Erzurum Güncel- "Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler!" Şeyh Edebali'nin büyük lafıdır bu malum. Ben de, adı 'deli'ye çıkmış bir yiğit adamın, bir eğitim 'deli'sinin, buruk, kırık ama beter inançlı öyküsünü anlatacağım size öyleyse. Erkan Çağıl'ı ya da namıyla maruf Deli Erkan'ı anlatacağım yani... Onu tanımadım, görmedim aslında. Bir zamanki varlığından, yaptıklarından haberdar oluşum olmadık anda, olmadık bir mekanda o mezarı görmemle başladı. Bir mezar... Binlerce mil ötede, ta Afrika kıtasında, Tanzanya nam memleketin Dar es Selam kentinde bir Türk okulunun bahçesinde... Zafer Çağlayan'ın dış ticaret heyetinde 10 kadar gazeteciyiz. Orada pek çok Türk okulu varmış meğer. Bunlardan birinin müdürü İsa Bey, beni de meslektaşlarımla birlikte almış kenti gezdiriyor. Bir ara okuluna da götürüyor bizi İsa Müdür. Adeta üniversite kampusü kıvamında geniş, ferah arazi içindeki okulu gezerken gözüme takılıyor o mezar. Şaşırıp, yanına gidince Erkan Çağıl adlı vatandaşa ait olduğunu görüyorum. İşte hazin ama erdemli bir inat hikayesini de o zaman öğreniyorum. BİRLİKTE GÖRELİM Erkan Çağıl Erzurum'da dünyaya gelir. 20 yaşına kadar Erzurum'da ikamet eder, askerlikten sonra İstanbul'a gelir. Metropolün varoşlarından Sultanbeyli'ye yerleşir. Burada oto tamir işine girer ve ilerleyen yıllarda kendine bir dükkân açar. Hemşerisi ve sonraları kader ortağı Murat Karakaya ile bu senelerde tanışır. 2001'de bir Tanzanya gezisine katılır, "kara inci" adını taktığı yerli halkı çok sever. Eşi Arzu Çağıl, şöyle anlatır o günleri: "Dönüşünde geldi, ağladı, ağladı. Gözünün yaşı hiç durmadı. Oralara gitmeyi kafasına koymuştu. 'Ben gideceğim, sen de gelirsen başımın üzerinde yerin var' diyordu. Benden, 'Gelirim; göreceğimiz varsa birlikte görürüz' cevabını alınca da çok sevinmişti." KAZADAN SONRA Erkan Çağıl 2005'in kasım ayında yola çıkar. İki zorlu ayın ardından işler bitince ailesini getirmek için Türkiye'ye döner. Sonra da eşini, 2 çocuğunu alıp göç eder Tanzanya'ya. Öğretmen arkadaşları aileye bir öğrenci yurdunda yer ayırmışlardır. Dört ay burada kaldıktan sonra evlerine geçerler. Aklından geçen orada bir Türk üniversitesi kurulmasına yardımcı olmaktır. "Şükür ki anaokulumuz, orta ve lisemiz var burada. Bir de ismi 'Kara Elmas' olacak üniversite lazım" demektedir. Bir gün pikniğe gidilir arkadaşlarla. Yemekler yenilince üniversite arazisine bakmak için yola çıkarlar. Kısa süre sonra elim kaza haberi gelir. Erkan Çağıl ve beraberindekileri taşıyan araç takla atmıştır. Erkan Ağabey'in dışardan gözüken yarası yoktur. Ancak hastaneye ulaşılınca gerçek öğrenilecektir. Karaciğeri zedelenmiştir. Dört saat süren bir ameliyat neticesinde karaciğerinin üçte biri alınır. Ameliyattan çıktığında morali yerindedir. Hatta Türkiye'deki yakınlarına haber verdiği için şaka yollu kızar ortağına. Sekiz günlük hastane devresi başlar. Oğlu Haluk Çağıl, babasının hastaneye gelişinin sekizinci gününde bir rüya görür. Baba oğul bir arabaya binip Türk kolejinin bahçesine gelmişlerdir. Bahçedeki iki ağacın yanında kazma, kürek vardır. Ağaçların arasında açılan çukurdan ışık yayılmaktadır. Erkan Çağıl oğluna döner ve "Sakın ağlama, ağlayanları da ikaz et. Her şeyi sana emanet ettim" diyerek açılan çukura girer. Aynı dakikalarda ağırlaşır Erkan Ağabey ve yaşamını yitirir. RÜYADAKİ YERE... Cenazesini Türkiye'ye götürmek için ağabeyleri geldiğinde son kararı eşi Arzu Çağıl verir: "Rahmetlinin vasiyeti var, buraya defnedilecek." Karar verilmiştir ama mezar nereye kazılacaktır. Bu sefer Türk kolejinin yöneticileri "Burada Hıristiyan okullarının bahçesinde mezarlar var. Biz de ağabeyimizi okulun bahçesindeki iki ağacın arasına defnedelim" teklifini getirirler. Tarif edilen yer, Haluk Çağıl'ın rüyasında gördüğü, Erkan Çağıl'ın vefat etmeden önce ortağı Karakaya'ya "Ezeoğlu şu iki ağacın arası çok güzel esiyor. Ölsek bize burayı verirler mi?' dediği yerdir.