Erzurum Güncel- Kafkasya Cephesi’nde, savaşın hatta 19. yüzyılın akışını değiştirecek bir fırsatla karşı karşıya kalındığı ancak akıl tutulması yüzünden bu tarihi fırsatın kaçırıldığı ortaya çıktı.Rus Çarı II. Nicholas ve ordu kumandalarını pusuya düşüren 19 asker, emir almadıkları için beş metre önlerinden geçen düşmanın komuta kademesine ateş açamadı.İstihbarat raporları ve Kazım Karabekir’in günlükleriyle de teyid edilen acı gerçek, Erzurumlu Yazar Sara Gürbüz Özeren’in, Sarıkamış’ın 100. yıldönümünde kaleme aldığı “Donmuş Umutlar / Sarıkamış” isimli romanında ortaya çıktı.İşte tarihi değiştirecek o anlar özetle şöyle anlatılıyor:TEK KURŞUN ATILMAYACAK EMRİ“Teğmen İsmail Hakkı, on dokuz eri yanına alarak yola çıktı. Bütün gece yürüyeceklerdi. Hava açıktı ve ayaz ustura gibi kesiyordu. Erler, aldıkları emir üzerine sessiz yürüyorlardı. Bu bir keşif göreviydi. Rusların ileri hatlarına sarkarak bilgi toplayacaklardı.Teğmen İsmail Hakkı ise tek kurşun bile atamayacağı bir göreve gönderildiği için sinirleniyordu.Gün ışırken karşılarına üç yol ayrımı çıktı. Ezilmiş karların kayganlaştırdığı yollar bomboştu. İlerde uçsuz bucaksız bir kar çölü uzayıp gidiyordu.Teğmen İsmail Hakkı, yola beş-on metre kala askeri mevzilendirdi.Zuladan peksimetler çıkarıldı. …Mehmet, tayınından ikinci ısırığı koparırken gözü yolun ilk aşıt noktasına takıldı. Bir karaltı görür gibi oldu. Az daha dikkat edince karaltıların çoğaldığını fark etti. Aceleyle tayını çantasına soktu. Dizlerinin üstünde kumandana doğru süründü. O sırada Teğmen İsmail Hakkı, tam ters istikameti kolaçan ediyordu.– Kumandanım, diye fısıldadı.İsmail Hakkı döndü:– Ne var asker?– Geliyorlar kumandanım!Bütün başlar o tarafa döndü.Durmuş, gayri ihtiyari tüfeğini kavradı. Ötekiler de aynı şeyi yaptı. Teğmen İsmail Hakkı, gözünü gelenlerden ayırmadan:– Ateş etmek yasak! Anlaşıldı mı?Gelenler yaklaştıkça bunların kalabalık bir kafile olduğu anlaşılıyordu. Atların çektiği kızaklı arabalar tıka basa yüklüydü. Fıçılar, denkler, çuvallar…Erler, bakımlı atların çektiği kızakların üstünde olmayı hayal ettiler. Bir yün fanila, bir işlik, yün bir kaput… Sonra yiyecekler… Taze pişmiş ekmek, kavurma, belki birkaç dilim peynir…Sürücüden süvarilere kadar hepsi kürk kalpak takmışlardı. Uzun, yün paltoları kalın keçe çizmeler tamamlıyordu. Rusların, zemheriye meydan okuyan giyimleri, Teğmen İsmail Hakkı’nın erlerinin gözlerini kamaştırmıştı. On dokuz çift göz hayretle, gıptayla bakıyordu geçenlere. Tetiği tutan parmaklar gevşemiş, düşünceleri Kafkaslarda vadedilen zenginliğe kaymıştı.Kafilenin ardı arkası kesilmiyordu. …Genç teğmen, önünden ağır ağır geçen Kazak süvarilerine baktıkça, öfkeden dişlerini sıkıyordu. Şeytana uyup kurşun sıkmamak için, kendi kendine amansız bir savaşın içindeydi.RUS ÇARI TEĞMENİN NAMLUNUN UCUNDAYDIDerken homurtularla dumanını savuran bir otomobil göründü. Teğmen İsmail Hakkı, ömründe bu kadar heyecanlandığını hatırlamıyordu. Gözlerini kırpmadan bakıyordu. Otomobil ağır ağır yaklaştı. Tam karşılarına geldi. Aralarında ancak beş metrelik bir mesafe vardı. İçerde tam dört kişiydiler. Pırıl pırıl giysilerinin yakaları gösterişli madalyalarla dolu idi.On dokuz er ve kumandanları, aynı anda tetiğe uzandılar. Erlerin gözleri, bir otomobile bir kumandana kayıyordu. Kumandanın vereceği bir işaret, sadece bir işaret yetecekti. Ta Samsun’dan, Giresun’dan, Erzincan’dan, hatta İstanbul’dan bugün için gelmemişler miydi? İşte ganimet, şan ve şöhret önlerinden geçiyordu. Daha ne bekliyorlardı.Aslına bakılırsa Teğmen İsmail Hakkı, gözü kara biriydi. Vukuatları başını almış gitmişti. Şimdi şurada, şu ıssız dağ başında eline geçen fırsatı kaçıracak biri değildi. Evet, emre itaat şarttı askerlikte… Ama bir de inisiyatif alma denen bir şey vardı. Otomobildekiler, yüksek rütbeli subaylardı ve Teğmen İsmail Hakkı’nın namlusunun ucundaydılar.O gün İsmail Hakkı, verilen emre harfiyen uydu. Ateş etmedi.O gün Teğmen İsmail Hakkı, deliliği bir yana bıraktı, halim selim biri oldu.Ateş etmedi.Az sonra kar çölü derin bir sessizliğe gömüldü. Tıpkı Teğmenİsmail Hakkı’nın on dokuz eri gibi…Görevlerini tamamlamış olarak karargâha döndüler. Teğmen, raporu kumandana verdi. Biraz buruk biraz üzgün olarak… İçinde bir yerlerde kımıldanıp duran bir pişmanlık vardı. “Ah keşke!.. Keşke vursaydım şu otomobildekileri…” diyordu.VURSAYDINIZ KİMSE SİZDEN HESABINI SORMAZDI Aradan birkaç gün geçti. Kumandan, Teğmen İsmail Hakkı’yıçağırdı:– O otomobildekiler kimlermiş biliyor musun?– Rus Çarı II. Nicholas!Teğmenin gözleri, iri iri açıldı. Şakaklarına kan hücum etti. Kumandan konuşmasını sürdürdü:– Ötekiler...– Evet kumandanım, ötekiler!– Biri Kafkas Ordusu Komutan Yardımcısı General Myshlayevski!– Ah, olamaz!– Dahası var.. Kurmay Başkanı General Yudenich ve BirinciKafkas Kolordu Komutanı General Bergmann!Kumandan, genç teğmenin içinde kopan fırtınayı görür gibi oldu:– Mamafih siz, görevinizi yaptınız.– Onu vurabilirdim.... Vurabilirdim... O kadar yakındım ki...– Eh teğmenim! Vursaydınız kimse sizden hesabını sormazdı. Anlaşılan, kumandan da en az genç teğmen kadar pişmandı.“Keşke ateş etmeyiniz emrini vermeseydim.” diye için için hayıflanıyordu.Bizim şanssızlığımız, Rusların mutlak şansı olmuştu.Acaba Rus çarı ve yanındakiler, o gün bizim keşif kolumuz tarafından vurulsaydı neler olurdu?Kafkas cephesinde bir zafer kazanırdık!Osmanlı Devleti, emperyalizme yumruğunu indirmiş olurdu.Olmadı...”Kaynak : Haber7