Dün hepimizi sildiler!

Basılmamış kitaba yönelik operasyona başta arama yapılan Radikal Gazetesi'nin köşe yazarları olmak üzere birçok isimden tepki geldi...

Erzurum Güncel-Çıktığı ilk günden beri Radikal’de çalışıyorum. Ekim 1996’dan bu yana. Az badire atlatmadı bu gazete. Muhabirleri, yazarları, yöneticileri hakkında kaç dava açıldı bilmiyorum. Aralarında hâlâ korumayla gezenler var. Telefonla, e-mail’le, gazete önünde bağırış çağırışla öldürme dahil, az tehdit almadık. ‘Kudretli’ makamlara çağrılıp az ‘uyarılmadık.’ ....Evet az badire atlatmadı bu gazete… Ve fakat dünkü gibisini anımsamıyorum. Dün polisler geldi bu gazeteye… Bugüne kadar hep içimizden birileri giderdi emniyete, savcılığa, mahkemeye. Bu kez onlar geldi ellerinde bir tebligatla. İlk kez... Niye mi? Aramızdan birinin, Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarından, bir dönem aramızdan biri olmuş ve şu anda Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Ahmet Şık’ın yayımlanmamış kitabının kopyasını silmek için! Dolanıp durduk işlemin yapıldığı odanın içinde, etrafında. ‘Kapı gibi’ bir mahkeme kararı vardı ellerinde.Alman filozof Heinrich Heine’nin meşhur lafıdır: “Bir ülkede kitaplar yakılmaya başlarsa insanların yakılması da yakındır.” ....Yazıyı yazarken Manisa’da polisin işkence ettiği gençler için attığımız manşet geldi aklıma: ‘Bu cop hepimize.’ Evet o copun, kendini insandan sayan herkesin canını acıtması gerekiyordu. Ahmet’in kitabını silenler, daha doğrusu o polislere bu talimatı verenler de hepimizin bilgisayarına girdi, hepimizin kitabını aldı gitti aslında. Dün hepimizi sildiler!Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can da dünkü aramaya tepki olarak şu satırları yazdıktan sonra köşesini boş bıraktıArama yok… İnceleme yok… Basılma yok… Peki ne var? 2011 yılında savcı kararıyla bir yayınevinde, bir ofiste, bir evde ve bir gazetede ‘basılmamış bir kitap avı’ var… Dijital çağda basılmamış bir kitaba mahkeme kararıyla yasak var... Başka söze gerek yok!Radikal'den Ertuğrul Mavioğlu polisin kitap silme operasyonunu anlattı...Öğle saatlerinde çalan telefonumdaki ses “Bir tebligatta bulunmak istiyorum” diyordu. Neredeydim? Gazetemdeydim. “Geliyoruz o halde” dedi polis memuru olduğunu söyleyen ses ve bekleyiş başladı. Bir gece önce İthaki Yayınevi basılmış, Ahmet Şık’ın ‘İmamın Ordusu’ adlı kitabına el koymuşlar, kopyasını bilgisayardan silmişler ama bununla da yetinmeyip ertesi gün ikinci bir baskın daha düzenlemişlerdi. Sadece İthaki’ye gittiklerini sanıyordum ki, Yonca (Şık) aradı. “Abi, bana bir tebligat verdiler” diyordu, titrek bir sesle. İçeriğini o anlattı. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararına göre, Ahmet Şık’ın kitabı, kitap falan değil, düpedüz ‘Ergenekon Silahlı Terör Örgütü’nün dokümanıydı. Bu nedenle de, basılı ve dijital ortamda bulunan bütün örneklerine el konulacaktı. Bununla da yetinmeyen mahkeme, bu kitap taslağından bilgisayarında olup da teslim etmeyenler için sopayı da aba altından gösteriyordu. Tebligatta, alttan gösterilen sopa, tam olarak şu cümlelerle dile getiriliyordu: “Mahkeme kararına rağmen vermeyen veya vermek istemeyenlerin ellerinde bulunan nüshaların temini için gerektiğinde arama yapılacağına dair karar ve ilgili savcılık talimatı, ayrıca konuyla ilgili her türlü bilgi ve belgelerin teslim edilmesi hususu aşağıda imzası bulunan kişi/kişilere tebliğ edilerek, aksine davranış gösterenlerin hem CMK 124. madde hem de örgüte yardım suçunu oluşturacağı hususu adreste bildirilmiştir.” Ahmet Şık’ın yazdığı kitap taslaklarından birini bana gönderdiğini hiçbir yerde saklamadığım için, bana verilecek tebligatın içeriğini tahmin etmem de zor olmadı. Kitabı ver, yoksa… Yaklaşık bir saatlik bekleyişin ardından gazete binasına geldi polisler. Yonca’ya, Ahmet’le ortak avukatımız olan Fikret İlkiz’e ve İthaki Yayınevi’ne yapılmış olan tebligatın aynısı ellerinde duruyordu. Yani, “Kitabın taslağını ver, yoksa Ergenekon’a yardım etmiş olursun!” Dizüstü bilgisayarımda duran 18 Aralık 2010 tarihli ‘000KİTAPSON’ başlıklı kitap taslağının çıkışı alındı, sayfalar tek tek imzalandı, avukatlarım, söz konusu çıkışların aralarına birtakım kelimeler yerleştirilme ihtimaline karşı önlem aldılar ve ardından tutulan tutanak ve tüm bu seremoni kitabın taslağının bilgisayarımdan silinmesiyle sonlandı. Yaşananların, yani Ahmet Şık’ın tutuklanmasından bu yana geçen süre içinde olan bitenin bir izahı olmalıydı. Her şey akıldışı göründüğü, dahası bir deliye senaryo yazdırsanız bile bu kadar saçmasını yazamayacağı için akli bir neden bulamadım doğrusu olan bitenlere dair. Ama tüm bunların bazı sonuçları var ki, belki de bunu anlatmak daha doğru. Muktedirin izniyle Ahmet Şık, tam da karşı olduğu derin devletin, kontrgerillanın, yargısız infazcıların, Susurlukçuların yanındaymış gibi gösterildi ve 3 Mart gününden beri özgürlüğünden yoksun, sevdiklerinden ayrı. Bunun en ağır sonuç olduğuna kuşkum yok. Yayınevi basıldı ve Ahmet Şık’ın kitap taslağına el konuldu. Öyle bir tehdit ki bu, tüm yayın dünyasınadır. Ancak muktedirin izin verdiği kitaplar basılabilirmiş bu ülkede. Bunu öğrettiler bir gecede. Henüz basılmamış bir kitabın, ‘terör örgütü propagandasını yapmak amacıyla hazırlanan örgütsel doküman’ damgasını yedikten sonra başına her türlü melanetin getirilebileceğini gösterdiler; Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğu konusunda bütün dünyaya bir gösteri yapar gibi. Ahmet’in avukatı Fikret İlkiz’e gittiler ve müvekkiliyle arasında kutsal sayılması gereken mahremiyeti çiğnediler. Savunma hakkının, bir halıyı ayaklar altına alır gibi ayaklar altına alınabileceğini hepimizin yüzüne vurdular. Yonca’ya geldiler, evini 3 Mart’ta basmış olmaları yetmemiş gibi. Eşinin kitabının bir kopyasının da onda olabileceğini her nasılsa tahmin etmişlerdi. Ruhunu bir kez daha böyle hırpaladılar. Radikal’e geldiler, bilgisayarımı açtılar. Gazetecinin bilgi ve belgesinin mahremiyetini çiğnediler. İçinden dosya alıp götürdüler. Bizi, hepimizi otosansüre zorlamak değilse neydi bu olup biten? Kitaplar yakıldı 12 Eylül döneminde Bilim ve Sosyalizm yayınevinin deposundan 135 bin kitabın alınıp yok edildiğini hatırlayanlar var mı? O günlere rahmet okutmak zorunda değillerdi ama yaptılar. Hem de onları aşarak. Çıkmamış kitabı yasaklayarak. Peki bunları yapanlar bilmezler mi tarih boyunca, “Okuyanın âlim, okutmayanın zalim” diye anıldığını?

Genel Haberleri

Kimliğiniz, adresiniz, telefonunuz... 200 liraya satılıyor olabilir!
MasterChef Beyza gözyaşları içinde şiddete uğradığını açıkladı! 'Yüzüm yanınca...'
ÇÖP araba! Tıka basa çöp dolu