Erzurum Güncel- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yargının siyasallaştığı eleştirilerinin yükseldiği bir dönemde adli yıl açılış törenini yine Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yaptı.
TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun katıldığı, hâkim ve savcılara katılımın zorunlu tutulduğu törene baro başkanları davet edilmedi.
“Çoklu baro”yu savunan Erdoğan, açlık grevinde hayatını kaybeden avukat Ebru Timtik’in fotoğraflı pankartının İstanbul Barosu binasına asılmasını kabul edilemez bulduğunu söylerken, “Uyuşturucu baronunu savunan avukat uyuşturucu tüccarlığına, katili savunan avukat cana kast etmeye, hırsızı savunan avukat hırsızlığa kalkışmıyorsa, teröristin avukatlığını yapanın da teröristliğe soyunması mümkün değildir. Bu kanlı yolun önünü kesmek için gerekeni yapacağız” dedi.
Bunca tartışmayla başlayan adli yıl açılışının ardından Cumhuriyet muhabiri İpek Özbey, bu sözlerin hedefindeki isimlerin başında gelen İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu’na suçlamaları ve yargıdaki son durumu sordu.
- “Ebru Timtik örgüt üyeliğinden yargılanıyor, Mehmet Selim Kiraz’ı da DHKP-C öldürdü, dolayısıyla bunların arasında irtibat var” deniliyor. Bu irtibatın olup olmadığının bir hukuk kurumu olarak değerlendirmesini ancak yargı kararında ortaya çıkmış olmasıyla mümkün görürüm. Bugün itibarıyla Ebru Timtik ile ilgili verilmiş, kesinleşmiş bir yargı kararı yok, kesinleşmemiş olan yargı kararında da Mehmet Selim Kiraz ile ilgili tek bir laf yok. Algı operasyonu!
- 15 Temmuz siyasal İslam teorilerinin çöktüğü gündür; AKP, öyle bakması gerekirdi, bakmadı. Özellikle liyakat ve laiklik konusunda yeniden düşünmesi gerekiyordu, yapmadı. FETÖ’den öğrendikleri kendi düzenlerini kurmak yoluna gittiler.
- Adalet Bakanı’nın referansıyla çok net bir şey söyleyebilirim. Hatırlarsanız birkaç ay evvel “Maklubeye birlikte kaşık sallayanlar, yargıyı dizayn etmeye çalışmasınlar” dedi. Siyasal iktidarın içinde maklubeye kaşık sallayanlar, anlıyorum ki yargıyı dizayn etmeye çalışıyorlar ve Adalet Bakanı buna karşı. Arka odada kimlerin olduğunu anlatabiliyor muyum? Bırakın onu, maklubenin sahipleri zaten eskiden böyle bir projenin sahipleriydi. Onların kütüphanelerinde duruyor zaten teklif. O teklifi kütüphaneden çıkardılar, bir anda Adalet Bakanı’nın da haberi olmadan realize edilmeye başlandı.
- Bu ülkede OHAL döneminde çıkarılan bir KHK ile 1.5 yıl boyunca hâkim, savcı alımında yazılıdan 70 alma zorunluluğu kaldırıldı. Ben 91 alan, mesleğe kabul edilmeyen pırıl pırıl avukatlar biliyorum ama 54 alıp mesleğe kabul edilen şu anda hâkim, savcılık yapmakta olan avukatlığı becerememiş hukukçular da biliyorum. Benim elimde mesela 175 kişilik AKP mensubu avukat listesi var. Hepsi hâkim, savcı. Bu listeler yayımlandı da… Bunlar özel olarak alındı.
- Baroculuk devlet dili kullanarak yapılmaz. Siz Metin Feyzioğlu’nun iki senedir “Türkiye’de şöyle bir insan hakkı ihlali vardır” dediğini duydunuz mu? Susuyor. Biatçı, teslimiyetçi dili kullanmaya başladığınızda böylesine bir tablo ortaya çıkıyor.
- Önce pankart meselesini anlatın bize. Zorla asıldığını belirtmiştiniz. Kim asıyor Ebru Timtik pankartlarını?
O gün Ankara’daydım. Ebru Timtik’in vefatı üzerine baro önünde bir anma gerçekleştiriliyor. Daha evvel gelip böyle bir pankart asıp asamayacaklarını soruyorlar.
- Soranları tanıyor musunuz?
Bir kısım avukatlar… Arkadaşlarımız izin vermiyor. Anma, cenaze kaldırmak gibi geleneklerimiz var ama hiçbir zaman hiç kimsenin fotoğrafını asmadık. Bu sefer de izin verilmiyor. Bir süre sonra zorla gelip muhasebe müdürünün odasına girmek suretiyle, hatta sandalyeleri falan yerlere atarak o pankartı zorla asıyorlar. Aşağıda da bir kalabalık olduğu için, anında çıkarılması sorun olur diye düşünülüyor, kalabalığın dağılmasının ardından pankart bizim tarafımızdan indiriliyor.
- Siz uzaktan müdahale ediyor musunuz?
Pankart asıldıktan sonra haberim oldu. Sonuç olarak “Pankartı kaldırın” dediğimi biliyorum. Pankart tahmin ediyorum 17-20 dakika arası asılı kaldı. Burada olayın nasıl olduğundan ziyade, İçişleri Bakanı tarafından nasıl anlatıldığı daha vahim bir durum. Bütün bu gelişmeler doğrudan polisin gözü önünde oluyor. Yani orada çok geniş bir güvenlik önlemi alınmış. Pankartın asıldığını biliyorlar. Hadi diyelim ki pankart içeriden asıldığı için görmediler ama pankartın bizim tarafımızdan kaldırıldığını biliyorlar. Polisler kaldırmadı. Buna rağmen İçişleri Bakanı’nın, “İstanbul Barosu yöneticileri pankartı astı, yazıklar olsun onlara. Allah’tan güvenlik güçleri, polis o pankartı oradan kaldırdı” demesi olayı başka türlü değerlendirmemize neden oluyor.
- Nasıl bir değerlendirme?
Algı operasyonu yapıldığını düşünüyorum. Olay doğrudan doğruya İçişleri Bakanı -sonra Cumhurbaşkanı da ortak oldu ona- tarafından Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesiyle ilişkilendirildi. Ebru Timtik’in yargılanması sırasında Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesi olayı hiç gündeme gelmedi. İddianamesinde Kiraz’ın öldürülmesine ilişkin bir katkısından hiç söz edilmiyor.
- Nereden çıkıyor peki?
O yüzden algı operasyonu diyorum. Kiraz’ın öldürülmesiyle ilgili İstanbul Barosu’nun beyanları ortada. Bir savcı adliye içinde katledilmiş, o bizim şehidimiz. Her anmasına katılmaya, onun değerlerini yaşatmaya çok büyük bir özen gösteriyorum. İstanbul Barosu’nun teröre destek verdiği, göz yumduğu falan iddiası, çılgınca bir iddiadır.
- Araya gireyim: Ebru Timtik neden yargılanıyordu?
Örgüt üyeliğinden.
- Hangi örgüt?
DHKP-C…
- Bağlantıyı buradan mı kuruyorlar?
Evet. Mehmet Selim Kiraz’ı da DHKP-C öldürdü, dolayısıyla bunların arasında irtibat var deniliyor. Bu irtibatın olup olmadığının bir hukuk kurumu olarak değerlendirmesini ancak yargı kararında ortaya çıkmış olmasıyla mümkün görürüm. Bugün itibarıyla Ebru Timtik ile ilgili verilmiş, kesinleşmiş bir yargı kararı yok, kesinleşmemiş olan yargı kararında da Mehmet Selim Kiraz ile ilgili tek bir laf yok. Onun için algı operasyonu sonucuna varıyorum. Bu tartışmanın nereye götürülmeye çalışıldığı tarihlerle de ilgili… 1 Eylül’de adli yıl açılışı külliyede yapıldı, bu yıl kimse tarafından tartışılmadı. Oysa geçen yıl en temel tartışma konularından biriydi. Anayasanın 104. maddesine göre yürütmenin başı konumunda bulunan bir kimsenin yargının açılışını yapıyor olması, burada konuşma yapıyor olması, geçmiş yıllardan alışkın olduğumuz dinlemesi gereken noktadan, konuşması gereken noktaya bizzat kendisinin kendisini taşıması hiç tartışma konusu olmadı. Yargının temel sorunları konuşulmadı. Sadece kendisinin değil, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı’nın da Yargıtay Başkanı’nın da çok muhlis bir dil kullanmaya özen de bence mekânın kendilerinde yarattığı psikolojik dille ilgili… Oraya gidenlerin inanın bana bedenleriyle birlikte ruh bütünlüklerini de sağlıklı bir şekilde taşıdıkları inancında değilim. Külliye’ye giden herkesin bir yargı mensubu olarak rahatsız olduğunu düşünüyorum. Olabilecek bir şey değil, Kabotaj Bayramı denizde kutlanır İpek Hanım.
- Öyleyse niye gidiyorlar?
Gitmek zorundalar. Türkiye’de yargının içinde bulunduğu temel sorunlardan biri bu. Yürütme, yargı üzerinde büyük bir baskı kurmuş vaziyette, bu baskının sonucu olarak bütün bunları yaşıyoruz. Türkiye’de hukuk habitatının değişmesi gerekiyor. Aksi takdirde bunu götüremeyiz, adına hukuk devleti diyemeyiz.
- Cumhurbaşkanı, “Yargının hiçbir unsuru, herhangi bir ideolojinin emrine giremez. Çoklu baro sistemini getirmekteki amaçlarımızdan biri de barolarımızı bu sorunlu yapıdan kurtarma umuduydu. İnşallah önümüzdeki dönemde avukatlıktan teröristliğe uzanan bu kanlı yolun önünü kesmek için gerekeni yapacağız” dediğinde bir baro başkanı ne düşünür?
Çok ciddi kaygılar içine girdim. Öyle anlıyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın zihninde farklı bir avukatlık tahayyülü var. Bu avukatlık tahayyülü mesleğin gelişimine yönelik bir gerçeklik ifade etse, hukuk devleti ya da yargı bağımsızlığına katkı verecek yeni bir düzenleme olsa kuşkusuz sevinç duyarım. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kafasındaki modelde bir insanın suçlanmasıyla ilgili evrensel kabule ulaşmış, hukuk kriterleri yok. “Bu teröristtir” diyor. “Bu teröristtir” dediği kimsenin gerçekten terörist olup olmadığının hukuk devletindeki tanımı doğrudan doğruya bir mahkeme kararıdır. Ta Mecelle’den beri… Eskiden Erdoğan çok kullanırdı mesela, “Beraat-i zimmet, asıldır”… Çok doğru bir laftır. Birisinin suçlu olduğunu söyleyebilmeniz için, onun suçluluğunun kanıtlanması gerekiyor. İnsanlar bu kadar kolay kriminalize edilmemeli. OHAL İnceleme Komisyonu’ndaki incelemeler sonunda anladık ki KHK’lerle ihraç ettikleri memurların ihraç kararlarının büyük bir bölümü istihbarat birimlerinin raporlarıyla ilgiliymiş. Burada da aynı şeyi çalıştırmaya çalışıyorlar. Bu arada “teröristi savunan avukat da teröristtir” gibi bir mantıktan yola çıkarsanız, bizim bu mesleği yapabilmemizin hiçbir koşulu kalmaz. Biz katilin de hırsızın da uyuşturucu satanın da avukatlığını yaparız. Buradaki avukatlık özü itibarıyla, Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle tırnak içine alarak söylüyorum “iç içe” olmak demek değildir. Bir avukatın müvekkiliyle ilişkisi savunma hakkına yöneliktir. Bunu inkâr ederseniz, yargılamaya gerek kalmaz, savunma hakkını inkâr ediyorsunuz demektir.
- İdam cezasının geri getirilmesi konuşuluyor. Mümkün görüyor musunuz?
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine, idam cezasını barışta ve savaşta yasaklayan iki protokole taraftır. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Ek İhtiyari Protokol’e taraftır. Bu konunun, hukukçular tarafından tartışılamayacak bir konu olduğu açık. Bu saatten sonra idamın geri getirilmesi için yapılacak her değişikliğin özellikle Avrupa Birliği sürecinden tümüyle kopuş anlamına geleceğini düşünüyorum. Daha önemlisi çağdaş dünyadan da kopuşu ifade edeceğini düşünüyorum. Çok daha önemlisi özellikle yurtdışında bulunan, bizim terörist olarak nitelediğimiz FETÖ ve benzeri suçluların iadesiyle ilgili bütün işlemlerden vazgeçilmesiyle ilgili bir anlam da taşıyacağını değerlendirmek gerektiği kanısındayım.
- Yasa henüz Meclis’ten geçmemişti. Cumhuriyet’teki bir yazınızda çoklu baroyla ilgili çalışmanın “arka oda”da hazırlandığını söylemiştiniz. Neresi bu arka oda?
Bunu anlayabilmek için biraz geçmişe gitmek gerekiyor. Çoklu baro düzenlemesi aslında Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde bir kez daha gündeme gelmişti. O dönem içinde Devlet Denetleme Kurulu raporlarına da girmişti ve sadece baroların değil, diğer meslek odalarının da seçim usullerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğinden söz ediliyordu. Biz o raporun, o zamanlar da bir FETÖ projesi olduğunu söylemiştik. Hatta Metin Feyzioğlu, 24 Şubat 2018’de Ankara’da Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda yaptığı konuşmada “Bu bir FETÖ projesidir, nokta!” diye ifade etti. Bence de bir FETÖ projesidir. Daha sonraki süreçte birkaç kez gündeme getirildi. Her defasında biz bir şekilde söylediklerimiz, yaptıklarımız, konuştuklarımızla, hukuk diplomasisiyle halledebilmiştik. Bu kez yeniden gündeme geldi. Gelişi de ilginç bir gelişmeyle oldu.
- Neydi o gelişme?
Birdenbire yandaş medyada yasa değişiklikleri hazırlandığı söylendi. Biz tartışmaların içine girdik. Tam o sırada bir sabah Feyzioğlu, TBB Başkanı sıfatıyla bir açıklama yaptı ve “Yok böyle bir tasarı, neyle uğraşıyorsunuz” dedi. Aynı gün öğleden sonra, Adalet Bakanlığı “Böyle bir hazırlığımız yok” diye yazılı bir açıklama yaptı. Biz utandık hatta, durup dururken yandaş basında iki habere bakarak niye bu tartışmanın içine girdik diye… Ertesi gün Cumhurbaşkanı, “Hayır var böyle bir tasarı, biz hazırlıyoruz. Getireceğiz ve Meclis kapanmadan çıkacak” dedi. Bir avukatlık yasa değişikliği hazırlanıyor, TBB Başkanı’nın, Adalet Bakanı’nın haberi yok.
- ‘Arka oda’ mı devreye giriyor?
Aynen öyle. Bunun başka bir izahı yok. Kimsenin haberi yok ve arka odalarda bir yerde böyle bir şey hazırlandı. Tabii bu FETÖ projesi, Adalet Bakanı’nın haberinin olmaması meselesine baktığınızda aslında arka odada kimlerin olduğu gerçeğini de değerlendirmek gerekiyor.
- Kimler?
Adalet Bakanı’nın referansıyla çok net bir şey söyleyebilirim. Hatırlarsanız birkaç ay evvel “Maklubeye birlikte kaşık sallayanlar, yargıyı dizayn etmeye çalışmasınlar” dedi. Siyasal iktidarın içinde maklubeye kaşık sallayanlar, anlıyorum ki yargıyı dizayn etmeye çalışıyorlar ve Adalet Bakanı buna karşı. Arka odada kimlerin olduğunu anlatabiliyor muyum? Bırakın onu, maklubenin sahipleri zaten eskiden böyle bir projenin sahipleriydi. Onların kütüphanelerinde duruyor zaten teklif. O teklifi kütüphaneden çıkardılar, bir anda Adalet Bakanı’nın da haberi olmadan realize edilmeye başlandı.
- FETÖ, yargıdan hâlâ mı temizlenemedi?
Ciddi ölçüde temizlendiğini biliyorum ama hâlâ olduğuna ilişkin emareleri de duyuyorum. Bu neyi ifade ediyor ama? Yargıda FETÖ temizlendi de şimdi temiz bir yargımız mı var? Artık bağımsız ve tarafsız mıyız?
- FETÖ gitti, METÖ geldi mi demek istiyorsunuz?
Aynen. 15 Temmuz’dan itibaren bir cümleyi özenle kullanmaya dikkat ediyorum. Kendi şeyhini mehdi zanneden tek cemaat FETÖ değil. Yargı içindeki gelişmeler, özellikle yargıç, savcı alımındaki tercihler öyle bir noktaya ulaştı ki… Cemaatlerle örgütlenme bir devlet kurumu içinde asla tercih edilmemeli. Yargı içindeyse hiç tercih edilmemeli. Yargı, siyasal örgütlenmelerin odağı olamaz. Hele o siyasal örgütlenmeleri doğrudan doğruya cemaatler üzerinden yapmaya çalıştığınız zaman bunun yargı üzerindeki yansıması çok farklı olur. Evet, FETÖ için bence başarılı bir operasyon yapıldı ama sonuç olarak bu, yargıyı düzelten bir unsura dönüşmedi. Benim için önemli olan o insanın FETÖ’cü olup olmadığı değildi, bir cemaat mensubu olarak, bağımsız karar verme yetilerinden uzak bir yargıçla karşı karşıyayım. Şu anda da bağımsız karar verme yetilerinden uzak yargıç ve savcılarla karşı karşıyayım. Üstelik bu yargıç ve savcıların şu anda genç olduğunu, çok büyük bir ağırlığının HSK ve Adalet Bakanlığı tarafından özel saiklerle alındığını biliyorum. Bakın bu ülkede OHAL döneminde çıkarılan bir KHK ile 1.5 yıl boyunca, hâkim, savcı alımında yazılıdan 70 alma zorunluluğu kaldırıldı. Ben 91 alan, mesleğe kabul edilmeyen pırıl pırıl avukatlar biliyorum ama 54 alıp mesleğe kabul edilen şu anda hâkim, savcılık yapmakta olan, avukatlığı becerememiş hukukçular da biliyorum. Benim elimde mesela 175 kişilik AKP mensubu avukat listesi var. Hepsi hâkim, savcı. Bu listeler yayımlandı da… Bunlar özel olarak alındı.
- Bir yargıcın siyasal görüşü olamaz mı?
Elbette, bir yargıcın siyasal görüşünün olması kadar doğal bir şey yok. İnsan denilen sosyal varlığın, siyasal varlığa dönüşebilmesi onun birey olmasıyla ilgili kuşkusuz. “Niye bu AKP’li, niye CHP’li” diye sormak kimsenin haddi değil, böyle bir yaklaşım içinde de değilim…
- Ama…
Ama siyasal düşüncesinin kendisine öğrettiği değerlerinin, kararına ne kadar yansıdığı beni çok ilgilendiriyor.
- Ben bir yurttaş olarak mahkeme kapısına gittiğimde tüm bu uygulamalar hayatımı nasıl etkileyecek?
Yargı bağımsızlığı onurlu yaşamak demektir. Yargı güvenliği alnı ak, başı dik insanın korkmadan dolaşabilmesidir. Sabah saat 6’da kapı çalındığında gelenin sütçü olması demektir. Biz buradan süratle uzaklaştık. İsnatlar olabilir. Ama yargı ben masumsam beni oradan çıkarıp alacak güçtür. Haksızlığa uğradıysam kime güveneceğim ki daha? Bunu sağlayabilmem gerekiyor. Bizim kaybettiğimiz şey bu. Türkiye’de özellikle 2007 sonrasında başlayan süreçte yargıda çok ciddi değişiklikler meydana gelmeye başladı. Yargının ele geçirilmesi projesi, FETÖ’ye siyasi iktidar tarafından doğrudan ihale edildi. Ve FETÖ 2010 referandumuyla HSYK eliyle yargıyı teslim aldı. 26 maddeden oluşan bir anayasa değişikliğiydi ama iki maddesi çok önemliydi. 24’ü gelse ben de oy verirdim. Ama 24’ü makyajdı… Ben bunun milat olduğunu düşünüyorum. O referandum geçmeseydi, yargı bu hale gelmezdi. TSK bu hale gelmezdi, Ortadoğu siyaseti bu hale gelmezdi.
- Nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
HSYK’nin o şekilde biçimlenmesiyle Ergenekon ve Balyoz davaları ortaya çıktı. O davalar sadece birilerinin şu ya da bu şekilde darbeyle suçlanması değildi. Birilerinin darbeyle suçlanması suretiyle görev değişikliklerinin gerçekleştirilmesiydi. Ergenekon ve Balyoz sanıkları olarak aldıkları insanların yerine, FETÖ kendi üyelerini getirdi. O üyelerin bir süre sonra Türkiye’de Ortadoğu siyasetini nasıl değiştirdiklerine tanık olduk. Yargıya dönersek, yargı siyasal stratejilerin bir parçası haline dönüştü. Siyasal iktidar vesayet adı altında bir baskıyla karşı karşıya idiyse, o vesayeti ortadan kaldıracak siyasal projeler üretemeyince, bu projeleri bir biçimiyle de olsa yargı eliyle üretmeye yöneldi. Hukuksuzluğu meşrulaştıralım noktasına geldiler. Ergenekon, Balyoz döneminde söylerlerdi ya, “Ya durun, bunun yargıtayı var, bireysel başvurusu var, AİHM’ye kadar gidebilir, sakin olun”… E, sakin olalım da insanlar içeride. Ve bir gün kumpas deyip çıktılar içinden… 15 Temmuz’un ortaya çıkardığı ders, yargı dünyası ve AKP için bir ders olmadı. 15 Temmuz siyasal İslam teorilerinin çöktüğü gündür; AKP, öyle bakması gerekirdi, öyle bakmadı. Özellikle liyakat ve laiklik konusunda yeniden düşünmesi gerekiyordu, yapmadı. FETÖ’den öğrendikleri kendi düzenlerini kurmak yoluna gittiler. Yine yargı siyasetin bir parçası olmaya dönüştü. Cumhuriyet, Sözcü gibi gazetelere dava açarken aslında o davaların sanıklarına ceza vermek değildi amaçları. İfade özgürlüğünü nasıl ortadan kaldıracaklarını, yargıyı kullanarak gerçekleştirmeye çalıştılar. Gezi Davası da böyle bir dava aslında. İnsanlara, “Bak bir daha Gezi’de olduğu gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü adı altında hadi arkadaşlar gidiyoruz diye bir şey duyarsan ve gidersen bil ki seni Osman Kavala yaparım” mesajı. Bu arada şunu da söylemek istiyorum. Osman Kavala çıkacak…
- Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?
AİHM kararları çerçevesinde çıkarmak zorundalar.
- Hukukta yasalar öznel, yerine, zamanına, kişisine göre yorumlanabilir mi?
Mahkemelerden çıkan kararların bu kadar tartışmalı olması normal mi? Bugün Türkiye’de hiçbir davayı kestirebilmek mümkün değil. Anladığım kadarıyla bir talimat söz konusu ve bu talimata göre hareket ediliyor. Bunun başka izahı yok. Avukat olan sanıkların tahliyeleri için cuma akşam verilen kararın, cumartesi değiştirildiğini biliyorum. Bunu başka nasıl izah edebilirsiniz ki… Ne olmuştur ki akşam o kararı veren adam, mesai günü olmayan cumartesi sabahı adliyesine gelip o kararı değiştirmiştir? Bütün bunlar bizim için çok vahim.
HUKUK HABİTATINI BOZDULAR
“Hukuk habitatını bozdular. Geçmişte çok mu iyiydi? Hayır, ciddi sıkıntılar vardı. Mehmet Moğultay’ın Adalet Bakanlığı sırasında ‘CHP’lileri yapmayıp da MHP’lileri mi hâkim, savcı yapacaktım’ cümlesi vardır ya, o cümle kişisel olarak Mehmet Moğultay’ı acımasızca eleştirdiğim, ‘Bunu yapamazsın, hakkın yok’ dediğim için bana verilmiş bir yanıttı. Biz böyle mücadele ediyoruz. Geçmiş de kötü diyenlere, geçmişin kötülüğünü de ben söyledim, sen söylemedin ki demek istiyorum…”
BAROCULUK DEVLET DİLİ KULLANILARAK YAPILMAZ
- TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun eksen kayması yaşadığını söylüyorsunuz. Tam olarak ne zaman oldu bu?
2017’de Metin Feyzioğlu TBB Başkanlığı’na tek aday olarak seçtik. Eksen kaymasının 24 Şubat 2018’de gerçekleştiğine inanıyorum. Bu son yasa değişikliğine benzer bir değişiklik o tarihte gündeme gelmişti. Bir toplantı yapmıştık. O toplantıda Metin Feyzioğlu’nun dilinin değiştiğini fark ettik. O sabah görüştüğü Başbakan Binali Yıldırım’a teşekkürle bitirdi toplantıyı, çok tepki aldı. O günden sonra çizgisinde büyük değişiklik gördük. Bakın bir insanın siyasal görüşlerinin değişip değişmemesi, bunlar beni ilgilendiren şeyler değil. Bu TBB başkanı da olabilir. Ama benim için önemli olan yaptığınız görevin dilidir. Baroculuk devlet dili kullanılarak yapılmaz.
- İlle de muhalif mi olmak zorunda?
Bizim yasamızın 76 ve 95’inci maddeleri bize hukukun üstünlüğünü savunmak ve insan hakları ihlallerine karşı çıkmak gibi bir görev yüklüyor. İnsan hakları ihlalleri siyasal iktidarlardan gelir, muhalefetten gelmez. Dolayısıyla siz siyasal iktidarla karşı karşıya gelirsiniz, bu dünyanın her yerinde böyledir. Baro da bunun için vardır, iktidarlar bilir ve tahammül gösterir. Bu partisel bir karşı çıkış değildir. Sadece görevin yapılmasıdır. Başka sivil toplum örgütlerine kanunlarla verilmiş böyle görevler yok. Kendinizi iktidarın yanında konumlandırırsanız bu görevi yapamazsınız. Yapamıyor zaten. Siz Metin Feyzioğlu’nun iki senedir “Türkiye’de şöyle bir insan hakkı ihlali vardır” dediğini duydunuz mu? Susuyor. Biatçı, teslimiyetçi dili kullanmaya başladığınızda böylesine bir tablo ortaya çıkıyor.
AVUKATLAR İÇİNDE BULUNDUKLARI DURUMU ANLADILAR
- İktidara yakın hukuk dernekleri İstanbul ve Ankara’da yeni barolar için 2 bin imzayı bulamadı. Neden bulamıyor, bu sonuç görülememiş miydi?
Sanmıyorum öngördüklerini. Tam tersine olabileceğini düşünüyorlardı. Öyle olmadı. Avukatlar, içinde bulundukları durumu anladılar diye düşünüyorum. Bir ölçüde hem Ankara’da yaptığımız, hem de yasalaşma aşamasında TBMM’de yaptığımız mücadelelerle olayı bir anlamda meslektaşlarımıza da anlatabildik diye düşünüyorum. Meslektaşlarımızın da çok ciddi bir yaklaşımları oldu ve başaramadılar. Bunu siyasal ayrım gözetmeden söylüyorum. AKP, MHP mensubu olan yakın arkadaşlarım var, onların da katılmadıklarını biliyorum.
- Amacına ulaşmadı yani…
Belki bu barolar kurulabilir ileride. Dört sene hiçbir işlev görmez… Sanıyorum bu süreçte önemli ölçüde ilgi de kaybolacaktır.
SULH CEZA HAKİMLİKLERİ KALDIRILMALI
- Yargı bağımsızlığının sağlanması konusundaki değişiklikler yapılmalı.
- HSK’nin yapısı baştan sona değişmeli.
- Hâkimlerin önce coğrafi güvencesi sağlanmalı.
- Sulh ceza hâkimlikleri otomatik tutuklama müessesesine dönüştü, mutlaka kaldırılmalı.
- Savunma hakkına saygı göstermeden yargı reformu yapabilmek mümkün değil. Savunmanın önündeki tüm engeller kaldırılmalı. Biz dosyalarımıza ulaşamıyoruz. Gizlilik kararları görüyoruz. Tutuklamaya itiraz edeceğimiz dosyada vereceğimiz dilekçeyle ilgili bir tek delili göremiyoruz ki itiraz edelim. Gizlilik kararı olmayan dosyaları dahi göremediğim oluyor. Savcının dosya kaçırdığı gerçeğiyle karşı karşıyayım.
- AİHM kararlarını refere eden bir anlayışın yargıya hâkim olması gerekiyor.
Cumhuriyet