İntikam neslinden korkuyorum!
Emekli Koramiral Atilla Kıyat, faili meçhuller hariç darbe planlayanlara bir af çıkartılmasını savunarak, ''Yoksa bu süreç de 'Sıra bize gelsin onlardan intikam alalım' neslinin yetişmesine neden oluyor'' diyor.
Erzurum Güncel- Türkiye’nin iki dokunulmazına fena halde dokunuldu! Birisi asker diğeri, Fenerbahçe… Emekli Koramiral Atilla Kıyat Radikal'den Kenan Başaran'a çarpıcı açıklamalarda bulundu: Fiilisiyle, post’uyla ve sanalıyla birçok darbesi olan silahlı kuvvetlere dokunulacağını, kabul edelim ki yakın tarihte kimse aklından dahi geçirmiyordu… Hatta bugünkü iktidarın bile… Keza asker-sivil, her türlü iktidarın gözbebeği Fenerbahçe’nin başkanının içeri atılacağı da bir fantazya dahi olamazdı… Birisine darbe planı, diğerine şike yapma iddiasından dokunuldu. “Nasıl oldu da Fenerbahçe Orduevi ve Fenerbahçe’ye dokunuldu?” ‘Pimi çekilmiş soru’nun en doğru muhatabı her ikisinin de ‘üniforması’nı giymiş emekli Koramiral ve eski Fenerbahçe yöneticisi Atilla Kıyat olabilirdi... “İsim benzerliği dışında olaylarda bir benzerlik olmadığını söylemeliyim. Dokunulmaz da değiller” diyerek, ‘ismen’ yaptığım yakıştırmaya itiraz edip taarruza geçiyor: “Dokunmayanlar sivillerdi. Darbe kültürü işadamları, siyasetçiler, medya ve bürokratlarla yaratılmıştır.” ‘Asker de ordu da şoke oldu’ Ama gün geldi askere dokunuldu işte, rütbesine bakılmaksızın. Bu noktada bir ‘tornistan pası’yla 2002’ye gidelim zira Kıyat, o tarihte bazı şoklar yaşandığını söylüyor: “2002’de AKP iktidara geldi, asker şok geçirdi. Çünkü daha önce koalisyon şeklinde gelen tehdit (her ne kadar AKP ‘biz yeni partiyiz’ dese de) tek başına iktidardı. AKP de şok geçirdi. O da ‘Acaba şimdi ne yaparlar, müdahale olur mu’ şoku yaşadı.” İki şoktan bir ‘çıkarım pası’: “Ordu darbeyi düşünür, hükümet de kendini anlatmayı, değil mi?” Kıyat, bu ‘yakar top’u misallerle karşılıyor: “Bir meyhanedeki vatan kurtarma konuşmasıyla karargâhtaki çok farklıdır. Meyhanedeki ‘sokak gösterisi mi yapsak’, karargâhtaki ise ‘acaba muhtıra mı versek, başbakanı mı ikaz etsek’ der. 2002-03 arasında TSK’da bu söylediğim şekilde düşünenler muhakkak olmuştur. Hükümet de ‘Haberimiz vardı’ dedi ama ilk tutuklamalar 5-6 yıl, yüzde 47 sonrasında geldi. Artık ‘Dokunulabilir’ diye düşünmüş olabilir hükümet.” 2002’de Erdoğan da Kıyat’ın öne sürdüğü şoku atlatmanın yollarını ararken paşanın kapısını çalıyor: Evsahibi anlatsın o temasları: “Herhalde ‘Biz değiştik’ mesajını iletebilmek, bizim düşündüğümüz değişik bir şey varsa, öğrenebilmek istiyordu.” AKP’ye karşı darbe düşünenler olabileceğini kabul etse de Kıyat yine bir ‘Dış mihrak’ da ortaya atıyor. Bunun ikna edici olmadığını söylesem de ısrarcı: “Hükümet, ‘Darbeleri önleyeyim’ diye düğmeye basarken başkaları da düğmeye bastı. Böyle Afrika’dan Ortadoğu ve Kafkaslar’a kadar her işe balıklama dalan bir siyasetin emrinde güçlü bir ordu korkusu oluştu. Lider olmak isteyen bir hükümet ordusunu harp yapamaz hale getiremez.” “Peki kim diyelim bu mihraklara?” Kıyat da, “Bu diyebilirsiniz ki ABD midir? Belki de… İngiltere ise İngiltere, bilmemiyorum…” diyor. Büyük resmin gizlendiği görüşünde: “Birileri bir gazeteye bavul dolusu doküman götürdü, birileri ‘Donanma’nın şurasında şu var’ dedi.” “Bu da yine klasik düşman yaratma değil mi?” “Hayır” diyerek karşılıyor Kıyat: “Onlar demokrasi havarisiyse ben de ‘Düşman yaratmışım’ diyerek özür dilerim.” Kıyat, o ‘birileri’nin TSK mağdurlarını kullandıklarını iddia ederken, bir ‘itiraf pası’nı da ihmal etmiyor: “Tabii ki bunlar TSK’nın ayıbıdır, suçudur. TSK’ya karşı kin duyan bir neslin yetişmesi kabahatimizdir.” Kıyat, bütün bu olanların askeri çevrelerde moralleri bozduğunu söylüyor ‘ama’ şerhini de koyarak: “Ama hiç kimse darbe düşünmüyor.” ‘Artık darbe düşünen yok’ Bir ‘özet pası’ geçmekte yarar var: Kıyat’a göre 2002’lerde orduda bazıları darbeye heveslense de bunlar uygulamaya geçmedi. Atilla Kıyat’ın ‘kanıtları’ da şöyle : “Deniz altından millerce yüzüp düşman gemisine dinamit koyabilen SAT’lar, SAS’lar silahı naylon içinde Beykoz İskelesi’nin altına mı koyacak?” “Gelip alacak olana kolaylık sağlamak için olamaz mı?” kontrama karşı ise Kıyat, sitemkârca “Yapmayın” dedikten sonra ekliyor: “Taşeron kullanmayacak kadar da eğitimlidirler.” Kıyat, “Suçlayacaksanız da o kişilerin yeteneklerine yakışır şekilde suçlayın” demeye getiriyor. Burada top elbette savcıların sahasına girer… ‘Final pası’ bir korku içeriyor: “Korkum şu: Bugünkü süreç de gene ‘Sıra bize gelsin onlardan intikam alalım’ denen bir neslin yetişmesine neden oluyor.Yazık Türkiye’ye, hep bir rövanş alma hali. Faili meçhuller hariç darbe düşünenlere TBMM af çıkartabilir. Darbe mağdurlarına da iade-i itibar verebilir. Yoksa bir 10 -15 sene sonra de itikam isteyenler çıkacak. Olan Türkiye’ye olur… “ ‘SIFIR SORUN VE AÇILIM NE OLDU PEKİ?’ Sıfır sorun dedik, sorunlar katlandı. Açılım dedik, analar ağlamasın dedik. Ne noktaya geldik. Ben buna ‘ilahi adalet’ diyorum. Arap Baharı falan yok. Bazı piyonlar kullanılarak ABD’ye uygun yeni yönetimler getiriliyor. ‘PROFESYONEL ORDUDA GECİKİLDİ’ Bedelli kamu vicdanını yaralıyor. Fakat Varşova Paktı dağıldıktan sonra profesyonel orduya geçilseydi biz de bugün bedelliyi tartışıyor olmazdık.... ‘VİCDANİ REDDE HAYIR’ 43 yıl askeri üniforma giymiş biri olarak vicdani redde evet diyemem. Savaşa karşı ordu caydırıcı bir güçtür çünkü. 28 Şubat öncesi askerler çok beğendikleri Çiller’in, irticacı saydığı kişilerle işbirliği yapmasından ötürü kendisini kandırılmış hissetti. Yaşar Büyükanıt’ın yargılanmaması yanlış. “Darbeyi bunlar planlanmıştı” diyorsunuz diğer yanda somut delil varken bir şey yapmıyorsunuz. İslamcı bir yapı anlamında bir dönüşüm yapıldığı konusunda çok emin değilim. Düşünce şu: Bir daha mazlum olmamak için önlemler alınıyor. ‘Artık muhteşem bir Deniz Gezmiş sempatizanıyım’ Mahir Çayanlar, Deniz Gezmişler.. 1970’li yıllarda genç bir yüzbaşı olarak ben onlara çok kızıyordum. Yetiştirilme tarzım, genç oluşum, komutanıma gözü kapalı itaat eden biri olmam ve bir denizci olarak eşimi evde bırakıp aylarca göreve gitmem. Korkum var. Mahallemde bir şey olur mu eşim bir serseri kurşuna gider mi bunlardan ötürü kin kusuyorum o insanlara o zaman. Ha şimdi Deniz Gezmiş ne diyorsanız muhteşem bir Deniz Gezmiş sepatizanıyım. Bu ülke Nâzım’a düşmandı. Oğlum Brüksel’de Amerikan Lisesi’ni bitirdi. Bir gün eve geldi ve bana çok kızdı! “Nâzım Hikmet diye bir şairimiz varmış. Bundan niye haberim olmaz” dedi. Amerikalı öğretmen dünyanın en büyük şairlerinden birinin Türkiye’den çıkıtığını söylüyor ve oğlan kıpkırmızı kesiliyor. Çünkü adını bile duymamış... ‘Babam tatbikatta mı yoksa o da mı hapse girdi’ TSK, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar itibarsızlaştırıldı. Elbette Genelkurmay Başkanı çıkıp bunu diyemez, dememesi de doğrudur. Ama ikili görüşmelerde bazı şeyler söyleniyordur. Gölcük’te artık evlerine giden çocuklar annelerine “Babam hakikaten tatbikatta mı yoksa o da hapiste mi” diye soruyor. Tutuklamalara rağmen orduda pasif bir direniş yok. Ama şu var: Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın da “Şu anda bana verilen görevleri yapamaz haldeyim” demesi tarihi bir sorumluluğudur. Diyorsa tamam, ama demiyorsa anayasal sorumluluğunu ihlal ediyordur. ‘Evet ironik ama bugün de asker düşünce suçlusu' Şahsi değerlendirmemdir. Şu anda tutuklu bulunanların hepsi benim silah arkadaşım. Arada suçlular vardır, düşünce seviyesinde. Neticede kimse silaha basmadı, başbakanı evinden almadı. Bu işi düşünmüş birkaç arkadaşım olmakla birlikte sadece komutanları emir verip de o seminere gittiği için, hatta bir sürü kişinin de gitmemiş olduğu halde içeride olduğunu düşünüyorum. Daha önce insanları düşünce suçu işledikleri için yargılayan TSK mensuplarının bugün kendilerinin de düşünce seviyesinde kalan bir suçtan ötürü yargılanması elbette ironik. En büyük hatamız şu : Biz solu öldürdük. Türkiye’de en çok sol mağdur edildi. Ciddi bir sol olsaydı Türkiye bu hallere düşmezdi. Soldan kastımsa sosyal demokratlar.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.