Gitmiş olanlar muhakkak ki görmüştür, çünkü bir pirinç levha üzerine şu yazılıdır:
“Burada aynı düşünen iki kişiden biri fazladır.”
Nerede mi yazıyor?
Stockholm İsveç…
Bendeniz bu yazıyı okuduktan sonra niye Nobel ödüllerinin evrensel anlamda bir asrı geçmiş olmasına rağmen hala çok kıymetli olduğunu anladım.
Evet; kim demişse doğru demiş…
Bu söze tekabül edecek hatta bu sözü geçecek bir söz var. Büyük düşünür Namık Kemal söylemiş.
“Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar.”
Yani…
Fikirlerin açık ve net çarpışmasından hakikat güneşi doğacaktır.
Hazreti Peygamber de “İki günü eşit olan zarardadır” buyurmuş…
Vaktinizi aldım, farkındayım.
Lakin bu girişi yapma ihtiyacı duydum.
Çünkü renksiz, kokusuz, duygusuz ve umarsız bir ferd-i vahid olmak dayatılıyor bize…
Yukarıdakiler ne düşünüyorsa sen de onu düşün…
Yukarıdakiler ne konuşuyorsa sen de onu konuş…
Yukarıdakiler neye gülüp neye üzülüyorsa sen de aynısını yap…
Yani felakete, yıkıma ve mankurtlaşmaya rıza göster.
Hayır…
Bu ölü ruhtan ve kurumuş kütükten hiç kimseye ne yeni bir hayat ve de uç veren bir filiz doğar…
İnkişaf ve inkılaplar hep diriler eliyle olur…
Unutmayalım ki…
İtiraz eden ve soru soran ruhlar yaşar ancak…
Tutsak irade, tıpkı gassalin elindeki çaresizliktir.
Düşmanca ve yakıp yıkıcı olmadan yani bugünkü deyimle şiddete başvurmadan…
Haksızlığa, zulme, adaletsizliğe, hukuksuzluğa ve insan onurunun hilafına ne varsa hepsine tekmili birden itiraz edelim ki, yarın yeniden dirildiğimizde insan namına tağdat olalım…
Fikirden hele hele de o fikirlerin çeşitliğinden korkanlar, karanlıkta mezarlıktan geçerken ıslık çalanlar gibidir.
Bilmez ki kendisine illa da bir zarar gelecekse o zarar, mezardakinden değil mezarlığın arkasına pusu kurandan gelir.
Kabullenmekte zorlansak da maalesef bu topraklarda “kundakçı tulumbacı” kültürü adeta nas gibidir.
Önce yakar sonra kurtarırmış gibi yapar.
Malumunuz; Yezid’in oğlunun adı Muaviye idi…
Yani babasının adını oğluna vermişti.
Bu ikinci Muaviye dedesinin ve babasının aksine, adaletten, insan onurundan ve vicdandan yana bir emirdi.
Ne demişti…
“Ben dedemin ve babamın giydiği gömleği giymeyeceğim.”
Doğru da söylemişti.
Ama iktidarı topu topu altı ay sürdü.
Zalimler hem onu hem de hocasını hunharca katlettiler.
Tek suçları Hakk’tan yana olmaktı.
Bilge lider Aliya İzzetbegoviç demişti ya…
“Sırplar bizim öğretmenimiz değil ki, biz onlardan masum insanların nasıl öldürüldüğünü öğrenelim.”
Ne mi demek istiyorum?
Şunu diyorum:
Dün bizim nefsimize zül gelen ve canımızı yakan ne kadar şer uygulama vardıysa alayını birden tarihin çöplüğüne atalım ve en önemlisi de onları asla kendimize öğretmen bellemeyelim.
Zalim olmak için illa da sizi sevmeyenlerin üzerine kurşun yağdırmak gerektirmez.
Bazen zalim olmak için tek kurşun bile atmadan farklı düşünen solukları kesmek de yeter…
Başka ne mi demek istiyorum…
Dediğim şu:
Bu ülkede ne dokuz yaşındaki bir çocuk ana muhalefet liderine vatan haini dediği için onun eline mikrofon verenler keyifle gülsün…
Ne de bu ülkede 14 yaşında bir çocuk tamamen gazete manşetlerinden oluşan bir paylaşımından ötürü zaptiye marifetiyle karakola çekilsin…
Bırakın herkes her istediğini desin ki kimsenin eteğinde taş kalmasın…
Eğer…
Riyakar, hacıyatmaz, eyyamcı, goygoycu, kişiliksiz, fikirsiz ve şirazesi kaymış bir nesil istemiyorsak…
Herkes herkesi önyargısız amasız, fakatsız, lakinsiz dinlesin…
Bazı türküler var ki, aslında hepimizin hicranına merhem oluyor da bir türlü dinlemiyoruz.
Emrah’tan:
“Vaiz beni ta’n eyleme…”