Erzurum Güncel- Ancak yazarak çözebilirdim bu başıma gelenleri. ’Hadi oğlum, hayattan daha fazla şamar yemeden git odana. Gir tabutunun içine ve hayattan bir daha hiçbir şey isteme. İsteme ki kim olduğunu ve niye böyle yaşadığını biraz daha iyi anla, inan bu sana daha iyi gelecek. Sevdiklerimizin bizim onları tanıdığımızı zannettiğimiz gibi değil, aslında başka birileri olduğunu anladığımızda olgunlaşırız, sözü artık parlak bir cümle olarak kalmasın. Bunların hepsi bir ders olsun sana.’
Sanki artık içimdeki bir başkası benim yerime nefes alıp veriyor gibiydi.
‘’Ucu yırtılmış bir tablo gibi/Tamamlanıyor burada her şey seninle/Ne kadar acımasız ve bencilim değil mi?/Sana sahip olmak uğruna/ Belki de tüketmek pınarlarını yaptığım/Bilmesem nasıl bir yüreğin olduğunu/Hiç düşünmem geçirirdim pençelerimi en derin yaralarına/Ama öyle güzel ve çocuk ki yüreğin/ Seni sana bırakmamak olacak en büyük günah/Ve biz yeryüzünün tamamlanmamış tüm hikayeleriyle, seninle/Yani, tüm vedaların adıyla… ‘’ Yağmur.
‘’Okşa kendini, iyi okşa, senin senden başka kimsen kalmadığını anla ve güzel okşa. Sev kendini. En çok sen sev. Okşa, kendini ne kadar sevdiğini anlaman için derin derin okşa. En çok da kalbine acı’’
‘’Yolda giderken sana elimi tut dediğimde bana kızma lütfen. Aklına çocukluğuna dair o kötü anılar geldiğinde nasıl acı çekiyorsan, benim de bu sözlerimin altında öyle bir çocuk Yağmur var. Yürürken hep yalnız yürümüş, elini kimse tutmamış, okul kapısından, evin kapısından hep yalnız girmiş…’’
‘’Anne, neden beni yanına almadın? Neden beni odanın kapısının önünde beklettin hep? Ben senin evladın değil miydim? Abimi ben öldürmedim ki anne! Onu başkaları öldürdü’’
Bunları hiç öğrenemeyecek olmak nasıl da yaralıyor beni, biliyor musun anne! Seni gerçekten tanıyamadığım için hayatıma giren kadınları da tanıyamıyorum. Hiçbir kadının kalbinde kök salamıyorum anne. Çekip gidiyorlar sonunda. Hep kapının önünde bekletildiğim için hayatın ne olduğunu bir türlü öğrenemedim anne.
Peki, anne ben neden sevgimle yarattığım dünyayı yine kendi ellerimle yıkıp duruyorum. Kurduğum bir dünyayı yıkmaktan gizli bir zevk mi alıyorum ben yoksa? Bu kendime yaptıklarım sakın senin beni odana, yanına almayışın yüzünden olmasın anne? Kendi kurduğum dünyayı ben yıkmasam nasılsa başka biri gelip yıkacak, sevdiğimi de elimden alıp gidecek, diye düşünüyor olamaz mıyım?
Bana ise gözyaşlarıyla delik deşik olmuş, karartılmış bir çocukluğun ve gençliğin hep içe atılmış çığlıklarıyla yüzleşmek kalmıştı. Ve işin en acı tarafı o çığlıklarda benim payım çoktu.
Aslında tam tersini yapmışsın sen, kendini içinde değil başkalarında aramışsın. Yoksa şimdi ben Yağmur’un günlüklerini Aydan’ın gözleriyle mi okuyacaktım?
Anne ne oluyorsa birden benden uzaklaşıp suskunlaşıyor ve içine kapanıyor. Böyle zamanlarda ona ne kadar yaklaşmaya çabalasam o kadar içinde bana duvar ördüğünü hissediyorum. Kim bilir kaç kez onun bana ördüğü duvarların önünde çaresiz bekleyip durmuşumdur.
O küçük yaşta hem babamın metresi olmuştum hem de annemin suç ortağı.
‘ Ne kadar yaşarsan yaşa, ne kadar seversen sev, İstanbul asla ele geçmez, ona sahip olunamaz! Say ısız yüzü olan bir kadından farksızdır o.’
‘Boş ver, düzeltip ne olacak. Zaten düzeltmek için ne kadar yırtınsan da hayat kendi kafasına göre takılıyor.’
‘Ailenizde ya da yakın çevrenizde kıskandığınız biri var mı?’ sorusuna hiç tereddüt etmeden, ‘Abimi kıskanıyorum öğretmenim.’ demen… Çoktan ölmüş bir abiyi kıskanmak…
Sana yalan söylediğimde senin bunun hissettiğini biliyordum. Sanki sen böyle anlarda söylediklerime bakmıyordun da içimden geçenleri okuyordun ve ben çok iyi biliyordum. İşte o zaman, bu bana sana yalan söylememişim duygusunu uyandırıyordu bende.