Seçmen sorumluluğu...
Siyaset bugün mü daha düzeyli yoksa dün mü daha düzeyliydi? Bu sorunun herkesi tatmin edecek tek bir cevabı yoktur. Çünkü durduğunuz yer, bakış açınız ve savunduğunuz değerler farklı farklı olduğu sürece, herkes kendi meşrebine yakın olan cevabı verir. Fakat bazı gerçekler vardır ki, üzerinden asırlar da geçmiş olsa değişmez doğrudur. Misal; dürüstlük, erdemlilik, çalışkanlık, vizyon sahibi olmak ve cesaret gibi… Hazreti Ömer’in halifeliği ve uyguladığı adalet anlayışı nasıl ki aradan geçen bunca asra rağmen hâlâ insanlık için numune ise, bugünkü liderlerin sergiledikleri yönetim biçimi de yarınlar için prototip olacak… Bu sebeple, bir lider veya devlet adamı uzun seneler hatırlanmak ve rahmetle, şükranla anılmak istiyorsa, öyle bir hayat yaşayacak ki, kimse onun için kötü bir söz söyleyemesin… Günümüzde bu hassasiyete sahip olan devlet ve siyaset adamları olduğu gibi, “aman benden sonrası tufan” diyenler de var tabii ki… Beş ay sonra Türkiye yerel seçim için sandık başına gidecek. Yani önümüzdeki beş yıl boyunca şehirlerimizi ve ilçelerimizi yönetecek kadroları seçeceğiz. Peki kriterimiz ne olacak? Partiye mi, lidere mi yoksa yerel adaya mı oy vereceğiz? Gerçek anlamda “ileri demokrasi” ile yönetilen ülkelerde seçmen, partiye, parti liderine baktığı gibi özellikle yerel seçimde adaya bakar… Kimdir, necidir, geçmişi aydınlık mı karanlık mıdır, başarıları nelerdir, çalışkan mıdır, en önemlisi dürüst müdür? Parti aday gösterdi diye Batılı seçmen hurra o adayın arkasına geçip yığın oluşturmaz. Adaya bakar, yeterli midir, değil midir? Bizde bugüne kadar pek rastlanmış bi şey değildir ama Batı’da yüzlerce örnek vardır. Diyelim ki, adayın biri üstelik çok da şansı yüksek olabilir; şayet geçmişinde bir defosu varsa ve o defo seçim arifesinde ortaya çıkmışsa, yerleşik gelenek icabı o aday anında yarıştan çekilir. Oysa yasal bir mecburiyet yoktur, ama toplum teamülleri öyle güçlüdür ki hiçbir aday mazisinde barındırdığı hatalarından ötürü, “dün dündür, bugün bugündür” diyemez. Amerika’da senatör adayının biri, 20 yıl önce evinde yardımcı eleman olarak çalışan kadına sigorta yaptırmamış, bu durum seçime ramak kala ortaya çıkınca o senatör adayı çekilmek zorunda kalmıştı. Bizde olsa ne toplum öyle bir beklenti içinde olur, ne zaten o aday böyle bir durumu “sorun” olarak görür. Siyaset dün mü daha etik zemin üzerinde yürüdü, bugün mü daha kaliteli sorusuna cevap ararken, hem bizim hem de başka milletlerin tarihinden birkaç kesit sunalım ki, neyin ne olduğunu daha iyi anlayabilelim. İlk örnek bizden… Atatürk Cumhurbaşkanı’dır. Gümrüklerle ilgili İstanbul’da önemli bir yatırım yapılıyor. İhaleyi alan bir İngiliz firmasıdır. Atatürk, bir gün gümrüklerden sorumlu bakanı yanı çağırtır ve kısa bir sohbet eder. Konu şudur: Atatürk’ün kulağına gelen bir rivayete göre, İngiliz firması, Türk bakana bir kol saati hediye etmiş. Bakan, hediyeyi aldığını ancak devlet hazinesine kayıt yaptırmayı unuttuğunu söyler. Bunun üzerine Atatürk sadece derin bir üzüntü duyduğunu mimikleriyle anlatmaya çalışır. Mesaj anında alınmıştır, ilgili bakan hemen ayağı kalkar, masanın üzerinden bir kağıt kalem alarak oracıkta istifasını yazıp, kolundaki saati de masaya bırakarak çıkar. Bir örnek de Fransa’dan, Napolyon’dan… Napolyon’un, kırk yıl hizmetinde bulunmuş çok sadık bir adamı vardı. Napolyon’un hayli inişli çıkışlı hayat serüveni olduğu için, kendisi ne yaşadıysa o sadık yardımcısı da aynı şeyleri gördü, yaşadı. Sarayda madalya töreni vardı. Yardımcısı efsane imparator Napolyon’u tören için hazırlıyordu. Napolyon aynada yardımcısının yüzünün asık olduğunu görünce, “hayırdır niye canın sıkkın, nedir seni böyle üzgün kılan şey” diye sorunca ve de ısrar edince, adam konuştu: “Biraz sonra tören salonuna geçip birilerine madalya nişan takacaksın. Ben de sana kırk yıldır hizmet ediyorum. Ne olurdu o madalyalardan bir tane de bana taksaydın” şeklinde sitem etti. Napolyon geri dönerek, belindeki kılıcı çekti ve kabzasını yardımcısına uzattı. “Sen” dedi. “Gerçekten de kırk yıl bana hizmet ettin. Öyle ki benim sana can borcum bile var. Fakat ben biraz sonra aşağı inip Fransa’ya üstün hizmetlerde bulunan kimselere madalya takacağım. Oysa sen kırk yıl bana hizmet ettin. İkisi çok ayrı şeyler. İstersen canımı al, sana kişisel servetimin hepsini bağışlayayım ama o madalyalardan sana veremem.” Son bir örnek de Hindistan’dan… Malumunuz Hindistan’ın istiklalindeki en önemli faktör Gandi’dir. İnandığı gibi yaşayan ve yaşadığı gibi ölen çok büyük bir sivil halk önderi. Hindistan’ı işgal altında tutan ve tüm kaynaklarını sömüren İngilizler, bağımsızlık taleplerinin önüne geçmek için her yola başvurdular. Ne yaptıysalar baktılar ki olmuyor, her seferinde önlerine Gandi’nin muhteşem kararlılığı, önder kişiliği ve dillere destan cesareti çıkıyor. Çareyi, Gandi’yi satın almakta aradılar. Tehdit ettiler, sonuç alamadılar, bu kez önüne akılalmaz bir servet yığdılar. Gandi ne ölümden korktu, ne de göz kamaştıracak çaptaki zenginliğe dönüp baktı. O, halkıyla beraber aç kaldı, halkıyla beraber tok oldu. Ve sonunda İngilizler bu muhteşem direnişe boyun eğmek zorunda kaldı. Tabii ki bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Bütün mesele, iyi insan olabilmekte… Siyasetçiler halka hizmet için yola çıkarlar ve herkes “en iyi hizmeti” kendisinin verebileceğini savunur. Halk onların içerisinden birilerini seçer ve işbaşına getirir. Ama halkın görevi sadece sandık başına gidip asgari yurttaşlık örneği olan oy vermek değildir. Kime ve niçin oy verdiğini de araştırmak, öğrenmek zorundadır. Gözü kapalı oy verip sonra da “elim kırılsaydı da ben o oyu o adama vermeseydim” biçiminde serzenişte bulunmak, en hafif şekliyle sorumsuzluktur. Erzurum’un hali ortada işte… Neresinden ve nasıl bakarsanız bakın, şehircilik adına sınıfta kalmış bir yer… Oysa Türkiye’de geçen on yıl içerisinde yani AK Parti döneminde çok güzel ve modern şehirler ortaya çıktı. Malatya, Kayseri, Eskişehir, Antalya, Urfa, Konya, Sivas, Gaziantep ve Ankara sadece bunlardan bir kaçı… Erzurum büyüdü, gelişti fakat güzel bir şehir olamadı… Çünkü yerel yönetimde şehircilik adına endişe duyan adam sayısı çok az… Bu sebepledir ki, “adam sende ne olacak altı üstü bir belediye başkanı seçeceğiz” deme lüksümüz yok. İşte o belediye başkanlarıdır ki şehirlerin yarınlarını şekillendiriyor. İyi bir belediye başkanı, kaynakları doğru dürüst kullanacağı için daha düzgün işlere imza atar. Kötü bir belediye başkanı da hem kaynakları ziyan eder, hem de telafisi güç hatalar yapar. “Oy verdim, görevimi yerine getirdim” demek tek başına iyi bir yurttaşlık değildir. Kimi seçtiğini de bileceksin… Bütün ülke genelinde olduğu gibi 30 Mart’ta Erzurum seçmeninin önüne iki seçenekli bir sandık konulacak. Ya gözümüzü kapatıp oy kullanacağız ve sonucuna beş yıl boyunca katlanacağız yahut da kime ve niçin oy verdiğimizden emin olup beş yıl boyunca katılımcı bir yurttaş olacağız. Unutmayalım ki, iyi şehirleri güzel gören ve güzel düşünen insanlar kurabilir. Rant peşinde koşan, kendi aklına tapan, vatandaşın görüş ve düşüncesini zerre kadar önemsemeyen yöneticiler ise, bırakın iyi şehirler kurmayı, kurulu olanı bile rezil ederler. Kurtarıcılar aramaya gerek yok, düzgün insanlar olsun yeter.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.