“İNSANA HİZMET ETMEK, BİR FANİNİN KENDİSİNE YAPABİLECEĞİ EN BüYüK İYİLİKTİR”
önceleri mandıracalık yapan orta halli esnaf sonra MSP'li eski milletvekili Yahya Akdağ mı en iyi anlatır sizi…Menzil Şeyhi mi…Nurculuk mu…Ordulu bir astsubayın kızı olan Şeyma Hanımefendi mi…her birine ayrı hayat verdiğiniz 6 çocuğunuz mu?
çok güzel bir soruyla başladınız ama zor bir soru. İyi malumat sahibi olmuşsunuz. Aslında bunların hepsi anlatır. Hepimiz böyle değil miyiz? Anamızla, babamızla, çevremizle, irtibat kurduğumuz hikmet sahibi insanlarla, dostlarla biz kendimiz oluyoruz. Bu açıdan Allah'a şükrediyorum, çok büyük imkanlara sahip oldum. Mütevazi ölçülerde esnaflık yapan bir babanın oğluyum, rahmetli babam sıfırdan başlayarak ticaret yapmış bir insan, 1969’lu Erzurum’da Milli Nizam Partisini kuran heyetin içinde, sonra MSP’yi kuran heyetin içinde. Bir dönem milletvekilliği yaptı. Ben o birinci dönemin sonunda dönüşünü hatırlıyorum, hemen hemen bütün sermayesini inandığı dava uğruna harcamış bir Anadolulu esnaf. Ama itibarı yüksek olduğu için küçük sermayeyle işlerini devam ettirebildi. Ben babamdan çok şey öğrendim. Bildiğimiz klasik manada eğitimi yoktu, medrese eğitimi vardı, hafızdı, insanları ikna kabiliyeti yüksekti, bunların ötesinde evimizde şunu öğrendik: İnsana hizmet etmek, bir faninin kendisine yapabileceği en büyük iyiliktir. Bunu 6 yaşından itibaren öğrendim, daha sonra hayat biçimi haline dönüştü. Bu niyetinizi sık sık yenilemeniz gerekir. Bir büyüğüm bana şöyle bir tavsiyede bulunmuştu: Her sabah kalktığında dışarı çıkmadan niyetini tazele, öyle çık. Bir, ben çoluk çocuğumun nafakasını helal yoldan kazanmak üzere evimden çıkıyorum. Rabbim benim sorumlu olduğum aile üyelerinin rızkına kefildir ama benim üzerime de vaciptir, helalinden kazanmak için gayret edeceğim. İki, Allah rızası için ben kendim insanıma hizmet edeceğim. Bu iki niyetle evden çıkarsanız, akşama kadar bir mescitte ibadet etmiş gibi evinize dönüyorsunuz. Ben bu tavsiyeyi gücüm yettiği kadar tutmaya çalıştım.
“ERZURUM’A GELİRKEN AĞLAYANLAR, ERZURUM’DAN GİDERKEN DE AĞLAR”
“HEPİMİZİN KALBİMİZİN YERİNİ öĞRENMESİNE İHTİYAç VAR”
Erzurum hakikaten bir mekteptir. Bir Selçuklu kentidir hatta Selçukludan önce Anadolu’daki İlhanlıların benzeri devletlerin kenti. Kadim bir kültürü var. Ama Erzurum’daki önemli öğretilerden biri, garibanın yanında durmak, o gariban için mücadele etmek. Babam milletvekili olduğu için liseyi Ankara’da bitirdim, sonra 12 Eylül şartlarında orada okumayacağımı anladım, tek tercih yaptım Erzurum Tıp Fakültesine gittim. Kendi açımdan vermiş olduğum en iyi kararlardan biriydi, eşimi orada tanıdım ve Erzurum’un insanı çepe çevre saran kültürü bütün hayat tarzıma hakim oldu. Yabancılar için söylüyorum, Erzurum’a gelirken(uzak diye) ağlayanların çoğu Erzurum’dan giderken de ağlayarak gitmiştir. İnanç temellerimizle, milli değerlerimizle ve insana kıymet verme ile ilgili Erzurum’dan çok şey öğrenirsiniz. Bir de ailem çok yükümü çekti. 6 çocuğum var benim. Konuştuk o bu yükü üzerine almayı kabul etti ve bir anlaşma yaptık, daha doğrusu anlaşmayı ben yaptım, tek taraflıydı. O kabul edince bu yükü, “o zaman ne kadar hayırlı iş yaparsam ona ortağız, ne kadar yanlış iş yaparsam onlar bana aittir, seninle ilgisi yok” dedim. Eşim ve ailemin desteği olmasaydı, o 10 senelik Sağlık Bakanlığı yoğun çalışma dönemini yapamazdık. Bunun dışında gençlik teşkilatlarından, vakıflarda insanlardan çok şey öğrendim. Tabi gerek Erzurum’da, gerek Erzurum dışında gönül büyükleri ile de irtibatlarımız oldu, irfan meclislerinde bulunma bahtiyarlığımız oldu. Her birinden bir şeyler öğrendik. Sadece bilgi edinerek değil, hem gönül dünyanızı zenginleştirerek yolunuza devam ediyorsunuz. çok sevdiğim doktor bir ağabeyim dedi ki: Ben şu kadar hekimlik eğitimi aldım, ihtisas yaptım ama bana kalbimin yerini bu eğitimden hiçbirini almamış büyük bir zat öğretti. Hepimizin kalbimizin yerine öğrenmesine ihtiyaç var. Birkaç isim zikrettiniz. Nurcu diye bilen guruptan çok arkadaşım oldu ama doğrudan o gurupların içinde bulunmadım. Mutlaka bir irfan ocağında beslenmişseniz, onun istifadesini görürsünüz. Başka bir yol seçmişseniz de kalbinizin yerini öğrenmeniz lazım.
“SİYASETLE HEKİMLİK çOK BENZEŞİYOR”
“SİYASET KEYİFLİ BİR HAYIRLI BİR İŞ”
Hatta kalp gözümüzü kullanmayı…Eşiniz, Fatma Şeyma Akdağ, Erzurum İlahiyat Fakültesi'nde okurken sizinle tanışıp evlenmeye karar verince, okulu bırakmış. Kızınız Cemile,‘‘İnternet aracılığıyla Distance Education adlı Amerikan Lisesi'nde uzaktan eğitim almış, Havva Nur, Ramazan ve Muhammet’in de başarılı bir eğitim hayatı olmuş. Uçaklarda hayat kurtaran hekimin siyasete geçmesi de bir başka bir can kurtarma eylemi gibi mi göründü size?
Böyle denebilir. Aslında benim siyasi geçmişim 13 yaşında başlıyor. Rahmetli babamın milletvekilliğinde siyaseti çok yakından takip etme şansım oldu, meraklıydım da…O dönemlerde bütün siyasi bakış tarzımı, toplumsal hizmet arzumu “Büyük doğuculuk” oluşturdu. Rahmetli Necip Fazıl’ın yılmaz takipçilerinden biriydim. Bizim ülkemizin çocuklarında demir eksikliğine bağlı kansızlık çok yaygındır. öğretim üyeliğim zamanında 2000 kutu demir ilacı bulup 1000 çocuğa veriyim, onları bu kansızlıktan kurtarayım diye firmalardan sponsorluk yapmasını isteyerek çok uğraştığımı hatırlıyorum, Bakan olduktan sonra bütün Türk çocuklarına ücretsiz verme imkanım oldu. Sadece Türkiye’deki değil, Afganistan’daki çocuklara aşı verme imkanımız oldu. Sudan’a, Somali’ye bile hizmet götürme imkanımız oldu. Dolayısıyla siyaset, bizim hekim olarak yaptığımız işle ciddi ölçüde benzeşen bir iş. Her ikisinde de insana doğrudan hizmeti hedefliyorsunuz, ayrıca özellikle sağlık bakanlığı, bir hekimin hastası ile ilişkisine çok benziyor. Size bir hastanız gelir, muayenesini yapar, tetkiklerini yaparsınız, önce teşhis koyarsınız. Sağlık sistemi için de bu böyleydi. Türkiye’de bir hasta-sağlık sistemi vardı, arkadaşlarımızla beraber ona baktık, inceledik ve teşhis koyduk, sonra bir tedavi verirsiniz hastanıza, verimsiz kuralları değiştirerek tedavi ettik, sonra bu tedaviyi takip edersiniz, sistemi takiben 300’ün üstünde il ziyareti yaptım, geniş değerlendirmeler sonrasında yeni düzenlemeler yaparsınız hastanızı takip ederken, tedaviyi değiştirebilirsiniz, teşhisi bile bazen değiştirebilirsiniz, sistemde de bunu yapabilirsiniz, bu böyle devam edip gidiyor, siyaset gerçekten siz kaşıkla birisine yardım ederken, kazanlar dolusu yiyecekle topluma hizmet etmeye çok benziyor, onun için çok hayırlı bir iş, doğru yaparsanız, sabırlı davranırsanız, prensiplerden uzaklaşmazsanız ve Allah korkusuyla hareket ederseniz siyaset inanılmaz keyifli ve hayırlı bir iş.
“BENİ AK PARTİYE ŞöHRET GETİRMEDİ”
“ERDOĞAN ARKAMIZDA DURMASAYDI TEK BAŞIMA MüCADELE EDEMEZDİM”
Mesleki yaşantınızın en önemli safhası Bakanlığınız. Ama önce Ak Partiyle ilişkinizi tanımlayalım… Ak Partiye kattığınız değeri, Ak Partinin size kattığı değerden anlamaya çalışsak..Bu büyük aşk nasıl başladı?
Güzel soru. Siyasetle ilgilenmemişken, üniversiteden sonra birden bire siyaset. Şunu hatırlıyorum, o zaman Parti Genel Başkanlığı için Sayın Abdullah Gül aday, bir konuşma yapıyor, ben de genç bir bilim adamıyım, o konuşmayı televizyondan izliyorum ve izlerken müthiş heyecanlanıyorum, çünkü konuşulan hususlar, prensipler düşündüklerimle çok örtüşüyor. Ya da televizyonda Erdoğan’ın açık oturumlarda ve programlardaki mücadelesini izliyorum, bu inanılmaz sarıyor beni. Ve şöyle düşünüyorum, bir fert olarak yapmak istediklerimi düşünen ve yapmak isteyen bir ekip siyaset arenasına çıkıyor, o zaman ben onlarla beraber olmalıyım. Tam zamanı! Madem her sabah insana hizmet için evimden çıkıyorum, bu insanlar da aynı şeyi söylüyorlar. Biraz cesaret gerektiriyordu ama. Bazı insanlar şöhretlerinden dolayı partiye davet edilebilirler, evet biz Erzurum’da tanınan, bilinen bir ailenin çocuğuyduk ama çok şöhretli falan da değildik, aday adayı olup sonradan üniversiteye dönme ihtimali vardı. O riski aldım, değerdi o riski almaya, değerdi o güzel insanlarla beraber olmaya. Bazen şu oluyor: başka partiden olan biri sizin hizmetlerinizi taktir ediyor ama partinize karşı bir şeyler söylüyor, benim onlara cevabım hep şu oldu, eğer Ak Parti olmasaydı, o gün için Erdoğan yaptığımız işlerin arkasında durmasaydı yapamazdık ki. Mesela sigara firmalarıyla ben tek başıma nasıl mücadele edecektim, ya da uluslararası ilaç firmalarının fiyatlarını kendi başıma nasıl düşürebilecektim, koskoca özel bir sektörle vatandaşların lehine düşünerek, en fukarayı dikkate alarak nasıl mücadele edersiniz? Arkanızda güçlü bir parti, güçlü bir liderlik, güçlü bir meclis gurubu olmasa yapamazdınız. Ha bunlar olsa da herkes yapamaz, açık konuşalım, önce farkında olacaksınız, arzunuz olacak, ne yapmak gerektiğini bileceksiniz veya öğreneceksiniz ve bunu yapabilecek ekibiniz olacak. Yaptıktan sonra da onu kuvvetlendirerek devam etmeniz gerekir. Yoksa bıraktığınız yerden geri gider. 10 sene boyunca bu pratiği Ak Parti ile devam ettirdik. Ak Partiyi destekleyen vatandaşlardan destek aldık. İsim vermeyim ama önceki Başbakanlardan birinin Sağlık Bakanı olsaydım, bunları yine yapmak isterdim ama yapamazdım.
Neden özal ile olabilirdi sanki? Düşündüğünüz bir çok şeyi o da düşünüyordu.
Evet, rahmetli özal ile olabilirdi. Yine de zordu. Rahmetli özal ile olurdu ama yaşım çok genç olurdu.
“MENZİLİN SİYASETLE İLGİSİ Hİç OLMADI”
Yalçın Bayer, menzil cemaati kontenjanından Sağlık Bakanı yapıldığınızı iddia etmişti. Bakanlık için uygun görülmeniz ideallerin bir araya gelmesi ile mümkün oldu?
Yalçın Bayer veya benzeri insanlar önyargılılar. Menzil’deki büyük zatları 20 yaşından beri tanırım, onları tanımaktan da çok mutlu oldum ama şunu da çok iyi gördüm; siyasetle hiçbir bağları hiçbir zaman olmadı, bundan sonra da olmayacağından yüzde yüz eminim. Onlar orada gönül yapmaya, gönül inşa etmeye, sizin gönül dünyanızı zenginleştirmeye gayret ederler, o da sizin talebinizle ilgili bir şeydir, dolayısıyla bunlar hiç aslı asdarı olmayan şeyler. Neden Bakan olduğumu o gün Başbakan olan Abdullah Gül’e ve partimizin lideri olan Recep Tayyip Erdoğan’a sormak lazım. çünkü ondan önce aktif bir siyaset geçmişi olan, zorlayan, tırmalayan, illa bana şunu verin diyen biri değilim, sonradan hiç olmadı bu. Ama sonuçlarına baktığımız zaman o kıymetli insanlarla çok güzel işler yaptığımı görüyorum. Bizim de bir müktesebatımız vardı tabi.
“UZUN SüRE BAKAN OLMAM, MUVAFFAKIYET VE SAMİMİYETLE İLGİLİ”
Erdoğan’ın Bakan olmanızdaki tasarrufu kadar uzun süre Bakanlık yapmanıza olan taktiri de çok önemli… Koltuklarınızı uzun süre koruduğunuz için ‘en usta bakanlar’ sıfatı kazandırıyor ve ‘Aynen devam edin’ mesajı vererek sizi güçlendiriyor ama bunun içinde sizin bağımsız mücadelenizin, hakedişinizin rolü ne?
Tabi ki benim ve ekibimin. Hiçbir zaman meseleye Recep Akdağ meselesi gibi bakmamak lazım. Bu bir ekip işidir. çok inanmış ve hayatını vakfeden ekip arkadaşlarım oldu beni, bu röportaj vesilesiyle hepsine teşekkür ediyorum. Tabi ki muvaffak olmanın, iyi iş yapmanın ve bunu sürekli olarak sürdürmenin uzun süreli Bakanlık yapmamıza önemli etkisi var. Sonuçlar da gösteriyor.. Bütün dünyada bugün “Türkiye’de değişim programını” örnek alıyor. Hala Harward’da önemli bir gurubun içinde, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Bakanlara sistem nasıl değiştirilir, liderliği nasıl yapılır, politikalar nasıl geliştirilir anlatıyorum. 30’a yakın ülkede buna benzer hizmetlerim oldu, Arabistan’da, Kürdistan Irak’ı, Vietnam gibi ülkelere aktif olarak çalışıyorum. Evet muvaffakıyet ve samimiyet…Ben böyle görüyorum. Tabi Allah’ın nasip etmesi, asıl mesele odur.
“VİCDANIM RAHAT”
Ak Parti’de en uzun süre görev yapan 4 isimden biri oldunuz. Hatta "Türkiye'nin Refik Saydam'dan sonra en uzun süre kesintisiz Sağlık Bakanlığı görevinde kalan ismi" olarak tarihe geçtiniz. Cumhuriyet tarihini kapsayan bir döneme imza atmanız sizde ne kadar büyük bir vebal yarattı? Vicdanınız rahat mı, bu süreyi iyi kullandığınızı düşündünüz mü?
Hamdolsun vicdanım rahat. Bir misal vereyim, 2002’de göreve geldiğimizde, Türkiye’de her 10 bin hane, o yıl sağlık harcaması yaptığı için perişan oluyordu. Her 10 bin haneden 83’ü sırf sağlık harcaması yaptığı için maddi açıdan büyük yıkıma düşüyordu. Buna katastrofik ya da yıkım yapan sağlık harcaması oranı diyoruz. 2012’de bıraktığımda her 10 bin hanenin 14’üne inmişti, 6 kat azalmıştı. Vatandaşın memnuniyeti %39’dan 75’e çıkmıştı. Anne, bebek ölümleri müthiş azaldı. Türkiye’de ortalama hayat süresi uzadı, bütün bunlar doğru bir iş yaptığımızı gösteriyor. Tabi ki arada hatalarımız da, eksiklerimiz de olmuştur, hayal kırıklıklarımız da olmuştur ama resmin bütününe baktığımızda, hayırlı bir hizmet dönemi geçirdik.
“YAPAMADIĞIMIZ İŞLER OLDU”
2002 deyince.. ilk köklü dönüşüm olarak Aile Hekimliği sistemini ortaya koymuştunuz. Yeşil Kartlar yeşil karneye döndü…Kanser ilaçları önce ucuzlatıldı sonra tedavileri bile ücretsiz hale geldi…Aşılar etkin ve güvenli hale getirildi…Yaparım deyip yapamadığınız bir şey kaldı mı?
Tabi çok. O gün için, işin içine Danıştay’ın, Anayasa Mahkemesinin girişleriyle yapamadığımız bazı işler oldu, bugünkü durum itibariyle de, eksik kalan işler onlar. üniversite hocalarımızın özel muayene, özel ameliyat altında para alıyor olması. Biz hocalarımızın emeğinin karşılığını sigorta kurumundan veya devlet bütçesinden vermeliyiz. Ama vermeliyiz. Vatandaş bunu nasıl ödesin. Sağlık planlama yaparak hizmet alabileceğiniz bir alan değil ki ! Zaten sigortanız var, ben sigortam varken bu ödemeyi yapmak zorunda neden kalayım? Bugün özel hastanelerin sistemin içinde vatandaştan yüklü paralar aldığı alanlar görüyorum, bu işi de tamamlayamamıştık, bunu da tamamlamamız gerekiyor. Bu vatandaşın sağlık hizmetleriyle ilgili cebinden harcamasıyla ilgili kısım. öte yandan sağlıklı yaşamı teşvik konusunda sigara ile ilgili dünyaya örnek olduk, çok önemli adımlar attık, şişmanlık ve hareketsizlikle ilgili adımlar atıyorduk, daha orada alacak çok yolumuz var. Bir de sağlık okur yazarlığı ile ilgili alacak çok yolumuz var, sağlık okur-yazarlığı bir kişinin ne zaman sağlık hizmeti alacağını, ne zaman kendini koruyacağını, ne zaman hangi ilacı talep edeceğini öğrendiği bir durumu bize tarif ediyor. Sağlıkta klinik kalite dediğimiz bir kavramı başlatmak üzereydim, önce erişim çok önemli, doktora ulaşamıyorsanız hangi kaliteden bahsedeceksiniz, erişimle beraber kaliteli bir sağlık hizmeti, bunlar üzerinde daha çalışılacak.
“BİZ AYNI EKİBİN KOŞUCULARIYIZ”
Akıl hastanelerinin tarih olması projesi vardı, ‘yetim’ ilaçların Türkiye’de üretilmesi projesi, demir gibi Türkiye projesi…Sünnetin de sağlık güvencesine alınması projesi…Sağlık personeli için çalıştığın yerde otur projesi…Yarım kalan işleri sizden sonraki Bakanlıkların tamamlayacak olması nasıl bir his? Gururla birlikte buruklukta yaratıyor mu? Mesela Etlik ve Bilkent’te inşa edilecek büyük hastanelerle Türkiye’nin sağlık alanında Avrupa’nın önüne geçeceğini söylemiştiniz. 2015’in sonunda Türkiye’nin 2050’lere kadar sağlık binası ihtiyaçları tamamlanmış olacak, diyordunuz.
Bu bir bayrak yarışı. Biz aynı ekibin koşucularıyız. 4*100 gibi bayrak yarışında siz koşarsınız, sizinle beraber son metrelerde arkadaşınız da koşar, böyle bir senkronizasyon lazım, koşarken bayrağı sizden alır devam ettirir. Sağlık Bakanlığı 10 sene yapmışsınız, sonunda bir başka bir arkadaşınız alacak o bayrağı devam ettirecek, onun için devam ettirilen hatta sonradan ilave edilen ne varsa onlar yine bizim, Ak Partimizin milletimize hizmetleridir, biz de nöbet tutan insanlarız.
“Hİç YALNIZLIK HİSSETMEDİM”
“CUMHURBAŞKANININ DAVETİNE OĞLUMUN RENAULT ARACIYLA GİTTİM”
O bayrağı teslim ederken şunu demiştiniz: “Büyük bir onurla taşıdım bayrağı gönül rahatlığıyla değerli kardeşim Mehmet Müezzinoğlu’na teslim ediyorum” Bu törende yanınızda oğlunuzdan başkasının olmaması;“Gücün varsa Erzurumlu ve millet yanındadır.”gibi yorumlara sebep olmuştu. Siz bu yalnızlık duygusunu yaşadınız mı?
Hiç yaşamadım. Ve buna benzer lüzumsuz gösterilere de karşı olan bir insanım. Biz devir teslim törenine arzu etsek, 10 bin kişiyi de getirebiliriz, bakanların etrafında bayrak sallarlar, nümayiş yaparlar bunlar mümkün ama herkesin işi gücü var..Erzurum milletvekilleri olarak 5 arkadaş, il başkanımızla toplantılar yapıyoruz, en son geçen hafta konuştuğumuz hususların içinde şu var, Erzurum’a geldiğimizde ilden çok kalabalık bir ekiple karşılamayın diye konuştuk. Bir ülke ne kadar gelişirse, buna benzer törenler azalıyor. Bir devir teslim töreni yapacaksınız, iyi duygularınızı söyleyeceksiniz, arkadaşınız söyleyecek, bu kadar. Hiç kendimi yalnız hissetmedim. Arkadaşlarım, dostlarım, eşim, partili insanların ötesinde vatandaşlarımız…Bakanlıktan ayrılalı 3 sene oldu, nereye gitsek duayla, hayırla karşılanıyoruz. Şunu bilerek yaptım ben, o gün devletin tahsis ettiği Mercedes marka araçtan inip, oğlumun Renault aracına bindim ve Sayın Cumhurbaşkanını davet etmişti, onu ziyarete o araçla gittim, bilerek yaptım, bunların kıymetsizliğini anlamak lazım. Ben bütün bakanlığım sürecinde, makam odası, konut cümlelerini çalıştığım insanlara kullanmayın dedim, buralar bizim için makam falan değil, buralar hizmete memuriyet yeridir ve buraların sizin olmadığını çok iyi bilmeniz lazım.
“İZMİR TABİP ODASI BİZİM MUHATABIMIZ DEĞİL”
“BAZI TABİPLER PKK’NIN YANINDA DURUYOR”
Görevinizi devrederken hekimlerden helallik bile istediniz…. Bunun üzerine İzmir Tabip Odası, doktorlara internet sitesi üzerinden “Hakkınızı helal ediyor musunuz” diye sordu.10 gün süren ankete 3 bin 826 doktor katıldı, yüzde 89’u hakkını helal etmedi, yüzde 11’i “Helal olsun” demişti. Sizin sağlık çalışanlarının güvencesi veya vatandaş hakları açısından helalliğe başvurmuştunuz..
Biz nasıl bir kültürün insanlarıyız biliyor musunuz? Efendimiz S.A Bir keresinde sahabesine buyurdu ki, kimin hakkı varsa gelsin hakkını alsın benden, Sahabelerden birisi dedi ki: Evet benim hakkım var, siz benim sırtıma vurmuştunuz, ben de sizin sırtınıza vuracağım. Bütün sahabeler telaşlandılar, Allah’ın sevgilisine, habibine nasıl böyle bir şey yapar diye, o sahabe gitti Efendimizi sırtından öptü. Nübüvvet mührünü öptü. Efendimiz onu çok taktir etti sonradan. Allah’ın kainatın efendisi olarak peygamberimiz helallik dilerse biz nasıl dilemeyiz? Biz kimiz? Bunu her gün yapmamız lazım. İzmir Tabip Odası o anlamda bizim muhatabımız değil. çünkü Türkiye’de odaların yanlış bir yapılanması var. Bunu vatandaşlarımızın önemli bir çoğunluğu bilmezler. Tabip odalarına üye olma zorunluluğu çoğu dışarıda piyasada çalışan doktorlar için var, her doktor için böyle bir zorunluluk yok. Yani bir taraftan piyasa doktorluğunun sözcüsü olmak, öbür taraftan sosyalist geçinmek, bunlar birbiriyle çok çelişkili işler. Hekimlik yapmak, insanlara hizmet etmek yerine PKK’nın yanında durduklarını görüyorum bazen. İzmir Tabip Odası için söylemiyorum, şu anda tutumları nasıldır bilemem. Tabiplerin bir kısmı yapıyor bunu. Bunu bile yapabilen bir tabip örgütü bana hakkımı helal ederse nolur, etmese nolur..Biz milletimizden helallik alalım da, beraber hizmet etmek isteyen meslektaşlarımızdan helallik alalım, onlar etmese de olur.
“HAK ARAMA, ALMA KONUSUNDA HüKüMETLE çOK MüCADELE ETTİM”
“PERFORMANS KONUSUNU UYGULAMADA HATA VAR”
İşte…Gerçekten beraber hizmet isteyen meslektaşlarınızla aranız nasıldı diye sormak istiyordum ben de. 80’li yıllarda özal, sağlık sistemini özelleştirdi, 90’lı yıllarda Demirel’in yeşil kart uygulaması elinde patladı, Cumhuriyet döneminin en önemli atılımları sizin döneminizde gerçekleşti. Dağınık yapılaşma düzeltildi, özel hastaneler herkese açıldı, ilaca ulaşmak kolaylaştı vs. Peki yanlış giden şeyler olmadı mı? Mesela aksaklıkların tek sorumlusu olarak doktorların gösterilmesi..Doktorların, bıçak parası, özel muayene veya ticari kaygılar üzerinden bu işi yürütüyor olmaları “Performans” denilen sisteme kurban gitmeleri.. Sistem hatalarının doktorlara mal edilmesine ne diyeceksiniz?
Doktorlar diye kategorik konuşmak doğru olmaz, doktorlar da herkes gibi insan. Doktorların içinde mesleğini çok iyi yapanlar var ki çoğunluktadır, insan sevgisi çok yüksek olanlar var, sayısı az da olsa vatandaşa haksızlık eden de olabilir. Onun için çoğul olarak bir meslek gurubunu tartışmak çok yanlış olur. Doktorlar belki de bütün meslek gurupları içinde Türkiye’de en fedakar çalışan insanlar. Bu hiç şüphe götürmez. Bir sistem kuruyorsunuz, muayenehanede vatandaştan para alınmasın diyorsunuz, bu sisteme karşı çıkan bir tabip örgütü varsa gelsin bunu tartışalım, doktorların daha çok çalışmaları, itibarlarını daha çok korumaları, saygınlıklarını arttırmak için gayret etmek, bunlar çok doğru şeyler. Güçlü insanlar, hekimler olarak devletten talep ederiz. Sosyal güvenlik kurumundan talep ederiz. Fakir fukaradan kazanarak nolacak? Birisi bunu illa bu yolu bilirim, başka yolu kabul etmem diyorsa, beni hayatının her döneminde karşısında bulur. Hangi meslek sahibi olursa olsun, o da önemli değil. Ben hak arama ve halk alma konusunda Maliye Bakanlığımızla, Sosyal Güvenlikle, hükümetle çok mücadele ettim, etmem de gerekiyordu, bundan sonra da her zaman ederim. Performans meselesi, doğru uygulandığı yerlerde işe yarar, verimliliği arttırır, çalışanla çalışmayan arasındaki farkı ortaya koyar. Bazıları, neden farklı gelirler olsun diyorlardı. Performans kelimesinin kendisinde veya sistemin içinde bir yanlışlık yok. Uygulamada bir yanlışlık varsa düzeltilmelidir. Şu misali veriyordu arkadaşlar, bir üniversite hastanesinden basit bir işlemden daha çok puanı kazanmış oluyor da, daha kompleks bir işten bu yapılmıyor. Hocalar kompleks bir işi tercih etmeyebilirler, bu da vatandaşın aleyhine olur. Burada performans kavramının bir yanlışı yok, yanlış o işin yönetmeliğini yapan kurum, YöK, üniversite vs o puanları daha doğru hesaplasın. Sistemin kendisinde bir yanlışlık yok, uygulamada sorun varsa, bunu Sağlık Bakanlığının sorumluluğu gibi göstermek, aymazlıktır.
“TIP EĞİTİMİNDE İLGİLİ EKSİKLERİMİZ VAR”
Sağlık Bakanlığının yayınladığı Türkülerdeki Hekimlik ve Sağlıkla İlgili Türkler adlı kitapta:“Hekimlerimiz başta olmaz üzere bütün sağlık çalışanlarımız şarkılarımızda dile getirilen aşk ve ayrılık acılarına, gönül dertlerine belki çare bulamamışlardır. Ancak fedakârlık ve diğerkâmlıkla çok üstün gayretler göstererek vatandaşlarımızın sağlıkla ilgili bütün sorunlarına deva olmuşlar, bu hususta önemli eserler icra etmişlerdir...” demiştiniz. Aşk acısına çare bulamamak dışında Türk Hekimlerimizin eksik kaldığı bir nokta var mı?
Dünyanın bir çok yerinde hekimlerle çalıştım. Türkiye’de hekimler ve diğer sağlık çalışanları bir çok ülkeyle kıyaslandığında çok iyi konumdalar. Tabi ki eğitimle ilgili bazı eksiklerimiz var. Mesela tıp fakültelerinde insan ilişkileri çok daha fazla okutulmalı, akılcı ilaç kullanımı, teşhisin veya tedavinin akılcı bir biçimde yapılması meselesi üzerine çok daha iyi eğilmeliyiz. Tıp Fakültesi öğrencileri ve uzmanlarını biraz daha hayata sokmalıyız. Bu koruyucu hekimlik, sağlıklı yaşamın teşviki, sağlık okur-yazarlığı konusunda müfredatlara daha çok dersler koymalıyız ve pratiğini yaptırmalıyız. Türkiye’de ve dünyada hekimlik mesleğinde çok fazla bilgi yüklenmesine rağmen, pratikle ilgili hususlar eğitim sırasında eksik bırakılabiliyor. Pratik hayata yansıyan, hekimin işi sırasında ihtiyaca olan hususlara daha çok eğilmesi gerekiyor. Onun dışında ben, Türkiye’de hekimler açısından bir eksiklik görmüyorum. çok başarılı hekimlerimiz var. İmkan verildiğinde müthiş işler yapan arkadaşlarımız var. Akciğer nakliyle ilgili bir sorunumuz vardı, Silokozis hastaları Avusturya’ya gönderiyorduk, bazı doktorlarımızı yurt dışına gönderdik, şimdi Türkiye’de mükemmel akciğer nakli yapıyoruz. Son senede sağlık turizmi ile göğüs hastalıkları için, plastik cerrahı için, diz kalça protezleri için, diş sağlığı, kalp ve kanser hastalığı için ülkemize hasta geliyor. Hem sistemimiz iyi bir sistem oldu, başka ülkelere göre daha ucuz ve kaliteden ödün vermeyen, hem de çok başarılı uzmanlarımız var.
“SAĞLIK PARA İLE ALINIP SATILMAMALI”
“TECAVüZ EDEN İDAM EDİLMELİ”
İçinde yer aldığınız birkaç polemik konusu vardı… “Tecavüze uğrarsan doğurursun, gerekirse devlet bakar” ifadeniz, Kürtaj da döneminizin en büyük tartışma konusuydu. Onun için 12 Eylül’ün oldu bittisi bile dediniz. Bir de çıkardığınız yasalar arasında en çok konuşulanı ve üniversite hastanelerinin tıkanması sorunun kaynağı olarak gösterilen Tam gün yasası idi. Bunlar için söyleyecek yeni bir şeyiniz var mı?
“TAMGüN YASASINA öTEDEN BERİ YANAYIM”
Tamgün Yasasından öteden beri yanayım, hala ciddiyetle yanayım, ben fakir-fukaradan orta halli vatandaştan para alınmasına yol açabilecek her sisteme karşıyım, doktorların hakkını biz kamu sağlık sigortası olarak vermeliyiz, vatandaş elini cebine soksun düşüncesi beni hayat felsefeme taban tabana zıt bir husustur. Harward’a da gittim, Amerika’da o kadar farklı algılanan bir konu ki bu, orada diyorlar ki: Ne kadar paran varsa o kadar sağlık hizmeti alman lazım. Ben öyle demiyorum. Sağlık bir temel insan hakkıdır ve kesinlikle para ile alınıp satılmaması gerekir.
“KüRTAJ, DOĞUM KONTROL YöNTEMİ OLAMAZ”
Kürtaj konusuna gelince, kürtajın ihtiyaç olmadıkça yapılmasına kesinlikle karşıyım, çünkü bazıları “Benim bedenim, benim kararım” diyor ya, ama o bedende bir canlı taşıyorsunuz. Ben çocuk hekimiyim. Kürtajın bir aile planlaması yöntemi, doğum kontrol yöntemi olması bilimsel olarak da son derece kabul edilmeyen bir tutumdur. İhtiyaç halinde yapılabilir. Kürtajlı çocuk doğursun devlet bakar fikriyle birlikte zikrettiğim şey şuydu, ben bir kadına tecavüz eden kimsenin hukuk sistemimizde olsa idamla cezalandırılması taraftarıyım, idamla değilse bile müebbet hapisle cezalandırılması taraftarı olan bir insanım. Tecavüze uğrayan kadının hakkı açısından bu kadar netim. Peki Allah korusun, bir kadın tecavüze uğradı ve hamile kaldı ve biz onu 20 haftalıkken fark ettik, ya da doğuma yakın fark ettik, ya da doğum sırasında fark ettik, çocuğu mu öldüreceğiz? Konuşulan bundan ibarettir. Tecavüze uğrayan kadına olan hassasiyetimin düşük olduğunu topluma yansıtanlardan hem bu dünyada hem ahirette davacıyım. çıksınlar delikanlıca benim söylediğimi söylesinler. Hukukçular çok ağır bir ceza öneriyorsun diyebilirler, ben hukukçu değilim, ben insanım, ben babayım, benim vicdanım böyle söylüyor. Bebek var, tecavüze uğrayan kadın var, biz o bebeği istesek de, her zaman kürtajla annenin karnından alamayız…
“AK PARTİ YOLSUZLUĞU ORTADAN KALDIRAN BİR PARTİDİR”
2004 yılında köylünüz ve çocukluk arkadaşınız Şanlıurfa devlet hastanesinin başhekiminin yolsuzluklarına göz yumduğunuz konuşuldu. Yolsuzluk veya hırsızlık gibi tabirlerin içinde sizin ve partinizin adınızın geçmesine ne diyorsunuz?
10 yıldan bahsetmiştiniz ya, vicdanınız rahat mı diye. Allah’a şükür, yolsuzlukla Recep Akdağ’ın adı, hiçbir zaman yanyana gelmemiştir. Bundan sonra da Allah’ın izniyle gelmeyecektir. Ak Partiye bu hususta yüklenmeler de haksız yüklenmelerdir. Ak Parti , sistematik anlamda yolsuzluğu ortadan kaldıran bir partidir. Sistematik derken kastım şu, çok yaygın ve her tarafa yayılmış bir yolsuzluk vardı biz geldiğimiz zaman. Ama bugün yolsuzluğu iyice azaltmak, şeffaflığı arttırmak gerekiyor mu, gerekiyor, bunun için de hükümetimizin programında gerekli eylem planında var, bunlara gayret edeceğiz.
“7 HAZİRAN SEçİMLERİNDE KULAK KOPMASA DA, YERİNDEN AYRILDI”
“BAŞKANLIK SİSTEMİNİ çöZMEK GEREKİYOR”
“TEK HAYAK KIRIKLIĞIM, HDP”
Memleketiniz Erzurum’da seçim çalışmaları yaparken, bir muhtar: Sayın Bakanım, halk bu seçimde iktidarın kulağını çekecek, deyince sizin cevabınız şöyle olmuş: İyi de çekeceğim derken kulağı kopartırsanız elinizde kalır sonra. Ak Partinin bu milletin kendisinden koparamayacağı bir uzva dönüşmesi nasıl oldu sizce? 25.dönem meclis ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
O ifadeyi bir muhtara değil de, esnaf arkadaşlardan birine kullanmıştım ama muhtara da söylemiş olabilirdim, aynı şey. 7 Haziran seçimlerinden önce söylemiştim, kulak kopmasa da yerinden ayrıldı o zaman. Sonrada Allaha şükür biz kendi eksiklerimizi gördük, milletimiz büyük bir basiret gösterdi ve Ak Parti yeniden iktidara geldi. Yeni döneme bakıyoruz, mutlaka bir sivil anayasa yapmamız lazım, Başkanlık sistemini bu meclis döneminde gündeme getirmek ve çözmek gerekiyor. Biz Başkanlık sistemini, parti dökümanlarına koymuş bir partiyiz, mecliste çoğunluğumuz gereği, başka partilerin desteği ile yapabilecek durumdayız. Ben umutla bakıyorum bu dönem çalışmalarına, çok iyi bir meclis tablosu görüyorum, çok kabiliyetli arkadaşları görüyorum. Bir tek hususta hayal kırıklığım var, o da HDP. HDP artık bir sivil insiyatif gibi davranamıyor. HDP, tamamen Kandil’in güdümüne girmiş durumda, bunu hem doğru bulmuyorum, hem de demokrasi açısından riskli bir alan olarak görüyorum. “HDP, PKK ile ilişkisini kesseydi, oyları düşmezdi” diye çok yazan, çizen oldu. Sonra çıktı Cemil Bayık, bir açıklama yaptı, dedi ki, bakın HDP’nin nerede oy aldığında, PKK nerede baskı kurabiliyorsa HDP orada çok oy alıyor. Bu ne kadar kötü bir şeydir. Bunu AGİD gurubundan temsilcilere söyledim, ön raporlarında çok yanlış bir iki hususu tespit ettim, çifte standartlı davrandılar, bir parti düşünün ki, oy almak için eli kanlı bir terör örgütüne ihtiyaç duyuyor. Cemil Bayık, %5’in altında oy alamazlardı dedi, biz olmasaydık, dedi. Artık HDP’li yöneticilerin bunu anlamasını isterdik ama çok da umudum yok. Ama HDP’ye oy veren vatandaşlarımızın artık bunu görmesi lazım. Mesele Kürtlerin hakkı vs değil, mesele demokrasi ve özgürlük meselesi değil, mesele bir taşeron terör örgütü PKK’nın Türkiye’de siyasi destekçiliğini yapmak, o terör örgütünün siyasi desteği ile oy almaya dönüşmüş durumda ki, bu kabul edilemez.
“BAŞKANLIK SİSTEMİ TüRKİYE’YE DAHA çOK YARAŞIYOR”
“BAŞKANLIK SİSTEMİNİN GETİRİLMESİNDE MHP’NİN üZERİNE çOK İŞ DüŞüYOR”
Seçimlerden sonra tweet attı Demirtaş: "Erzurum için seher vakti" Siz de "seher vakti geçti, Erzurum'a güneş doğdu’ diye yanıt verdiniz. ülkemizin üstüne güneş doğsun istiyoruz artık, Başkanlık sistemi bu terör olaylarını ne kadar dağıtır, güneşli günleri Başkanlık sistemimi getirecek?
Başkanlık sistemi, demokratik yönetim sistemlerinden biri. Ben hem istikrar açısından, hem hızlı hareket açısından, hem yürütme ile yasamanın birbirinden ayrışması açısından Başkanlık sistemini daha doğru buluyorum. Meclis dışından oluşacak bir kabinenin kendi icrasına, meclisin de kendi yasama ve denetim faaliyetlerine yoğunlaşacağını düşünüyorum. Tabi ki parlamenter sistemde de ülke yönetilebilir ama doğrusu Başkanlık sisteminin Türkiye’ye daha çok yaraşacağına inanıyoruz. Burada üzerine iş düşen MHP’dir, CHP’ye de iş düşüyor. Neden MHP, çünkü Alparslan Türkeş’in temel görüşlerine geri döndüklerinde, kitaplarına baktıklarına Başkanlık sistemini önerdiğini görecekler. Neden şimdi istemiyorlar, Sayın Bahçeli kendisi Başkan seçilemeyecek diye destek olmuyorsa, böyle olmaz, prensipler üzerinden hareket etmek lazım.
Erdoğan, Bakanlığınız döneminde Türkiye’de dev şehir hastaneleri kurmanın 9 yıllık hayali olduğunu belirtmişti. Sizin hayallerinizin ne kadarı gerçek oldu? Yeni görev yeriniz ARGE hayallerinizi gerçekleştirmeniz için doğru bir yol mu?
Şuanda yaptığım Genel Başkan Yardımcılığı, Politikanın AR-GE’si. Gerek partimizin siyaset yapma tarzıyla ilgili olarak, Başbakanımıza, Merkez Karar Yönetim Kurulumuza paydaşlarla birlikte politika laboratuvarları oluşturarak politika önerilerinde bulunmak. Karar verici AR-GE değildir. İkincisi hükümet icraatlarıyla ilgili bir takım önerilerde bulunmak. Bu Genel Başkan Yardımcılığı biriminde bizden beklenen bu, biz de bunu yapm