kafama. Yani dördüncü dönemde de mi AK Parti iktidarı bekliyor bizi? Türkiye’de siyaset biliminin önde gelen isimlerinden Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ersin Kalaycıoğlu, bu konuda da oldukça kendinden emin, hatta bir dönem sonrası için bile, “Bence sadece dördüncü kez değil, beşinci kez de AK Parti iktidar olacak” diyor. Siyaset dilinde ‘hakim parti sistemi’ne geçileceğini söylüyor ve şöyle açıklıyor; “Eğer ciddi bir ekonomik kriz yaşamazsa Türkiye ya da küçük bir olasılık ama ideolojik ortam değişmezse yani muhafazakârlık azalmazsa, bu hakimiyet kesin görünüyor...” Ama Kalaycıoğlu’na göre böyle bir ideolojik eksen kaymasının pek ihtimali yok. Bir kuşak değişmesi gerektiği görüşünde ki, bunun için de en erken tarih 2020 ila 2025... Sonuç olarak Türkiye’yi tıpkı daha önce Japonya’daki Liberal Demokrat Parti, İsveç’teki Sosyal Demokrat Parti ve Hindistan’daki Kongre Partisi’nin örnek teşkil ettiği gibi bir dönem bekliyor. Yani uzun süre tek başına ve büyük çoğunlukla iktidarı elinde tutan bir parti hakimiyeti... Burada önemli bir soru soruyor Kalaycıoğlu, ki kendisi de bu soruya henüz net bir yanıt veremiyor; “Bu süreçte Türkiye demokratik bir rejim içinde mi kalır, yoksa daha otoriter bir sisteme mi geçer, onu bilemem!” İşte mesele de bu zaten!.. Ona göre çift bilinmeyenli bir denklem bekliyor hepimizi... Bu can alıcı sorunun yanıtının ipuçlarını anayasa sürecinin vereceğini belirtiyor Kalaycıoğlu... Peki bu süreçte bir ışık var mı? Yine tam bir yanıt vermiyor, ama benim izlenimim, o da hepimiz gibi bir ışık görmek istiyor, ama pek de ümitli olduğunu söyleyemeyeceğim... Türkiye’nin ortası çöktü, sağ patladı Hocam bu seçimde nasıl bir siyasi tablo çıktı ortaya? Tablo şu; iktisadi bakımdan AKP’nin yürüttüğü politikalar seçmen tarafından olumlu karşılandığı için ve seçmenin de zihniyet haritası AKP ile son derece uyumlu bulunduğu için tekrar büyük bir destek aldı. Her iki seçmenden biri AKP’ye oy verdi. Tabii ilginç olanı 1957 seçimlerinden beri bir partinin üst üste üç seçim kazanmış olması, üstelik de oyunu artırarak... Siz bunu neye bağlıyorsunuz? Ekonomiye mi? Seçmen halinden memnun. Yapılanlardan memnun. Partinin ideolojik görüntüsünden de memnun. Öyle bir zihniyet ortamı var. Dolayısıyla seçmen Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy vererek iktidara devam etmesi için gereğini yaptı. AKP MERKEZ SAĞDA DEĞİL! Bu seçimde bütün sağ oylar AK Parti’de toplandı, birleşti deniyor... AK Parti merkez sağ bir parti mi artık? AK Parti merkez sağda değil. Merkez sağda seçmen yok! Nasıl? Sizce AK Parti merkez sağı temsil etmiyor mu? Türkiye sağa kaymış durumda. AKP de, seçmen de sağda... Seçmen sağdan bir parti seçmiş durumda. Bu yeni bir şey değil. 1995’ten beri böyle. Orta sağ yok oluyor Türkiye’de. Bu seçimde orta sağın yok olduğunu gördük mü peki? Türkiye artık iyice sağa kaydı. Orta sağ boşalmış durumda. Sağa kayışı tehlikeli görüyor musunuz? Vallahi 1995’den beri içinde yaşıyoruz. 16 senedir... Dediğim gibi yeni bir şey değil bu. Öyleyse bu seçimlerde Türkiye’nin yeri belli oldu, artık hep sağda olacak diyebilir miyiz? Bunun ben bir kuşak böyle gideceğini düşünüyorum... 1995’e 25-30 yıl ekleyin, 2020-2025’e kadar böyle gibi... Bu gidiş değişirse, ancak bu tarihten sonra değişir. Değişim için de seçmen tipinin değişmesi, başka türlü bir seçmen gelmesi, seçmen ideolojisinin değişmesi gerekiyor. Mesela önceliği din, iman ya da etnik kimlik yerine, eğitim, işçi hakları, çevrenin korunması, iklim değişikliği, hayvan hakları olan bir seçmen. Tıpkı Almanya’daki, Amerika’daki gibi... Ancak bu şekilde Türkiye’nin görüntüsü değişebilir. Şu anda öyle bir seçmen yok ortada. Öyle bir seçmenin partisi olabilecek sol bir hareket de yok. CHP için ne kadar sol diyebiliriz peki? Ben ne kadar sol bilemem. Ama seçmenin gözünde CHP bayağı bir sol parti. Yeteri kadar çıkış yapamamasının bir sebebi de bu olabilir mi? Tabii... CHP’yi seçmen bayağı solda görüyor. 2010 sonu itibariyle yaptığımız araştırmalardaki veriler bunu açıkça gösteriyor. Seçmen AKP’yi de bayağı sağ olarak görüyor, öyle orta sağda görmüyor. Bu tablo 1995’ten itibaren böyle dediniz... Evet. Biz “Kritik seçmen yeniden saflaşması” diyoruz buna. Teknik olarak bu oldu Türkiye’de... Yeniden saflar belirlendi, Türkiye’nin ortası çöktü, sağ patladı, büyüdü. Ve bunun sonucunda da Refah Partisi iktidara geldi. Bunun devamı olacak. Bundan sonraki seçimleri de muhtemelen AKP alacak. Ondan sonra da parti sistemimizi değiştirmiş olacağız. Yani ne olacak o zaman? Hakim parti sistemine geçmiş olacağız. Bir ülkede dört seçim üst üste kazanan parti oldu mu, sistem hakim parti sistemi haline geliyor. O zaman ne olur? Onu da o zaman konuşuruz. Seçmen ideolojisinin değişmesi 2020-2025’leri bulabilir dediniz... En az... O zamandan sonra belki Türkiye başka bir görüntü biçimine doğru evrilir. Bunun bir garantisi yok tabii. Bu olmazsa Türkiye siyasi bakımdan 1955-1993 arasındaki Japonya gibi, 1947-1987 arasındaki Hindistan gibi veya 1920’lerin ortasından 1970’lerin içindeki İsveç gibi tek bir parti tarafından, onun hakim olabileceği bir parti sistemi içinde yönetilir. Ama o zaman Türkiye demokrasi olarak kalır mı kalmaz mı bilemem! Ben de tam bu dönemde rejim tartışması olur mu diye soracaktım... Türkiye’de bunları bilebilecek kimse yok. Demin sözünü ettiğim Hindistan bir ara İndira Gandhi döneminde neredeyse otoriter bir rejim haline geldi diye eleştirilmekteydi. Ama Japonya’da ve İsveç’te demokrasi tehlikeye girmedi. Sonuç itibariyle demokratik bir yapıda gitti bu süreç. Ama iki ülkede de hiçbir şekilde rejim tartışması yapılmamıştır, onu da söyleyeyim. Başkanlık rejimine geçilsin mi gibi... Demokrasileri oturmuş vaziyetteydi. Bizim demokrasimiz henüz öyle bir oturmuşluk kazanmadı. Biz anayasayı nasıl değiştireceğiz diye tartışıyoruz. Onun için böyle bir benzerlik bir yere kadar bize yol gösteriyor. Çok fazla da yol göstermiyor. ÖNÜMÜZDE İKİ BİLİNMEZ VAR Ama bu seçimlerde AK Parti oyunu artırsa bile sandalye sayısı artmadı... Dolayısıyla Meclis öncekine göre daha normal. Bunun etkisi görülmeyecek midir anayasa hazırlanma sürecinde? Anayasa konusunu seçimden sonraki balkon konuşmasında dile getirdi Başbakan ama bu konuya büyük bir şevkle girip girmeyeceğini bilmiyoruz. Çünkü bugüne kadar AKP hiçbir zaman normal bir demokrasinin, normal bir hükümeti gibi iktidarda bulunmadı. Çok büyük çoğunluklarla iktidarda bulundu. İlk defa Meclis çoğunluğu normal, basit bir çoğunluk. Şu anda normal demokrasilerde, AB ülkelerinde gördüğümüz türden yüzde 50 civarında oyla sandalyelerin yüzde 59’unu alan bir parti var karşımızda. Seçim sonuçlarının Meclis’e yansımasında çok büyük bir abartı olmadı. Yüzde 10 barajı nedeniyle böyle bir abartı oluyordu eskiden. 2002’de yüzde 34 oyla bunun iki katı kadar sandalye almıştı AKP. Orada büyük ölçüde temsil yoktu. Neredeyse seçmenin yarısı Meclis’in dışında kalmıştı. Şimdi böyle bir durum yok. Seçime katılanların oranı neredeyse yüzde 90 civarında. Bunların da şöyle böyle yüzde 95’i Meclis’te temsil ediliyor. Dolayısıyla temsil problemi olan bir Meclis’le karşı karşıya değiliz. Bu Meclis içinde bir uzlaşı üretilebilir. Eğer istiyorlarsa tabii... Ama bilmediğimiz iki şey var. Normal bir demokrasinin basit bir çoğunluğuna dayalı AKP iktidarı nasıl bir şeydir bunu bugüne kadar görmedik. Bunu keşfedeceğiz. Bir ikincisi de böyle bir hükümet anayasa konusundaki uzlaşmayı sağlayabilir mi? Bunu da bilmiyoruz. Şu ana kadarki görüntülerden fazla ümitvar olamayız. Çünkü özellikle 2002’den beri çatışma üzerinden bir siyaset götürülüyor. Şimdi bu manzaranın 180 derece tersine döndürülmesi gerekiyor. Bunu becerebilecekler mi? Tabii buradaki sorumluluklar partilerin sandalye sayılarına göre artıyor. Yani en fazla sorumlu olan AKP, sonra CHP, sonra MHP, sonra da BDP... Ne olacağını göreceğiz. Onun için ben mutlaka bir anayasa değişkiliği sürecine girilecektir diye bir iddiada bulunmak istemiyorum. Bilmiyorum ne yapacaklarını... 5 SEÇMENDEN BİRİ SAĞDAYDI Hocam, Türkiye’de sağa kayışın en büyük nedeni ne peki? Biz bütün olanı biteni birtakım istatistiksel hesaplamalarla ortaya koyabiliyoruz. 1990’dan beri sürekli araştırma yapıyoruz. Seçmene “En sol 1, en sağ 10 olmak üzere kendinizi bu cetvelde nereye koyuyorsunuz?” diye bir soru sormuşuz. 1990’da seçmenin yaklaşık yüzde 22’si kendini 1-2-3-4’e, yani sola koyuyordu. Aynı tarihte yüzde 23 de en sağa, yani 7-8-9-10’a koyuyordu. Bir başka deyişle 5 seçmenden biri solda, biri sağdaydı. Bunların toplamı yaklaşık yüzde 45’ti... Geriye kalan yüzde 55 ise kendini orta sağda görüyordu. Peki ya şimdi? Bu araştırmayı en son 2010 yılında yaptık. Kendisini, sola koyan seçmen miktarı yüzde 22’den yüzde 15’e düştü, sağa koyan seçmenin oranı ise yüzde 23’ten yüzde 45’e yükseldi, yani ikiye katlandı. Bu katlanma ne zaman oldu diye bakarsınız, 1990’da yüzde 7’lerde olan aşırı sağ 1995’de yüzde 20’ye fırlıyor. Neden peki? Soğuk savaşın bitmesi ve askeri darbenin büyük başarısı sayesinde... Bu ülkede 15 sene Türk-İslam sentezi diye kafa yıkadılar. Şu anda Türkiye’de egemen olan parti Türk-İslam sentezinin önemli partilerinden birisi. Zaten iki tane partisi vardı; MHP ile o zamanki Refah veya MSP... Bu iki partiyi patlattılar. Olan bu! Yani 12 Eylül’ün yarattığı bir parti AKP, öyle mi? Birinci amil 12 Eylül. 12 Eylül’ün solu mahvetmesi, öldürmesi, işkence etmesi... Fiilen kana boğarak yok ettiler solu. Arkasından Sovyetler çöktü. İkisi üst üste geldi. 1995’te sağın patlamasının nedeni, 1991’de Sovyetlerin çökmesi. Unutmayın, 1991’de ilk kez Refah Partisi, MHP ile ortak girdi Meclis’e. Bu iki partinin ideolojik bakımdan farklı olmadığını da görebiliyorsunuz. 1995’de de Refah tek başına birinci parti olarak fırladı. Çünkü o noktada Sovyetler çökmüştü, sol bütün dünyada krizdeydi, Türkiye’de de yok oldu. Onun için, CHP sosyal demokrat parti midir değil midir, olmalı mıdır olmamalı mıdır, sosyal demokrat özüne dönmeli midir falan bunların hepsi bizim veriler doğruysa tamamen zırva. Türkiye’de sosyal demokrat olursanız ancak yüzde 8 oy alırsınız. O zaman yüzde 25-26’yı nasıl açıklayacağız? Yüzde 26 ortadan oy alıyor. CHP’nin ortaya yaklaşması lazım ki oy alsın. Başka şansı yok... Sonuçta Türkiye’de laik de fazla yok. Maksimum yüzde 35... O laiklerin oyları CHP dışında MHP’ye de mi gidiyor? Bir miktarı BDP’ye gidiyor. Bir miktarı MHP’ye de gidiyor muhtemelen... Peki BDP seçmeni nasıl bir seçmen? Kürt milliyetçisi mi, solcu mu? BDP’liler, İslamcılık cereyanının etkisinde olmayan Kürtler... Ama bu durum son seçimden sonra biraz değişecek sanki. Çünkü Şerafettin Elçi, Altan Tan gibi dini söylemi güçlü milletvekilleri var... Hayır. Öyle bir veri yok elimizde. Bakın 2002 genel seçimlerinde, o zamanki adı DEHAP’tı, yüzde 6.2 oy almıştı, şimdi de oyu yüzde 6.7... Oran olarak artış yok, sayı olarak artmıştır BDP’liler. Çünkü 2002 seçimlerine giren seçmen sayısı 40 milyonun altında, şimdi 50 milyonun üzerinde. Dolayısıyla bu 6.2 ile 6.7 aynı şey değil seçmen sayısı olarak. Ama buradaki seçmenlerin önemli bir kısmı İslamcılık cereyanı içinde kendine yer bulan, dünyayı İslam çerçevesinde gören insanlar değiller. Öyle görenler Doğu ve Güneydoğu’da zaten AKP’ye oy verdiler... Evet. Çünkü yine halkın kendi dağılımlarına bakarsanız, halk partileri nereye koyuyor? 2002’de DEHAP’ı yüzde 3.4 ile sola koyuyor. Peki ya MHP’yi, DYP ve AKP’yi nereye koyuyor halk? DYP ve AKP 2007’de 7.4 ile sağda aynı noktadalar seçmenin gözünde. Saadet 7.7 ile, MHP ise 7.8 ile sağda.. Mesela 2010’da CHP 2.6’da, yani öncesine göre daha da solda ama AKP nerede? 8’lerde artık. İyice sağa gitmiş... Burada seçmenin gözündeki sıralamada AKP’ye orta sağ denebilir mi? Ilımlı bir parti denebilir mi? Merkez sağda denilebilir mi? Türkiye yeniden saflaşmış vaziyette Orta sağ yok artık Türkiye’de. Orta sol da yok. Sol var, sağ var. Arası ise uçurum... Seçmen MHP’yi neredeyse AKP kadar sağda mı görüyor? Evet. MHP ile AKP’nin oranları aynı sayılabilir. Bu cetvelde bir tek Demokrat Parti orta sağ parti gözüküyor, geri kalan partilerin tamamı sağ partiler. Hatta aşırı sağ da diyebilirsiniz. Türkiye’de çok kızılıyor böyle derseniz ama bu benim gözümde değil, seçmenin gözünde böyle. Yani AK Parti’ye oy verenlerin gözünde de böyle? Tabii herkesin gözünde böyle. O zaman AK Parti’ye oy verenler aşırı sağ olarak mı kabul ediyorlar kendilerini? Aşırı sağ değil ama sağ. Kesinlikle orta sağ değil ama... Orta sağ Demokrat Parti. Onun da aldığı oy binde 7... Orta sağ yok artık Türkiye’de. Orta sol da yok. Sol var, sağ var, arası uçurum... Türkiye yeniden saflaşmış vaziyette. Seçmenin ideolojik haritası değişmiş vaziyette. 1970’lerdeki, 1980’lerdeki seçmen artık yok. 1990’lardaki, 2000’lerdeki seçmen çok daha muhafazakâr, çok daha dindar, çok daha etnik. O gözle olaylara bakıyor. O gözle de partileri sıralıyor. Türkiye’deki oyları açıklayıcı iki önemli faktör var. Bunlardan biri, ideolojik bakış açısı. İdeolojik bakış açısı inanılmaz sağ ağırlıkta bugün. Bu sağın içinde de muhafazakâr değerler dediğimiz; gelenekler, aile, kadının eve kapanması, çok çocuk var. Bunların hepsi bir paket. Seçmen bu paket çerçevesinde kendini ve dünyayı anlıyor ve ona göre Türkiye’deki topluma, siyasete, ekonomiye yaklaşıyor. Ve o çerçeve içinde partileri bir yerlere koyuyor. Sağdaki partiler arasındaki farkı ne sağlıyor peki? Seçmen iktisadi bakımdan memnun olduğu parti iktidardayken MHP’ye, Saadet Partisi’ne, HAS Parti’ye oy vermiyor, AKP’ye oy veriyor. Zaten seçmenin yüzde 45’i AKP’nin, MHP’nin, BBP’nin, SP’nin, HAS Parti’nin bulunduğu yerde. Dolayısıyla AKP hiçbir şey yapmasa bile en az 3 seçmenden 1’inin oyunu alabilecek durumda şu anda. Ama iktisadi durum kötüleşirse ne olabileceğini yerel seçimler gösterdi, yüzde 8 oy kaybetti AKP. Benim tahminim, o zaman genel seçim olsaydı yüzde 8 değil, yüzde 16-17 oy kaybedecekti. İktidarda olduğu için ve kredisi de tam bitmediği için yüzde 8 oy kaybetti. Öyleyse Türkiye’de ne olursa seçim sonuçları ciddi ölçüde değişir? Bir ekonomik kriz olursa, iki ideolojik ortam değişirse, yani muhafazakârlık azalırsa Türkiye’de... Muhafazakârlığın tersi ise liberalliktir. Daha özgürlükçü bir Türkiye’ye doğru dönerseniz, yani geleneklerin o kadar önemli olmadığı, bireyselliğin iyi ve önemli olduğu, herkesin birey olarak kabul edildiği, daha çok mesela bir Almanya gibi bir manzara arz ederse Türkiye’de, günün birinde bu tablo değişir... Mesela orada en başta gelen kaygı çevre... Almanya’da Yeşil Parti birinci, bizde Yeşil Parti bile yok. O zaman Türkiye’de muhtemelen bir Yeşil Parti çıkabilir, insanlar başka şeyler talep etmeye başlar. Bugün mesela bir hizmet jargonudur gidiyor. DERE YATAĞINA ALT GEÇİT YAPMAK HİZMET Mİ? AK Parti’ye oy verenlerin çoğu ‘Hizmet iyi’ diyor... Evet. Oysa hizmet dediğiniz şey ideolojik paketin bir unsuru. Çevreci gözü ile bakınca şu olayı hizmet olarak göremeyebilirsiniz mesela; 70 günde alt geçit yapmış Ankara Belediyesi. Halk bunu hizmet olarak kabul etmiş. Ama sonra ne oldu? Patladı... Araçlar sular altında kaldı... Alelacele alt geçit yapmışlar ama mazgal yapmamışlar doğru dürüst... Aynı miktarda yağış buraya da düştü. Demin üniversitedeki merdivenlerin üzerinden şelaleler gidiyordu. Bizde hiçbir yeri su basmadı. Neden? Çünkü bizim giderlerimiz açık. Bu doğru mu değil mi bilemem, ben çevre mühendisi değilim, ama deniyor ki dere yatağına yapılmış alt geçit... Siz dere yatağına alt geçit yapıyorsunuz bir de doğru dürüst gider koymuyorsunuz. Yağmur yağınca 5 metre su birikiyor, orada insan da ölebilirdi. Şimdi bu hizmet midir değil midir? Çevreci olarak, başka bir ideolojik açıdan bakarsanız bu hizmet falan değil, bu adam öldürmeye tam teşebbüstür. Ama muhafazakâr olarak bakarsanız çok büyük hizmet yapılmıştır. Oraya dere yatağına yol yapılmıştır. Siz de oradan geçiyorsunuz her gün. Kavşakta beklemiyorsunuz artık, ‘Allah razı olsun’ diyorsunuz. Hizmet böyle bir şey. Hangi ideolojik açıdan baktığınıza göre değişir!

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.