Şimdiki müftünün ne Sadık Efendi’yi ne de Solakzade’yi bildiğini zannetmiyorum. Şayet o muhterem isimlerden haberdar olsaydı ve kendisinin onların bıraktığı makamda oturduğunu bilseydi, Kur’an kursunda erkek çocuklarına yapılan tecavüzden sonra sus pus olmaz ve dip köşe kaçmazdı.
Vaktiyle merhum Yaşar Nuri Öztürk, “Allah ile aldatmak” adlı kitabını yazdığında, ülkemizde belli kesimler inanılmaz derecede tepki göstermiş, sanki de niye bizi deşifre ediyorsun diye, tıpkı bugün de olduğu gibi kıyametler koparmıştı!
Allah ile aldatanlar, her devirde ve her yönetimde sadrazam oldular, devleti çekip çevirdiler, istediklerinin boynuna urganı geçirttiler, istediklerini azat ettiler.
Allah ile aldatanlar ya tarikat kurup cemaat oluşturdular, ya da Kur’an kursları açıp fakir fukaranın çocuğunu istismar ettiler. Biliyoruz ki bir kısmı da, iktidara yanaşma olup balya balya para tokatladılar.
Kesin olan şu ki; onlar, bugün olduğu gibi dün de vardılar ve çok güçlüler...
Ne çocuklara tecavüz, ne kadınların tacizi ne de yolsuzluk onların hedefini değiştirmedi.
Muhtemelen Erzurum müftüsü, Sadık Efendi’yi de Solakzade’yi de tanımıyor… Öyle ki öğrenme ihtiyacı bile duymadı. Çünkü kendisini iktidara yakın durmakla en emin yerde hissediyor!
Allah’tan uzak dur; iktidara yakın ol! Bütün mesele bu mu?
Bu şehirden bir Alvar İmamı gelip geçti ki hakikaten cümlesine nispet…
Lakin müftü bilmez de, Alvar İmamı bir tarikat ya da bir cemaat kurmadığı halde adı günümüze ulaşan Allah kulları arasında yer aldı.
Ben hakikaten çok merak ediyorum.
Misal; Solakzade’nin zamanında bir kur’an kursunda erkek çocuklarının ırzına geçildiğinde müftü olarak ne yapardı?
Kesin olarak ve imanım gibi bilerek söylüyorum:
Muhterem ya isyan ederdi ya da müftülük demek neyse o görevden istifa ederdi.
Sevgili dostlar…
İster inanın ister inanmayın lakin gerçek şu: Erzurum tıpkı o türküde olduğu gibi eviriliyor.
Korkuyoruz… Çünkü bu şehrin içerisinde bizim de sevdiklerimiz var…
“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde”
Bu, hemşerimiz Ziya Paşa’ya ait bir beyit tercümesi şöyle:
“Onlar ki dünyayı sözleriyle düzene sokmak isterler, oysa onların evlerine gidip bakın, kendi evlerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.”
Şairin isyanına tercüman olabilir miyim bilmiyorum, ama sanki de şair şöyle diyor:
“Herkese ahlak ve erdem dersi verirken kendi yaşamlarında bunu uygulamayan, çoluk çocuğuna söz geçiremeyen ya da onların yaptıklarını görmezden gelen ne çok ahlaksız insan var yaşadığımız şu dünyada…”
Erzurum’un uleması (!)
Erzurum’un münevverleri (!)
Erzurum’un siyaset allamesi (!)
Erzurum’un mangalda kül bırakmayan yiğitleri (!)
Bu şehirde erkek çocuklarının ırzına geçildi.
Hani Meclis’te sırf sizin gibi düşünmüyorlar diye yumruk atıp kafasını gözünü yardığınız o muhaliflere gösterdiniz tepkinin binde birini erkek çocuklarına tecavüz eden bu alçaklar için gösterseydiniz.
Anladık…
Sizin siyaset adına bir kelam etmeniz beşeri menfaatlerinize ters düşüyor; hiç olmazsa insanlık namına bir çığlığınız olsaydı.
Şair diyor ki, “…asıl marifet, zor zamanda konuşmaktır.”
Sen bu şehrin bir vekili olarak bugün susacaksın, insanların Allah adına kandırıldığında ses çıkarmayacaksın, ahlak ve vicdanın yerlerde sürünmesine itiraz etmeyeceksin…
Sonrada kalkıp, “Türk’e Türk propagandası” yapacaksın, dindar insanları da menkıbelerle kandıracaksın…
Medresede erkek çocuklarına tecavüz edilmesi ise, teferruat olacak, öyle mi?
Sayın vekiller; evet bazı haller vardır ki kol kırılır yen içinde kalır…
Ama inanınız ki bugün o gün değil.
Keşke kırılan bizim kollarımız olsaydı.
Değil…
Kırılan; insanlığın onurudur, insanlığın namusudur ve kendini savunmaktan mahrum çocuklarımızın izzetidir.
Meclis’te muhalif vekillere salladığınız o yumruklardan bir tanesi bile mi bu çocuk tecavüzcülerine isabet etmeyecek?
Şayet ahlak tevessül etmiş, adalet rafa kalkmışsa…
Yani tablo buysa…
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne senin olsa ne yazar…