İşte o görüşme!
Geçen hafta BDP’liler Öcalan’ın mektubunu Murat Karayılan’a teslim etti.
Erzurum Güncel- PKK’nın yayın organı ANF görüşmeden fotoğraflarla birlikte Karayılan’la yapılan bir söyleşiyi de yayınladı. Karayılan, "Karar almamız kolay değildir" dedi.
İLK KEZ EŞ BAŞKANLAR DüZEYİNDE BDP HEYETİ BİZE GELDİ
* 23 Şubat günü Sayın Abdullah öcalan’la görüşmeye giden 2. BDP Heyeti’nin ardından geçtiğimiz hafta içerisinde BDP ve DTK’lilerden oluşan bir heyet sizi ziyarete geldi ve öcalan’ın size hitaben yazmış olduğu mektubu teslim etti. öncelikle bu heyetin size ulaşmasını ve gerçekleşen görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet. İlk kez Eşbaşkanlar düzeyinde bir BDP heyeti alanımıza gelmiştir. Kendileriyle görüşme yapıldı. önderliğimizin mektubunu bizlere ilettiler. Mektup bizim için çok önemli bir değer ifade etmektedir. Buradan, bu değerli emaneti sağlam bir biçimde bize ulaştırdıkları için BDP heyetine bir kez daha teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.
HEYET HAVA SALDIRILARI NEDENİYLE BEKLETİLDİ
Heyet tarafından mektubun getirildiği gün, Türk devleti tarafından da uçakların gönderilme durumu yaşandı. Şimdi bu bir mantığı ifade etmektedir. Hem mektup gönderilmiş, gece yanımıza ulaşacak; hem de aynı gece kapsamlı bir hava saldırısı yapılıyor. Bu durumun ne anlama geldiğini kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Yalnızca o gece için değil öncesinde de sık sık yoğunlaşan hava ve kara operasyonları söz konusuydu. Bu nedenden dolayı biz heyeti bu biçimde kabul edemeyeceğimizi ifade ettik. Bu, bir tutum olsa da, esas olarak gelecek olan heyetin can güvenliği konusundaki sorumluluğu üstlenemezdik. Bu nedenle heyet Süleymaniye’de bekledi ve sonradan bize, ilgili yerlerle konuştuklarını, hava saldırılarının olmayacağını, alanın güvenlikli olduğunu ve gelmek istediklerini bildirdiler. Biz bunun üzerine “eğer durum öyleyse gelebilirsiniz” dedik. Nitekim bu temelde hareket edip geldiler. Bu konuda çok şey söylenebilir fakat ben burada fazla bir şey ifade etmek istemiyorum.
Yalnızca şunu söyleyeyim: Türk devletinin bu tutumu demode olmuş, havuç-kamçı politikası oluyor ki, bunun herhangi bir biçimde sonuç alması mümkün değildir. Sorun diyalogla köklü çözülmek isteniyorsa, öncelikle şiddet değil güven veren politikalarla diyalogu esas almak gerektiği açıktır.
ETKİ TEPKİYİ YARATIR
* Hareket olarak yaptığınız açıklamada bu saldırılara cevap verme hakkınızın olduğunu belirttiniz…
Evet. Uluslararası yasalarda da vardır, aslında bir doğa yasasıdır. Etki, tepkiyi yaratır. Eğer bir saldırı varsa, saldırıya maruz kalanın kendini savunma ve misilleme hakkı da vardır. Biz şiddet karşısında geri adım atacak bir hareket değiliz. Kaldı ki, şimdi, artan olanaklarımız söz konusudur.
Kısacası, bu konuda devletin ve hükümetin uyguladığı politikaların, çözüm zeminini ve yeni bir barışçıl süreci geliştirmenin alt yapısını oluşturmaya dönük politikalar olmadığı açıktır. Var olan güvensizliği oldukça derinleştiren pratikler durumundadır.
BİR HAFTA İçİNDE ESİRLER DEVLET GöREVLİLERİNE TESLİM EDİLECEK
* BDP heyeti sizin elinizdeki esirleri bırakacağınızı ifade etti. Kısa süre içerisinde böyle bir gelişme beklenebilir mi?
Şimdi teknik hazırlıklar yapılıyor. Bir hafta içerisinde elimizde tutsak bulunan devlet görevlilerini teslim etmeyi kararlaştırmışız. Bu, önderliğimizin de bir talebidir. Eğer tekrar BDP heyeti veya başka siyasi partiler ya da ilgili STK’ler gelirlerse biz kendilerine teslim edebiliriz. Bu ancak bir hafta sonra olabilir.
SIZMA OLAYI FACİA DEĞİL
* 2. heyetin İmralı Adası’nda yaptığı görüşmenin metinleri basına da yansıdı. Görüşmenin içeriğinin yanı sıra, metnin basının eline nasıl geçtiği, bunun süreci baltalama girişimi olduğu, gazetecilik etiğine aykırı olduğu gibi yoğunca tartışıldı. Siz bu metnin yayınlanmasını ve beraberindeki tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Metnin sızdırılmış olması, öyle büyük bir facia da değildir. Yani biz, “bu sabotajdır”, bilmem “2. Oslo sızdırmasıdır” türündeki değerlendirmeleri de abartılı buluyoruz. Doğru, bunu basına sızdıranın iyi bir niyet taşımadığı açık. Ama daha sürecin başında herkes şeffaflıktan bahsediyordu, “her şey şeffaf gelişecek” deniliyordu. Peki, o zaman niye bu kadar sert eleştirilerle karşılanıyor. önder Apo’nun çözüme dair görüşlerinin Türkiye kamuoyuna yansımasında bu kadar büyük bir sakınca görülmemeliydi, diye düşünüyorum. Bilakis yararı vardır. Belki, “zamanlaması önemliydi, şimdi yansıtılmaması gerekirdi” denilebilir. Yine bu metin, 4 kişi arasında yapılmış bir konuşmadır, onu olduğu gibi kamuoyunun önüne dökmek de ahlaki olarak yerinde bulunmayabilir. Bunlar doğrudur. Fakat biz bu görüşme notunun yayınlanmış olmasını da bir felaket olarak görmüyoruz. Şimdi olmamalıydı, zamansız oldu, her şeyi zamanında ve yerinde yapmak daha doğrudur. Ama olmuşsa da herkes çözüme dönük kararlılığını belirttiğine göre bir felaket gibi de görmemek gerekiyor.
CHP VE MHP'YE: SAVAŞMAK MI İSTİYORSUNUZ?
* MHP ve CHP gibi kesimlerin İmralı görüşme notlarının içeriğine dönük sert eleştirileri oldu…
Evet. Başta MHP ve kısmen de CHP olmak üzere bazı kesimler sanki Türkiye’de bir felaket olmuş, Türkiye parçalanacakmış gibi bir havayla, saldırgan bir dil kullanıyorlar. Halbuki orada, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Kürt sorununun çözümü için ortaya konulmuş olan en makul, yine Türklerin ve Kürtlerin hassasiyetini en incelikli bir biçimde dikkate alarak çizilen bir çerçeve söz konusudur. Ben bu kesimlere söylüyorum: “Siz daha ne istiyorsunuz? Savaşmak mı istiyorsunuz? Ee savaşırsanız biz de 50 yıl daha savaşabiliriz. Siz bizi bitiremezsiniz; PKK’yi ve Kürt halkını bitiremezsiniz. Bir arada yaşanacaksa bunun çözüm formülünü bir biçimde bulmak gerekiyor. İşte önder Apo, herkesin hassasiyetini dikkate alan en makul bir çerçeveyi ortaya koymuş; daha neyini eleştiriyorsunuz!”
Biraz önce MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis’te yaptığı konuşmayı dinledim. 8 maddelik bir çözüm önerisi sundu. Sunduğu çerçeve tamı tamına Kürt halkına ve PKK’ye karşı topyekun bir soykırımı öngören bir çerçevedir. Bir türlü anlam veremiyorum: Milliyetçi de olsa, ırkçı da olsa, madem bu ülkede bir partiyse, bu ülkedeki gerçekliği bu kadar görmezlikten gelme nasıl sürdürülebiliyor ve halen insanlar böyle bir bakış açısına nasıl inanabiliyor?
Açık ki Kürt sorunu Türkiye’de milli bir sorundur. Sadece iktidar partisinin değil, tüm partilerin bu soruna doğru yaklaşması ve bir çözüm perspektifine sahip olması kendi görevleri gereğidir. Umarım başta CHP olmak üzere bu tür çevreler Kürtlerin savaşla susturulup bitirileceğini ve teslim alınacağını eksen alan bir çiziyi değil, daha insancıl, çağdaş, toplumlara ve farklı kültürlere saygı duyan bir çizgiyi esas alırlar.
Türkiye’nin birliğinden yana olan gerçek yurtseverler ortaya konulan çözüm projesine daha samimi yaklaşmak durumundadır., diye düşünüyorum. Yine Türkiye’yi gerçek anlamda seven Türk yurtseverlerinin, birlikten yana olan ve savaşın sona ermesini isteyen tüm kesimlerin bu çerçeveye doğru yaklaşmasını istiyor ve diliyorum. çünkü gerçekten önemli bir çözüm perspektifi söz konusudur. Bunun daha ötesi ne olabilir ki?
KüRT HAKLARI İADE EDİLMELİ
Kürt sorununun çözümü, Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı doğal haklarının iade edilmesiyle mümkündür. Bakınız, “iade edilmesi” diyorum, “verilmesi” demiyorum. çünkü Kürt halkının bu hakları, 1924 Anayasası’yla gasp edilmiştir, elinden alınmıştır ve onların iade edilmesi temelinde iki halkın bir arada yaşama koşulları doğar. Nasıl ki halklarımız Osmanlı döneminde bir arada yaşadılarsa, Cumhuriyet döneminde de bir arada yaşamayı sürdürebilirler. Ama bunun öncelikli şartı gasp edilmiş hakların iade edilmesidir.
UMUTLU OLALIM AMA GERçEKçİ DE OLALIM
* Bazı basın-yayın çevreleri ve siyasetçiler tarafından her şeyin tamam olduğu ve bütün sorunun çözüldüğü havası yaratılıyor. Tabii bunun halka dönük yansımaları da oluyor. Bu konuda neler diyeceksiniz?
Ortamı tozpembe göstermeye gerek yoktur. Umutlu olalım, toplum olarak geleceğe dönük umutla yaklaşmayı esas alalım. Ama aynı zamanda gerçekçi de olalım. Netleşmeyen yönler vardır. Yani şimdi taraflar çıkıp da “biz artık şiddetten vazgeçtik, şiddeti bir tarafa veriyoruz, bu işi diyalogla çözeceğiz” demiyorsa burada sorun var demektir. Türkiye hala bunu söylemediği gibi, net bir çözüm projesini de ortaya koymamıştır. Kimse ham hayal peşinde koşmasın. Dolayısıyla her şeyin bittiğini ve barış sürecinin tamamlandığını sanmak yanlış olur.Ama önemli bir adım var; bunu desteklemek ve bunun içinde yer almak gerekiyor.
* Bu sürece bu şekilde temkinli yaklaşmanıza neden olan nedenleri daha somut açabilir misiniz?
Tabi. Bu yeni sürece dönük karar alınmasının ve pratik planların geliştirilmesinin bir takım zorlukları vardır. Ben bunu açıkça halkımızla ve kamuoyuyla paylaşmakta hiçbir sakınca görmüyorum. Bunu iki ana madde biçiminde izah edebilirim:
Birincisi, AKP hükümetinin yaklaşımlarına ilişkin taşıdığımız kaygılar tümüyle giderilmiş değildir. Bu konuda AKP’nin söylem ve pratiği bizlerde ciddi kaygılar yaratıyor. Bir kere bu “teröristlerle mücadele, uzantılarıyla müzakere” konusundaki politikaları kalıcı bir barışı değil, sürekli çatışmayı besleyecek bir politikadır. Yani eğer gerillaya dönük operasyonlar durmazsa ve saldırılar olursa, daha önceden de ifade etiğimiz gibi gerilla kendini savunur, misilleme hakkını da kullanır. Herkes biliyor ki, gerilla bu konuda devletin güvenlik güçlerinden daha inisiyatiflidir. İşte bahar geldi, 2 hafta sonra gerillanın hareket olanakları oluşacak ve gerilla Türk devlet güçlerinden daha fazla operasyon yapma gücüne sahip bir pozisyon kazanacak. Bu konuda şüphesi olanlar varsa, 2012 yılına bakabilirler. 2012 yılına bakanlar gerillanın daha fazla operasyonel olduğunu görürler. Yani eğer operasyonlar devam edecekse, bu çatışmaların da devam edeceği anlamına gelir. Bu, bir sorundur.
LİCE OLAYI MİSİLLEME OLABİLİR
* En son Lice’de uzaktan kumandalı bir mayının patladığı ve 4 askerin yaralandığı belirtiliyor…
Evet, haberi dinledim. Henüz olayın kaynağından aldığım resmi bir bilgi yoktur. Ancak misilleme çerçevesinde yapılmış bir eylem olabileceğini düşünüyorum. Zaten operasyonlar durmazsa bu tür karşı misillemeler de yapılır. Şimdi Türk basını hemen provokatif bir olaydır diye geçiyor ama şunu sormuyor: 4-5 gün önce yapılan hava saldırısında 4 arkadaşımız yaşamını yitirdi. O, provokatif bir olay olmuyor da bu mu provokatif bir olay oluyor? Yaşamın her karesinde ayrımcılığı yaşama budur herhalde. Eğer bunu provokatif sayarsanız o zaman yapılan tüm askeri operasyonları ve hava saldırıları da provokatif saymanız gerekmektedir. Kısaca az önce de belirttiğim gibi bu bir sorundur. Biz hiç kimseye gelip seni vuracak olan güçlere karşı kendini savunma, misilleme hakkını kullanma diyemeyiz. çünkü ortada can vardır ve kimseye canını savunma diyemezsin.
çATIŞMASIZLIK OLACAKSA, çİFT TARAFLI OLMALI
İki silahlı kesim var, yani iki taraf var. Bir çatışmasızlığın yaşama geçmesi için her iki tarafın da buna uyması gerekmektedir. çift taraflı olmadan hiçbir şey yaşama geçemez. Yarın öbür gün resmi bir ateşkes ilan edilirse ve bu çift taraflı olmazsa sadece ilan edilmiş olmakla kalmış olur. çünkü hayata geçmesi için çift taraflı olması gerekiyor. örneğin; bugün İran’da PJAK’ın ilan ettiği ateşkese İran Devleti de uymakta ve herhangi bir çatışma da yaşanmamaktadır. Kısaca bu sorun aşılmazsa, yol üzerinde ciddi bir engel olarak kalacaktır.
Bir önceki sorunuzdan devam edecek olursam;
öbür yandan Başbakan Tayip Erdoğan, “iki halkın eşitliği ve birliği” sözlerine karşı çıkarak, “bu ayrımcılıktır” diyor. Biz onu anlamadık, yani “eşitiz” demek nasıl bir ayrımcılık oluyor? Yine “eylemsizlik olmaz, silahların bırakılması olur”, hatta en son “barış kelimesi yanlış” diyor. Diyor ki, “barış, taraflar arasında olur.” Yani şimdi Türkiye’de bir barış zaten var mı? Bir çatışma yok mu? Ve bu çatışmanın tarafları yok mu? O zaman bu bir inkar olur. Ama sen beni inkar edersen ben seninle nasıl barış yapabilirim ki? O zaman neyin barışını yapacağız? Yani inkarın sürdürülmesinin yansıması olan bu gibi tutumlar bizlerde “bunlar nasıl çözüm geliştirecekler?” çerçevesinde ciddi kaygılar yaratıyor.
KARAR ALMAMIZ KOLAY DEĞİL
Şimdi gerçeği şu. Biz, izah ettiğim bu ve benzeri nedenlerden dolayı AKP hükümetinin politikalarına ilişkin kaygılar taşıyoruz. Ama aynı zamanda önderliğimize de çok güveniyoruz ve sonuna kadar inanıyoruz. Biz önderliğimizin elbette ki her zaman arkasında olmayı esas alacağız. Bu konuda önderliğimizin gönderdiği mektup bizlerde önemli oranda bir kanaat oluşturmuş olsa da halen üzerinde düşünmemiz gereken noktalar da vardır. Bu açıdan bizim karar almamız kolay değildir.
KESİN VE NET BİR KARAR İçİN öCALAN İLE DOĞRUDAN İLİŞKİYE İHTİYAç VAR
Bu konuda tabii ki önderliğimizle paylaşma gereğini hissettiğimiz hususlar vardır. Aslında kesin ve net bir karar için sadece BDP’lilerin gidip gelmesi yetmemektedir; doğrudan bir ilişkiye ihtiyaç vardır. Bu konuda BDP’lilerin oynadığı rol küçümsenemez bir roldür. Kalıcı kararlaşmalara gitmek için kesinlikle onların da aktif bir biçimde dahil olmalarının bir gereklilik olduğu konusunda hiçbir şüphe olamaz. Her iki taraf için BDP’nin önemli, kolaylaştırıcı bir rolünün olacağı açık ortadadır. Bu aşamada BDP’liler üzerinden de olsa önderliğimizle sürdürülen ilişkinin önemi açıktır. Biz bu ilişki halkasını değerlendirerek kesinleşen bir
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.