'Atatürk'e kinimiz yok'!

2. Abdülhamid’in torunu Nilhan Osmanoğlu’nun, “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasına katılması dikkat çekti. Koskoca hanedan mensubu neden ödülü para olan bir yarışmaya katılmıştı? Yarışmanın gölgesinde tarihin kapılarını araladık.

Erzurum Güncel- Her kız çocuğu ‘benim güzel prensesim’ sözleriyle büyür. O da öyle büyüdü ama tek farkla; gerçek bir prenses olduğunun bilinciyle. 2. Abdülhamit’in 5. kuşaktan torunu Nilhan Osmanoğlu yaşayan 15 sultandan biri. Şehzade Orhan Osmanoğlu’nun beş çocuğundan en büyüğü.

BEŞ PADİŞAH TUĞRASINI MARKA YAPACAK

İki hafta önce Kim Milyoner Olmak İster yarışmasına katıldı. Hem kendini test etmek hem de “Osmanlı soyundan gelenler zengindir” algısını kırmak için yarışmaya girdiğini söyleyen Nilhan Osmanoğlu 125 bin liralık soruyu görünce neden çekildiğini ve kazandığı parayı nasıl değerlendireceğini şöyle anlatıyor:
“Eğer kenarda 60 bin liram olsaydı yarışmaya devam ederdim. Riske edebileceğim bir para değildi, çekilmek durumunda kaldım. Eşim de tekstil işiyle uğraşıyor. Başörtüsü, şal gibi bazı tekstil malzemeleri üzerine bir tasarımımız var. Bir senedir tescilini bekliyorduk, tescillendi. Bir markayla görüşerek kendi ismim altında beş padişah tuğralı tekstil ürünleri imal etmek istiyorum. 60 bin lirayı bunun için kullanacağım.”

ATATüRK’E KİNİMİZ YOK

Atatürk bir Osmanlı paşası. Osmanlının iyisiyle kötüsüyle herşeyini benimsediğimiz için ona karşı bir kinimiz yok. O zaman öyle gerekiyormuş demek ki. Şu yanlış yapılmış, bu doğru yapılmış demek şimdi doğru değil. Her dönemin kendi şartları var. Ne ne gerektiriyor bilemediğimiz için, doğru veya yanlış diyemem hiç birşeye. Neslişah Sultan’ın anılarında vardı. Sürgünden sonra bahçede bir arkadaşıyla Mustafa Kemal hakkında kötü sözler söylüyorlarmış. Sultan Vahdettin, Neslişah Sultan’ı yanına çağırıyor ve diyor ki: ‘O bir Osmanlı paşasıdır; kesinlikle onun hakkında tek kötü söz söylemeyeceksiniz.’ Sultan Vahdettin dahi Atatürk hakkında tek kötü kelime söyletmemişken bizim haddimize değil yani. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil, ama herkes herkese saygı göstermek zorunda.

Maalesef bir Osmanlı-Cumhuriyet ayrımı var. Osmanlı’yı seviyorsan, diğer tarafı sevmeyeceksin; onu seviyorsan Osmanlıyı sevmeyeceksin... Yazık bence, saçma böyle bir ayrım. Geçmişini nasıl inkar edebilirsin ki? Ondan dolayı üzülüyorum; yoksa İstanbul’da yaşamışım, bize bir şey verilmiş, verilmemiş çok önemli değil açıkçası. Biz buraya bu şartlar altında girmeyi kabul ettik. Benim için Cumhuriyet farklı bir rejim sadece. Osmanlı’nın devamı olarak görüyorum. Ne Atatürk’ü Osmanlı’dan ne Osmanlı’yı Atatürk’ten ayırıyorum. Ya öyle ya böyle olacaksın ayrımımız yok. Cumhuriyet çocuğu olarak Osmanlı’nın devamıyız.

ŞAM'DA KALANLAR GELMEK İSTEMİYOR

Nihal Osmanoğlu’nun hayat serüveni, Osmanlı Hanedanı’nın yakın tarihinin özeti sayılabilir. Cumhuriyet’le birlikte Lübnan’a sürgün edilen ailenin Türkiye ile bağı, 1974’de hanedan mensuplarına ülkeye dönüş affı çıkınca, baba Orhan Osmanoğlu’nun okumak için İstanbul’a gelmesiyle kuruluyor. O dönem Şam’da yaşayan Harun Efendi de bir süre sonra oğlunu yalnız bırakmak istemediği için İstanbul’un yolunu tutuyor. 2.Abdülhamid’in küçük oğlu Burhaneddin Efendi’nin de aralarında olduğu ailenin bir kolu hala Şam’da yaşıyor. Sohbet Suriye’nin bugünkü durumuyla başlıyor. Nilhan Osmanoğlu “Onları aldırmayı çok istedik ama kendilerini kaçmış gibi hissedecekleri için gelmek istemiyorlar” diyor ve ekliyor: “Zaten çok yaşlılar. Gelmek isteseler direkt uçuş olmadığı için Lübnan aktarmalı gelecekler. Yolda sürekli durdurmalar olduğu için daha tehlikeli. Ayrıca buraya gelip ne yapacaklar, ondan da gelmek istemiyor olabilirler.”
İstanbul’a gelen kol Merter’e yerleşiyor. Okulda öğretmenlerine çorap satan, tezgahtarlık yapan baba Orhan Osmanoğlu tekstil işine atılıyor. İlk çocuğu Nilhan Osmanoğlu’nu ise 1987’de kucağına alıyor:

ERKEK TARAFI BAHTSIZ

“Lalalarla, dadılarla büyüdük zannediliyor ama yok öyle birşey. Eğer bizim gibi erkek tarafından geliyorsanız çok bahtsız oluyorsunuz. Bir gecede tüm mallar gidiyor, elinize bir aylık geçinebileceğiniz bir para ve geri dönüşsüz bir pasaport veriliyor ve gidiyorsunuz. Herkes ne yaptıysa kendi emeğiyle yapıyor. Siz ne şartlarda büyüyorsanız biz de aynı şartlarda büyüyoruz. 130 metrekarelik bir apartman dairesinde oturan orta gelirli bir aileydik. Saraya benzeyen, antika eşyaları olan bir ev değildi yani. Sadece bir tablo vardı geçmişten kalan. 2. Abdülhamid’in cuma selamlığından çıkarken çizilmiş bir tablosu başucumuzda dururdu. O kadar, başka bir şey yoktu. Ama kendimi bildim bileli Osmanlı soyundan olduğumu biliyorum.”

Ya meşhur Osmanlı terbiyesi, evdeki kurallar, ‘Sen Hanedan mensubusun; bunu yapmayacaksın, şunu giymeyeceksin’ lafları... Nilhan Osmanoğlu tüm ağırbaşlılığıyla yanıtlıyor: “Bu tür özel eğitimlerimiz olmadı ama üzerinizde bir ağırlık ve yükümlülük oluyor. ‘Bu kanı taşıyorum, düzgün adımlar atmak zorundayım’ diyorsunuz. Benim kişisel özelliğim belki ağırbaşlı olmak; hiç şımardığımı hatırlamıyorum. Evde sürekli padişahlar öğretilirdi. Babam ansiklopediler getirirdi, her hafta kardeşimle bir padişahı ezberler babama anlatırdık.”

Derken aklına kötü anıları geliyor. “Bir gün okuldan gelirken, daha birinci sınıfa gidiyorum, Sultan Abdülhamid Han’ın kocaman bir tablosuna yumurta attıklarını gördüm. Evde resmi benim başucumda asılı. çok şaşırmış, nasıl böyle birşey yaparlar diye bir anlam verememiştim. Eve gelince çok ağladığımı hatırlıyorum. Amcamın da böyle bir hikayesi var. ‘Sen vatan haininin torunusun’ deniyordu. Bu algı nedeniyle devlet okullarında okuyamadık. üniversiteyi Kıbrıs’ta okudum. ‘Vahdettin’in vatan haini olmadığını ispat et’ diyen tarih öğretmenimden zor geçtim. öğretmen bana yüklenince arkadaşlarım müdahale ederdi bazen. Başarılı bir öğrenciydim yoksa. Şimdi algı öyle değil...”

üNİVERSİTEDE AVA çIKARDIM

Peki arkadaşları biliyor muydu sultan olduğunu? “üniversiteden beni yarışmada görenler, ‘Aaa böyle miydi’ demişlerdir muhakkak. Bilen yoktu çünkü” diyen Osmanoğlu sözlerini ilginç bir örnekle destekliyor:

“Zaten Osmanoğlu soy ismi sadece bize ait bir soy ismi değil. Dedem ilk Türkiye’ye geldiğinde bizim aslında soy ismimiz Al-i Osman’mış. Al-i Arapça’da değerli, yüksek anlamında. Ve bu soy ismini sadece Osmanlı hanedanından olanlar kullanabiliyor. Şam’da yaşayan dedemin abisinin soy adı Al-i Osman’dır hala. Neyse, buraya gelindiğinde dedem nüfus memuruna soy ismi için Al-i Osman diyor. O da Ali Osman diye yazıyor, ‘diğerini yazamayız’ diyor. O yüzden Osmanoğlu diye yazılıyor. Bizim apartmanda çalışan görevlinin de soy ismi Osmanoğlu. Yani bir sürü Osmanoğlu var. O yüzden siz böyle misiniz diyen yoktu. Şimdi şimdi soranlar çıkıyor. Sultan diyenler oluyor ama kendi nezaketlerinden dolayı. Yoksa sultanlık devrinde değiliz. Bana sultan desinler diye bir gayem de yok.”

Henüz bir yıllık eşiyle bir arkadaş toplantısında tanıştığını söyleyen Mehmet Behlül Vatansever devreye giriyor: “İlk tanıştığımızda ok atmayı biliyor musun” diye sormuştum. Bildiğini söyleyince de şaşırdım. Bir türlü görmek nasip olmadı ama (gülüyor)”
Nilhan Osmanoğlu açıklık getiriyor: “üniversitede okurken avlanırdık. Tüfek kullanmayı da o zaman öğrendim. Kıbrıs halkı avcılıkla ilgileniyor. çevremdekiler ilgilendiği için benim de ilgi alanıma girdi. Arkadaşlarla çıktım ava. Beş Parmak Dağları’nda tavşan, keklik, bıldırcın avladım. Başta korkuyordum ama bir kere çıkınca canınız istiyor. Rahatlatıyor. Burada çok fazla imkan yok, avlanmaya gidecek yer de yok.”
Eşinin sultan olmasının asıl ailesini kaygılandırdığını söyleyen Vatansever “önce inanmadılar, sonra da hanedan mensubu nasıl kalkarız altından’ dediler. Nilhan’ı tanıyınca rahatladılar” diyor. İki ay önce anne olan Nilhan Osmanoğlu gülerek noktayı koyuyor: “Sarayda olsaydık tanışamazdık, demek ki bir artısı da bu olmuş bana.”Hürriyet

 

Ege Haberleri

Türkiye'nin ormanları turizme açılıyor
Marmaris'te deprem!
Ege Denizi'nde 4.7 büyüklüğünde deprem
'Denize girmek sağlığa zararlı olabilir'