Nurullah Genç: Bu dünya mutluluk yeri değil
Yeni kitabında kendi zorlu hayat hikâyesini kaleme alan şair ve yazar Nurullah Genç: Mutluluk gevşetiyor, uyutuyor ama sıkıntı öyle değil.
Erzurum Güncel- Yeni kitabında kendi zorlu hayat hikâyesini kaleme alan şair ve yazar Nurullah Genç: Mutluluk gevşetiyor, uyutuyor ama sıkıntı öyle değil. Bu yüzden mutluluklar pek yazılmıyor. Masallar bile, ‘Onlar erdi muradına...’ denildikten sonra bitiyor. Anlaşılan biz de her şeyi yazacağız gibi görünüyor. Zira yeryüzü murada erebileceğimiz bir yer değil.
MURAT ÖZTEKİN
Şair ve yazar Nurullah Genç, zorlu bir hayat hikâyesine sahip olan edebiyatçılardan... Erzurum’un bir köyünde hayata gözlerini açan Genç; masal gibi bir köy odasında edebiyatla tanıştı, film senaryolarında geçebilecek hadiseler yaşayarak okudu, ilk şiirlerini de enteresan şekilde ortaya çıkardı... Genç, şimdi bu sıra dışı hayat hikâyesini “Omuzlarımda Dünya” isimli otobiyografi kitabıyla okuyucuyla buluşturdu. Tanınmış edebiyatçı, Timaş Yayınlarından çıkan kitap vesilesiyle sorularımıza cevap verdi...
BİZ KENDİMİZİ ANLATAMAYIZ
∂ Yazarlar ve şairler eserlerinde kendilerini anlatırlar, hayatlarından yola çıkarlar. Otobiyografi kaleme almak ise bunu daha açıktan yapmak demek sanki... Bir yazarda bu hissiyat ne zaman doğuyor?
Aslında biz millet olarak kendimizi anlatmayı beceremeyiz, çok sevmeyiz de... Belki hatalarımızı anlatmakta mahirizdir; özür dileriz, helallik isteriz. Ama kendimizi çok övemeyiz. Otobi-yografi yazmak bu yüzden bize yakın bir edebiyat türü olarak durmuyor. Ben de başlarda hayatımı anlatmaya çok sıcak bakmadım. Bir röportajda anlattığım hayatımdan kesitler çok ses getirince, insanlar hatıra kitabı sormaya başladılar. Yayıncılar da ısrarla yazmamı istediler. En sonunda baktım ki kaçamıyorum, bu kitap ortaya çıktı...
∂ Peki, hatırat kaleme alırken hafıza size oyun oynuyor mu?
Hatıralarım berraktı. Kitap bitince, sanki yıllarca her gün not tutarak meydana gelmiş gibi durdu. Sebebi şuydu: Ben bu hatıraların içerisinde büyüdüm, o sıkıntıları unutmak kolay değildi.
∂ Aslında sizi bu kitabı da yazmaya iten hadiselerin başlangıcı, “irfan mektebi” dediğiniz köy odasına gidiyor. Nasıl bir ortam vardı orada?
Sibirya gazisi olan dedem, 4 senelik savaştan sonra ülkesine döndüğünde köyünü tamamen yıkılmış hâlde buluyor. Yaşayan hiç kimse de kalmamış. Bir müddet sonra kendi köyünü yeniden inşa ediyor. Köyün tam merkezine de bir misafir odası yapıyor. Orada sadece sözlü kültür yaşatılmazdı, içinde Osmanlıca ve yeni yazıda eserler, divan şiiri kitapları vardı. Büyüklerimiz bize o eserleri okur, açıklardı. Divan edebiyatına “yüksek zümre edebiyatı” denildi ama ben o köy odasında 9 yaşındayken bir düzine divan şiirini ezberlemiştim. Benim şiirlerimde yer alan Osmanlıca deyimlerin pek çoğunun altyapısı o köy odasında meydana geldi.
ESTETİĞİ KÖY ODASINDA ÖĞRENDİM
∂ Şiir yazmak biraz kelimelerin dünyasına girmekle alakalı galiba...
Ben mesela “bediiyyat” kelimesini orada öğrendim. Lisede hocam, estetik kavramını anlatınca, “Aa bu bediiyyat” dedim. Biz estetiği köy odasında öğrenmiştik.
∂ Hayatınız senaryo gibi... Öyle ki hatıratınızı okuyanlar kurgu sanabilir. Mesela bir rüya üzerine okutuluyorsunuz...
Sanki birileri tarafından kurgulanmış gibi görünüyor ama bunlar hakikat. (Gülüyor) Babama rüyasında yaşlı bir zat görünüyor “Bir oğlun olacak, onu okut” diyor. Babam da bunun kendisi için bir işaret olduğuna inanıyor. Bu sebeple beni okutmak için kendini paraladı. Yeri geldi okuldan sırtından taşırken, kurtlarla karşı karşıya kaldı.
∂ İlk şiirlerinizden biri de yine enteresan bir şekilde ortaya çıkmış... Okulda Çanakkale anması için bir şiir okunacak ama bilinen 50 şiirin tamamı başka öğrenciler tarafından alınmış. Siz de arıyorsunuz, tarıyorsunuz yeni bir şiir bulamayınca, kendiniz bir tane yazıyorsunuz. Mısralarınız hep böyle zorluklardan mı doğdu?
Evet “Her şey yanıp kül oldu...” diye başlayan destanın arkasında böyle bir hadise var. Öyle başladı, öyle gelişti. Benim yazdığım satırların her birinde yaşanmışlıklar var. “Hadi ben bir şiir yazayım” deyip de kalemi elime aldığım olmadı hiç...
TARİHİNİN KIYMETİNİ BİLMEYEN KIYMET ÜRETEMEZ
Nurullah Genç “Hayatın size öğrettiği en mühim şey neydi?” soruma şöyle cevap veriyor: Hayattan öğrendiğim en büyük şey, bir insanın tarihinin, milletinin ve ailesinin kıymetini bilmesi gerektiği... Bunların kıymetini bilmeyenlerin, hem kendileri hem de insanlık için kıymet üretmeleri mümkün değil.
FIRINDA ÇALIŞIRKEN ŞİİR YAZARDIM
∂ Dertsiz, mutlu bir adam edebiyatçı olamaz mı?
Mutluluk gevşetiyor, uyutuyor ama sıkıntı öyle değil. Malum, Aragon “Mutlu Aşk Yoktur” diye kitap çıkarıyor. Arkadaşı da, “Hakikaten hiç mi mutlu aşk yok?” diye soruyor. Aragon şu cevabı veriyor: “Var ama yazılmıyor!” Evet, mutluluklar pek yazılmıyor. Masallar bile, “Onlar erdi muradına...” denildikten sonra bitiyor. Anlaşılan biz de her şeyi yazacağız gibi görünüyor. Zira yeryüzü murada erebileceğimiz bir yer değil! (Gülüyor)
∂ Şiirle hemhâl olan biri olarak duygulardan ziyade akıl öne çıktığı işletme sahasında okuyor, dahası içinde kalıp profesör oluyorsunuz. Şimdi de Merkez Bankasında meclis üyesisiniz...
Ben zaten edebiyatla ilgilenmek zorundayım diye kabul ettiğim için üniversitede edebiyat okumak istemedim. Namık Kemal “Edebiyat okuyanın edebiyat yapması, edebiyat yapanın da edebiyat okuması lazım gelmez” der. Benim tahsilim de şartlardan kaynaklandı ve işletme okudum... Ama lokantada, fırında çalışırken bile defterim hep yanımdaydı. Bazen ders hoşuma gitmiyor, şiir yazıyordum. Ayakta bile şiir yazıyordum.
∂ Bu sizin için bir avantaj oldu yani...
Biz günümüzde bir alana sıkışıp kalıyor, diğer alana yabancılaşıyoruz. Çok boyutlu olan insanın böylece, insani tarafı azalıyor. İnsan bütün bilim dallarının konusu. İnsanı tek alana mahkûm etmek doğru değil.
Türkiye Gazetesi
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.