Erzurum Güncel- Önüm. Arkam. Sağım. Solum. Her yanım devlet. Mahallenin tekinsiz çocuğu gibi devlet. Ne zaman hangi kapı ağzından, hangi arabanın arkasından fırlayacağı; elinde sapan mı, taş mı olacağı belli değil. Salçalı ekmeğime konmak için kafama mı patlatacak, yoksa bisikletime el koyup akşama kadar tur atmak için dizime tekmeyi mi basacak? (Kendimi bütün bu kötü olasılıklardan korumaya çalışırken, bu tekinsizin ekmeği de bisikleti de olduğu halde, bu kabadayılığı yapmasına nasıl bir anlam vermem gerektiğini düşünmeli miyim, sorusu da vardı tabii!) Var mıydı sizin mahallenizde de böyle tekinsizin biri? Sokağa çıkmaya korkar hale gelmiş miydiniz? Çocuğu konuşarak mantığa davet etme taraftarı olanlardan mıydınız, işe güçlü kuvvetli bir abinizi ya da anne babanızı dahil ederek çözüm bulmaya çalışanlardan mı? Yoksa onun ya da sizin mahalleden taşınacağınız günü beklemekten, gelecekten umudu kesenlerden miydiniz? Bu durumun bir de, mahallenin diğer çocukları olarak elbirliğiyle bu tekinsize karşı koyma, güç birliği ederek karşısına çıkma ve korku dolu iktidarına son verme seçeneği vardı. Bu düşünceyle, bizim Mustafa Sokak’ta hiçbir eşkıyaya pabuç bırakmadık. Ama o zaman çocuktuk tabii ve karşımızdaki de bizi ancak tek başına yakaladığında kök söktürebilen, hayatta bedenen bizden daha iri, daha boylu, daha kuvvetli olmak dışında bir niteliği olmayan bir veletti. Üstelik elindeki taş, sopa, sapan gibi silahlar da sadece onun erişiminde değildi, bu silahlarla kuşanmış kalabalık bir grup gözdağı vermeye yeterdi. Benden olmayan yaşamasın Şimdilerde mahalleye iyice yerleşen “Devlet” adlı bu ergenin, niyetleri kadar tehlikeli silahları var, ne yazık ki bizim asla sahip olamayacağımız. Acayip de buluşçu biri (yani hem acayip buluşlar yapmakta üstüne yok, hem de bu buluşları sağanak yoğunluğunda ve hızında yapmakta); boynumuzdaki fulardan on bir yıllık mahkumiyet çıkarabiliyor mesela, yoldan geçeni geçmeyeni toplayabiliyor, herhangi bir sosyal medyada “onu niye beğendin”e kadar varan sorgular yapabiliyor, çıkmamış bir kitabı toplamanın yanı sıra, yayıncı ve çevirmeni bir daha “böyle” müstehcenlikler yapmamaları konusunda uyarabiliyor, polisten dayak yediği için dava açan adama, polis dayak atarken elleri incindiği gerekçesiyle karşı hamle yapabiliyor. Ama herhalde en büyük kıvancı; dindar nesli yetiştirmeye kalmadan cehalette, muhafazakarlıkta, faşistlikte, benden olmayan yaşamasın zihniyetinde sınır tanımayan bir nesli çoktan piyasaya sürmüş olması. Çocukken en azından evin güvenliğine sığınırdık; şimdi evimiz ve evimizde yaptıklarımız bile suç haline geldi. Özetle çember daralıyor ve yakalanma sırası bana, sana da gelmek üzere; çünkü bu işler tam da atasözündeki gibi “bugün bana yarın sana” ve öyle sanıldığı gibi başkalarının başına gelen münferit olaylar değil. Peki, yakalanma sırası bize geldiğinde ne yapacağız? (Bu soruyu kendilerine çoktan sorup hayatta kalmak için burnunun dibindekini bile görmemeyi tercih edenleri ayrı tutuyoruz.) Hukuk ve insan hakları ihlallerinin Devlet eliyle giderek sıklaştırıldığı ve ağırlaştırıldığı bir korku düzeninde ne yapılabilir?Siz de ‘yakalanabilirsiniz’ Sokaklara çıkmak, hayatının yarısını eylemlerde geçirmek dışında, “hak ihlallerini bir hayat tarzı haline getiren cari hukukla uzlaşmayan, aslında yorgunluk ve umutsuzluktan kaynakkanan temelsiz iyimserlik rüzgârlarına da kapılmayan” bir avuç hukuk adamının tecrübelerinden yararlanmakta fayda var. İşte “Yakalanma Sırası Size Geldiğinde” altbaşlığıyla yayımlanan ‘Olağan Şüpheliler’, Çağdaş Hukukçular Derneği Ankara Şubesi, Toplumsal Davaları İzleme Komisyonu üyeleri arasından, özellikle ceza hukuku alanında çalışan avukatların yer aldığı bir ekibin, yüzlerce dosya ve gözlatı takibi deneyiminden damıttığı bir kitap. Hukukun adımıza işletileceğini sandığımız karakol ve mahkemelerde, aslında hukukun ne kadar da kolay aleyhimize işletilebildiğinin korkusundan sıyrılabilirse insan, kitabın her satırında kendi kendine bu kitap yeni bir Woody Allen klasiği mi diye sorabilir? Pek acayip bir mizah içeriyor çünkü! Kitap ister kapınız çalınıp bir tebligat alarak, ister katıldığınız bir miting, yaptığınız bir konuşma, taktığınız bir rozet, ister amatör muhbir bir vatandaşın aferin alma arzusu isterse de Devlet’in size bir suç temin etme arzusun yüzünden olsun, “suçlamanın” bize somut olarak dediği ilk andan yani “yakalanma”dan başlayarak “gözaltı, yer gösterme, teşhis gibi diğer soruşturma işlemleri, arama ve elkoyma, gözaltının sonlanması, cezaevine giriş” gibi süreçlerde yapmanı ve yapmamanız, özellikle de kanmamanız gerekenleri bir bir, örneklerle sıralıyor. Doğru bildiğimiz yanlışların da (özellikle emniyet güçlerinin yetkileri, çalışma usullerine dair) altını çiziyor. Aslında her satırı altı çizilerek okunması gereken bir hayatta kalma kılavuzu ‘Olağan Şüpheliler’; ama siz kitabı edinene kadar “yanınızda avukatınız olmadan hiçbir evraka imza atmamanız” gerektiğini, “avukatınızın ya da size avukat bulabilecek en az bir kişinin telefon numarasını ezbere bilmeniz” gerektiğini, “karakollardaki çaylı sigaralı babacan hiçbir muhabbetin aslında göründüğü gibi olmadığını, söyleyeceğiniz her şeyin aleyhinize kullanılması durumunun Amerikan filmlerine has olmadığını” aklınınızda tutun. ÇHD’nin muhalif kesimlerin derli toplu bir yakalama ve gözaltı bilgisine ihtiyacı olduğu düşüncesiyle başladığı ‘Olağan Şüpheliler’ eğitimlerinin aynı adla kitaplaşması, korunma ihtiyacımızın, tehdit algımızın nasıl bir hal aldığının tartışmasız, acıklı ve trajikomik bir göstergesi elbette. Bu acıklı ve trajikomik tiyatroda nasıl bir rol edindiğimiz/edineceğimiz, bu rollerin hangi işlere yaracağı da ayrı bir soru ve ne yazık ki hiçbir kitapta yok bu sorunun cevabı. Galiba bu ancak, yanıtını bizim eylemlerimizle yazacağımız bir kitap olacak. OLAĞAN ŞÜPHELİLER Yakalanma Sırası Size Geldiğinde... Epos Yayınları 2012, 122 sayfa, 11 TL