Şener, Haberal'ı yazdı!
Bilim adamı Mehmet Haberal’ın, ölmek üzere olan anasını, son nefesinde görememiş olması ve cenazesinde yaşananlar herkesi etkiledi. İşte Mehmet Şener, Mehmet Haberal'ı yazdı...
Erzurum Güncel- Nietzsche kadar adil olamaz mıyız? Bir insanı “büyük” yapan temel unsurlardan biri de, o kişinin en azılı hasmına karşı bile merhametli ve adil olmasıdır. Mehmet Haberal’ı siz ne kadar tanıyorsanız ben de o kadar tanıyorum. Muhtemelen tanımış olsaydım dahi, fikren karşı cephelerde duruyor olurduk. Fakat Mehmet Haberal’ın, ölmek üzere olan anasını, son nefesinde görememiş olması, beni yürekten yaraladı ve olayda hiçbir dahilim olmadığı halde vicdanımı kanattı. “Cennet anaların ayaklarının altındadır” düsturunu şiar edinmiş bir milletiz. İşlediği suç ne olursa olsun; değil midir ki insandır ve değil midir ki bir evlattır ve bir ananın oğludur.Tutunuz ki, Mehmet Haberal azılı bir katil… Ne çıkar; bize, size göre suçludur ve cezasını çekmelidir. Lakin anası için durum farklı olabilir ve oğlu için son bir kez anasına sarılıp hasret gidermesi dünyalara bedeldir. Mehmet Haberal’a bu asgari insani hak tanınmadı. Ancak ölmüş anasını toprağa vermesine izin verildi. Aynı şey midir? Bütün dünya Tayyip Bey’in merhum anasına ne kadar düşkün olduğunu gördü ve milyonlarca insan sırf anasına olan bu bağlılığı ve sevgisinden ötürü, Başbakan’ı yürekten alkışladı, acısını paylaştı. Tayyip Bey, empati yapmalıdır. Allah esirgesin benzer bir durum kendisi için olsaydı kim bilir nasıl kahrolurdu ve nasıl acı çekerdi. Peki Mehmet Haberal da bir ana kuzusu değil mi ? Suçlu da olabilir, ihtilal sevdalısı da… Tutuklarsın, yargılarsın, cezasını verirsin. Fakat bu, O’nun insani haklarının ayaklar altına alınmasını gerektirmez. Alman filozof Frederic Nietzsche, rahip bir babanın oğlu olmasına karşın ateist bir yazar-çizerdi. Çok genç yaşta tedavisi imkansız bir hastalığa yakalandı ve kısa süren ömründe hep ızdırap çekti. İnançsız bir adamdı ama hasta vücudunda adil bir yürek taşıyordu. Bir gün sokakta yürürken baktı ki, at arabası sürücüsü ağır yükü taşımakta zorlanan atını acımasızca kamçılıyor. Adam gaddar bir sürücüydü. Onu o halde gören herkes korkusundan başını alıp oradan savuşuyordu. Bu manzara karşısında, oradan geçmekte olan Nietzsche, dayanamadı ve o gaddar adama gidip çıkıştı: “Yazıktır; görmüyor musun hayvan bu yükü çekemiyor. Ne diye kamçılayıp duruyorsun?” Arabacının gözü dönmüş bir kere… Başını çevirip baktığında, karşısında sıska bir adam duruyordu; yani bir sıkımlık canı olan bir adam… Gaddar arabacı az önce zavallı atın sırtında şaklattığı kamçıyı bu kez o sıska adama çevirdi ve acımasızca dövdü. Rivayet olunur ki o dayak, Nietzsche’nin ölümünü hızlandırdı. İşin yasal boyutu nedir bilmiyorum. Lakin bu ülkede kişilere özel uygulamalara neredeyse adım başı tanık oluyoruz. Mehmet Haberal’ı sevmeye biliriz. Hatta O’nu sırf ihtilal girişimcilerine arka çıktığı iddiasından ötürü bir ömür boyu da affetmeyebiliriz. Bu başka bir şey; O’nun birkaç saatliğine de olsa, ölmek üzere olan anasına sarılıp helalık alması başka bir şey… Fazla değil; ateist Nietzsche’nin ki kadar merhamet, herkesin olmazsa olmazı olmalıdır. Hukukun temel prensiplerinden biri de, suçun şahsiliği meselesidir. Mehmet Haberal suçlu olabilir; ama anası niçin cezalandırıldı ki? Unutmayalım ki, her kanun hukuk değildir. Diyelim ki Mehmet Haberal suçludur ve suçun bedeli olarak da birçok haktan mahrum bırakılmıştır. Fakat merhum anasının suçu neydi ki, son nefesinde dokuz ay karnında taşıdığı ve büyütüp beslediği evladını birkaç dakika bile olsa görmekten men edildi? Analar ağlamasın istiyorsak, dağa taşa korku yerine adalet sinmelidir, adalet… Aç kalmaya razıyım; tıpkı vaktiyle atalarımın yaptığı gibi, at pisliğinin içinden arpa tanelerini yıkayıp yiyebilirim ve böylece yaşayabilirim. Lakin en azılı düşmanımın bile zulme uğramasına razı olamam. Benim karnımın doyduğu gün, ülkemin dört bir yanına adaletin hakim olduğu gündür. Öbürü hikaye… Nasılsa havyar yiyen de doyuyor, kuru ekmek yiyen de… Bizim Orhan Bozkurt dünkü yazısında sokak köpeğine zulmeden çocukları yazmıştı, dikkatle okuyanlar görecektir o yazıda Orhan’ın kan kırmızısı gözyaşları vardı. O yazıyı okurken, boynuna ip takılmış sürüklenen köpeğin çektiği ıztırapla, Mehmet Haberal’ın, ölen anasının ardından döktüğü gözyaşlarını yan yana getirdim. İkisi de zulme uğramıştı, ikisi de adil olmayan bir sistemin dişlileri arasında ufalanmıştı.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.