1. HABERLER

  2. GÜNCEL MEDYA

  3. Şener, cevaplarını verdi!
Şener, cevaplarını verdi!

Şener, cevaplarını verdi!

Erzurum’da medya hareketli günler geçiriyor. Birileri dün ağabey dediklerine, bugün hakaret ediyor. İşte Şener’in o yazısı...

A+A-

Erzurum Güncel- İşte Mehmet Şener'in o yazısı... Dinle sütre arkasındaki çakal… Ne Reyhani, ne de oğlu Yüksel hayatta değiller ki, çıkıp kendilerini savunsunlar ve “bu iftiradan dolayı, sizi Allah’a havale ediyoruz” desinler. Yasemin Hanım (Reyhani’nin kızı) çırpınıp duruyor ama Bursa’dan Erzurum’a sesini duyurmakta zorlanıyor. İnanıyorum ki bu iftira ve ardından yaşanan tartışma, her ikisinin de kemiklerini sızlatmıştır. Fakat bendeniz vicdanen müsterihim, zira kendisini tanımış ve dostluk yapmış olmaktan ömrümün sonuna kadar iftihar edeceğim Reyhani’ye ve bizzat arkadaşım olan oğlu Yüksel’e benden yana bir fenalık yapılmadı; bilakis dostluğumuzun bir gereği olarak, uğradıkları rezil bir iftiradan ötürü, onların haklarını savundum, savunmaya da devam edeceğim. Bu girizgahtan sonra, şimdi gelelim esas meseleye… Okumuş olanlar bilecektir. Dün doğrudan bendenizi hedef alan bir yazı yayımlandı. Aynı yazıyı burada tekrarlayıp durmayacağım. Sadece şu kadarını söylemekle yetineyim: Güya bendeniz ne Reyhani’yi bilirmişim, ne de gazeteciliği… Pekala! Madem öyle dinle çocuk… Erzurum ziyadesiyle küçük bir şehirdir. Burada hemen herkes birbirini tanır ve kimin kaç okka çektiğini bilir. Bak çocuk… Ben senin gibi sütre arkasında durup, sırtımı hem kamuya, hem patrona dayayıp, isimsiz imzasız yazı yazmam. Bunu iyice belle; sonra da unutma ki, gazetecilik senin çapını aşan bir iştir. Sen otur, yoğurdunu ye… Bak çocuk… Derginde yazdığın o Reyhani yazısı, bir baştan bir başa külliyen yalan, iftira ve düzmece… Her paragrafını tek tek çürütebilirim de sadece yazının giriş bölümünde verdiğin tarihten ötürü, nasıl bir iftirada bulunduğunu söylemekle yetineyim. Demişsin ki, “…yıllardan 1995 yılının yaz aylarıdır. Yaşar Reyhani’nin Şehitler Mahallesi’ndeki tek katlı kendi yaptırdığı evinde hüzün vardır. Baba Reyhani ile o zaman 25 yaşlarda olan oğlu Yüksel şiddetli bir şekilde tartışmaktadır. Konu çok önemlidir ve aile ile baba oğul arasında huzursuzluk yaşanmaktadır.” Sonra devam etmişsin ki, “…oğlu, baba Reyhani’ye öyle bir tokat atmıştı ki, baba dizlerinin üzerine çökmüş için için ağlamaktadır.” Ve yazının ilerleyen bölümünde, nasıl bir iftiracı olduğunu, imzasız ve isimsiz yazınla, kendini ele vermişsin: “Aradan 9-10 ay geçmiştir ve Reyhani artık oğluyla konuşmamaktır.” Yani sana göre yıl 1996’dır. Dinle çocuk… Reyhani ustanın oğlu merhum Yüksel 27 Eylül 1995 yılında vefat etti. Tam da senin dediğin gibi bir kaza sonucu… Ama 96’da değil, 95 Eylül’ünde. Daha vahimi ve seni baştan sona çürüten asıl nokta ise şudur: Reyhani, 1989 yılında Bursa’ya göç etmişti. Yani senin dediğin 95 yılında Reyhani Bursa’dadır. Bak çocuk… Kim bu yazıyı eline tutuşturdu bilemem. Ama bildiğim odur ki, Reyhani’yi yazmak seni aşan bir meseledir. Ha, dersen ki “ben asparagasçıyım, iyi yalan yazarım” ona bir diyeceğim yoktur. Gerçekten de o senin işindir. Bunu herkes bilir. İşte bir yalanın daha: “Bu yazı için aileden izin aldık” diyorsun ya… Ne güzel, ailenin hangi ferdinden o izni aldığını açıklasana… Bir de, “… bu bilgileri bazı aşıklar da doğruluyor” demişsin ya, hadi bir de o aşıkların isimlerini sırala da biz de tanıyalım. Bak çocuk… Boyunu aşan sularda dolaşıyorsun, dikkat et boğulursun. “Pusuya yatan çakallar” demişsin ya… Yine bilmeden kendini ele vermişsin. Kalk oturduğun yerden ve karşındaki aynaya bir bak. Bak ki, senden ala çakal var mı bu memlekette? Üstelik kendi adıyla pusu atamayacak kadar korkak bir çakal… Bak çocuk… Kabahatinle otur oturduğun yerde. Ciddi meseleleri yazmak senin haddine değil. Sen otur aspar çalış. En iyi bildiğin odur çünkü… Diyorsun ya, “Reyhani’yi internetten dinlediği türküleriyle bilir” Doğru çok türkü dinlerim. Fakat bilmediğin şudur ki: Ben Reyhani ile yıllar yılı hem de adam gibi bir dostluk yaşadım. Bunu illa da başkalarından duymak istiyorsan git, sana o yalanı servis eden o dümbeleklere sor… Neyse… Daha fazla uzatmak istemiyorum. Son olarak şunu söyleyeceğim: Bak çocuk… Değil sen, senin feriştahın gelse ve değil yazdığın şu yalan, ondan bin kat daha büyük bir yalan yazsa… Yine bir önemi yok. Yok; çünkü Reyhani o kadar büyük bir sanatkar ve ozan ki, yel kayadan ne koparır misali senin iftiraların O’nda toz etkisi bile yapmaz. Şayet ben dostluğumuz gereği o yazıyı yazmamış olsaydım, zaten senin ne zırvaladığını kimse bilmeyecekti. Demişsin ki, “bize hayırlı olsuna bile gelmedi” Söyle çocuk… Ben sana nereye “hayırlı olsun”a gelecektim. Memurluk yaptığın O’daya mı, yandan çarklı isimsiz imzasız iftira dizdirdiğin yere mi? Sen neredesin ve ne iş yapıyorsun? Sadece şu kadarını bil ki, Reyhani yaşasaydı, senin gibi bir hemşerisi olduğuna kahrederdi. Kaldı ki sırf senin gibiler yüzünden değil mi ki o “gidirem” şirini yazdı. Ayıptır, ayıp… Elin adamı, kendi içinden çıkan bir değerini öyle bir allayıp pulluyor, öyle bir takdim ediyor ki, bilmeyen sanır ki o adam dünyanın en büyük sanatçısıdır. Sen ve senin gibiler de ölmüş gitmiş ama eserleriyle yaşayan Reyhani’yi yerin dibine sokmaya çalışmakla,gazetecilik yaptığınızı zannediyorsunuz. En iyisi mi sen bir aynaya bak…

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.