Erzurum Güncel- Yazar Feridun Andaç "çocukluk cennetim" dediği Erzurum'u yazdı. Kitapta kapalı bir kentin açık yanlarını/yüzlerini de göstermeyi amaçlayan yazarın, kentine bakışının diline tutunup iç yolculuklara çıkabileceksiniz. Feridun Andaç'ın anlattığı kente yabancı değildim. Uzun kış gecelerini, Hemşin Pastanesi'ni, Lalapaşa'yı, Palandöken'i benim de yaşamışlığım vardı. Ve Erzurum benim için "uzun ince beyaz bir geceydi". Öyle olunca Feridun Andaç imzalı Erzurum: Bir Kentin Solgun Yüzü (Dharma Yayınları) kitabına kayıtsız kalamadım. Andaç, öykü, deneme, eleştiri gibi edebiyatın farklı alanlarında ürünler vermiş bir yazar. Erzurumlu. İlk, orta ve liseyi bu şehirde okudu. 18 yaşında "kırgın" ayrıldığı bu kente uzunca süre küstü. Ama çocukluk cennetim dediği Erzurum'dan hiçbir zaman kopmadı... Solmaya yüz tutmuş bir kentti Erzurum. Her geçen yıl kan kaybediyordu. En azından bunu kayda geçmek istedi ve yazarak kentine döndü. Yazarla kitabın serüvenini konuştuk. Erzurum: Bir Kentin Solgun Yüzü için bir vefa kitabı diyebilir miyiz? Böyle de denebilir, ama salt Erzurum'u yâd etmek için yazdığımı söyleyemem. Benim "çocukluk cennetim" dediğim kent, 1970'lerden beri solmaya yüz tutmuş, sürekli kan kaybediyordu. Doğası, insanı, kültürü, değerleri sürülüp çıkarılıyordu bu kentten. Tarihsel kimliği ise indirgeyici bir bakışla bilgisiz/sevgisiz insanların elinde oyun/alan, rant nesnesine dönüştürülmüştü. Yüzümü döndüğüm her an içim acıyordu bu solup gidenler karşısında. Bunu kayda geçmek, en azından, benim baktığım yandan gördüklerimi yazarak kentime dönmek, o solgun yüzünü göstermek istedim. Bu bir vefaysa, evet! Çocukluğunuzu geçirdiğiniz kenti yazma fikri nasıl doğdu? Nasıl bir sürecin sonunda çıktı kitap? Kimi sayfaları Erzurum'da mı yazdınız? Kentimden kopuşumun hiç de iyi anıları yok... Kırgın bir aşk, kaba gücün egemenliği, gelip duvarlara dayanmam... Okuduklarım, yazıp ettiklerimle başka dünyaların sesini duymam bana gitmenin yolu açmıştı. Uzunca bir süre kentime küstüm. Kendimi yersiz yurtsuz kılmıştım adeta. Gelip yaşamaya başladığım İstanbul ömrümün çok daha uzun bir zamanını kapsasa da; aidiyet duygumun sesine, yaptığım uzun bir yurtdışı yolculuğunda kavuşmuştum... Orada, o kentte (Stockholm) oturup yazmaya vermiştim kendimi; koptuğum küstüğüm kentimi yazıyordum. Gene aynı kentte çocukluk/gençlik arkadaşlarımın yurt özlemine tanık olmuştum; Türkiye özlemlerinin odağında doğup büyüdükleri yerler vardı, kentleri, kasabaları, köyleri... Yurtsama duygusunun ne olduğunu gözlerken kendi cennetime dönmüştüm yüzümü. Dönünce de Erzurum'a gittim, tren yolculuğumda yazmaya başladım; eski Erzurum kahvehanelerinde, mesire yerlerinde, tarihî mekânlarında, Palandöken Dağı'nda yazdım... Kitabın sayfaları arasında Feridun Andaç'ın zamanda yolculuğuna şahitlik ediyoruz. Yüzlerce yazar, yüzlerce kitap, şiirler, film adları var... Siz yazarak zamanın taşıdığı acılara, sanrılara, hatta ölüm duygusunun hiçliğine/yarattığı boşluğa karşı koyabilirsiniz. Unutmak istedikleriniz karşısında yeni bilinç edinirsiniz, yeni bir bellekle yol alırsınız. Zaman ise tek tutanağınız, tutamacınız... Kendinizi başka bir dilde, duyguda yolcu gibi hissedersiniz. O yolu zenginleştirebilmek, yeni yeni düşlere yatmak, öğrenmek, sevmek, bağlanmak için başka seslere/sözlere gereksinme duyarsınız. Yazıda yol/yolcu olduğunuzda taşıyıcı olmayı da seçiyorsunuz ister istemez. Sesime kattıklarımın çeşitliliği de bundan olsa gerek. Erzurum'dan hangi tarihlerde ayrılmıştınız? Sonraki gidişlerinizde uzun süre kalabildiniz mi? Hâlâ yakınlarınız bu şehirde mi? 1974'te ayrıldım. Uzunca bir süre dönmedim. Kırgınlığın, küskünlüğün izlerinin, açılan yaraların sızılarının geçmesini bekledim diyebilirim. Yüzümü kentime her döndüğümde, gidip uzunca süre kalabileceğimi düşünürüm; ama gidince de o güzel zamanların geçip gittiği, o güzel mekânların yok olduğu, o güzel insanların çoğu bu kenti terk ettiği için kalamam, bakmaya bile dayanamam. "Kenti bekleyenler" dediğim birkaç dostum, halam, birkaç yeğenim halen orada yaşamaktadırlar. Erzurum'da kalsaydım nasıl bir hayatım olurdu diyor musunuz? Aslında bu soru, buna benzer birçok soru/sorun bana gene Erzurum eksenli bir roman yazdırmaya başlamıştı geçen yıl. Yıllar sonra bu kentte buluşan iki çocukluk arkadaşının yüzleşme öyküsü: Kentte kalan, kenti terk edip giden.. Düşleri, özlemleri aynıydı bir zamanlar. Tanpınar'ı, Nâzım Hikmet'i okuyor, birlikte dünyayı algılamaya çalışıyordular... Kalan daha muhafazakâr bir kimliğe bürünüyor, giden farklılaşıp değişiyor... İşleri, uğraşıları, dünya görüşleri, hayatları bu eksende biçimleniyor. Bu kaçınılmaz olgunun içsesiyle yazarken kendime çok sordum, sorguladım da... Evet, kalsaydım farklı bir hayatım, yaşam seyrim olurdu! Erzurum yitik cennetiniz mi? Sık sık çocukluk cennetim ifadesini kullanıyorsunuz... Düşlerimde çocukluk cennetim, halen oraya döner kokularına, seslerine, renklerine tutunurum. Mükerrem Kemertaş'ı orada dinlerken Erzurum'un nasıl bir "yitik cennet"e dönüştüğünü görürüm. Bu da bana derin bir keder verir; başka bir iklime, ama yakın sezgili bir yolculuğa çıkararak Haçaturyan'ın, Çaykovski'nin, Stéphane Grappelli'nin ezgilerine dönerim. Anlayacağınız cennetle cehennemi bir arada yaşarım. "İnsan doğduğu yere benzer mi" gerçekten? Kaçınılmaz olandır bu, her ne kadar Edip Cansever yaşadığı yere benzer dese de... Doğduğunuz yerdir sizin ruhunuzu biçimleyen, dil belleğinizi oluşturan. Bir yerli olmayı önemserim, bir yere ait olmayı da... Hele bir yazar için kaçınılmaz bir olgudur bu. Siz biraz da o yerle varsınız, başka sesler/renkler size bir şeyler taşısa da kendi olma duygunuz bambaşka bir renklilik içerir. m.tokay@zaman.com.trZAMAN MURAT TOKAY