Gazeteci Karahan’dan Sarı Gelin!

Gazeteci İbrahim Karahan’ın “Sarı Gelin” isimli kitabı Paraf yayınları arasında çıktı.

Erzurum Güncel- İstanbul Üniversitesi (İÜ) İletişim Fakültesi'nde Master yapan ve 25 yıldır gazetecilik mesleğini sürdüren gazeteci-yazar İbrahim Karahan, adı bilinen ancak içeriği yeterince irdelenmeyen bir konuyla ilgili araştırma yaptı. Vefat etmeden önce muhacir olan ninelerini dedelerini dinledi. Onların anlattıkları hep aklında tazeliğini korudu. Duyduklarını destekleyen belgelere, kitaplara ve başka kaynaklara ulaştı. Yaklaşık iki buçuk yıl süren çalışması sonucu "Sarı Gelin" adlı romanını kaleme aldı. Önce Ermeniler yaşadıkları topraklardan zorunlu göç ile uzaklaşıp gittiler. Ardından, Rus işgali ve Ermeni tedhiş hareketleri sonrası Türklerin dondurucu soğuğa rağmen her şeylerini bırakıp batıya doğru yani güneşin doğduğu yöne doğru yola düşmüşlerdi...Doğu toprakları adeta zulümhaneye dönmüştü...O muhacirlik ki, ne kadar anlatsan kafi gelmez. Sırtlarında yaralar oluşan analar bebelerini yola terketti, arabaları çeken hayvanlar burun delikleri patlayana kadar nefes alıp verirken telef oldu. Daha bitmedi, asker kaçağı eşkıyalar, bitap düşmüş zavallılara saldırdı! Şiddetli kar, açlık, hastalık kırdı geçirdi... Muhacirler arasındaki Sarı gelin Alis'in dramı... Ve İtibar Ağa eşi Mühide Hanım ile torunları Goncagül'ün hüzün dolu hikayesi...Zorlu ölüm yolculuğunda biçare insanların hayata tutunmaya çalışırken verdikleri korkunç mücadele okuyucuyu adeta nefes nefese bırakacak. Kuşkusuz "Sarı Gelin" türküsü insanlarımızı duygu yoğunluğuna boğuyor. O türküyü dinlediğinde duygulanmayan insan belki yoktur. Romandaki Ermeni kızı Alis'te Müslüman bir aileye gelin giden Sarı gelin. O hem bir gelin di hem de bir kız evladı sahibi muhacirdi. Yaşadıkları o tarihin gizli kalmış sahifelerindeki en dramatik olayların ta kendisiydi. Erzurum'un kahvehanelerinde aşıklar, ozanlar anlatırmış bunu; "Türk ve Hıristiyan Kıpçak kralının sarışın ve çok güzel bir kızı varmış. Kahramanımız Sinan, işte bu güzel kıza aşıkmış. Amma kızın bu aşktan haberi yokmuş! Gel zaman git zaman, sarı kız, Erzurum'a varlıklı ve etkili bir aileye gelin gelmiş. Yanında refakatçi olarak görevli olanlardan birisi de Sinan'mış. Konvoya refakat eden Sinan kızın ardından yürüyormuş. Gelinin konvoyu, çarşı ve pazarda ilerlerken yanına yaklaşan fakir, garip, mağdur ve muhtaç insanlar dertlerini anlatmaya çalışıyorlarmış. Kız da, dilekleri, arzuları, sıkıntıları elindeki kağıt ve kalemle not alıyormuş. Ancak, asıl mağdur aşık gencimiz Sinan ise bir türlü derdini açılamamış. Kızcağıza öylesine yanıp tutuşuyormuş ki, diline bir türk dolanmış. Bu türkü, yıllarca sonra kavuşamayan gençlerimizin yüreklerinde anlam kazanmış..." Marmara İletişim Fakültesi'nin ikinci sınıfındayken başladığı gazetecilik meslek hayatını 25 yıldır sürdüren İbrahim Karahan, yukarıdaki aşk hikayesinin notalarının bulunduğu türküden esinlenerek kaleme aldığı romanında hazin bir göç hikayesini anlatıyor. Araştırmacı yönüyle gerçek bilgilere ulaşan Karahan, kaleme aldığı Sarı Gelin adlı romanında bizi o serencamın tam içine alıyor... Ünlü Japon şair Matsuo Basho'nun, "Her gün bir yolculuktur ve zaten yolculuğun kendisi evimizdir..." sözlerinin "93 Harbi" ve 1915 olayları sırasında muhacir olan insanları anlatmaya çok yakıştığını ifade eden Karahan, savaşlara, karmaşalara, çekişmelere sahne olan Doğu Anadolu topraklarını kasıp kavuran o ünlü "Seferberlik" yani yöre insanının deyişiyle "Muhacirlik" yıllarında unutulup giden acıları kaleme aldığını söylüyor. Erzurum'da doğup büyüyen Karahan da çocukluğunda dedelerinin, ninelerinin muhacirlik hatıralarını dinleyerek büyüyen yöre insanıydı! Hatta, çocukluğunda, sevgi duyduğu bazı yaşlı ninelerin ve dedelerin de Ermeni olduğunu öğrenince şaşırmıştı... O da bu serencamın içinde hissetmişti kendisini! Çocukluğunda bile kafasını meşgul eden sorunun cevabını hala bulamadığını ifade eden Yazar diyor ki, "Yaşanan talihsiz olaylar, jenerasyonları etkiliyor. Öz güven kaybı nesilden nesile devamlılığını sürdürüyor. İnsanlar, topraklarını, yurtlarını, ailesini kaybetme korkusuyla yetişiyor. Muhacirlik hatıraları dinleyerek büyüyen analar, babalar, evlatlarının dizlerinin dibinden ayrılmasını istemiyorlar. Aynı evde, aynı binada yaşamayı tercih ediyorlar. Çünkü, yüreklerindeki o muhacirlik korkusu hep canlılığını koruyor. Tek endişeleri vardır, "Ya evladım evlenip bizi bırakıp başka şehire veya ülkeye göçerse..." İşte yöre insanı için muhacirlik bir korku selidir! İnsanların genlerine işlemiştir. Ben de romanımda insanları bu kadar etkileyen muhacirlik sırasında yaşanan dramlara, acılara, hüzünlere yer verdim. Şimdiki nesil atalarının düştüğü sıkıntılara düşmemek için ne yapmaları gerektiğini iyi bilmeli. Çünkü, bu serencamın ne sonu belli ne de başı... İnsanlar birbirlerine tahammül etmeyi öğrenmeli. Birbirlerini sevmeyi ve huzur içinde yaşamayı denemeli...Önemli olan her insanın huzur ve mutluluk duyacağı bir ülkede yaşayabilmek değil mi? Batı ülkeleri ve Çarlık Rusyası'nın tahrikleri sonucu patlak veren savaşlar kuşkusuz Erzurum ve çevre illerde yaşayan insanlara büyük bedel ödetmişti. İnsanları barış içerisinde bağrında besleyen yöre toprağı, aniden içinde barındırdığı canavarı çıkarıyordu! İnsanlar birbirini öldürüyor ve kan gövdeyi götürüyordu. Özellikle Alman ve Rusların kaşıması sonucu, tarihin derinliklerinde kalan çekişmeler yeniden gün yüzüne çıkıyordu. Dost, arkadaş olan insanlar birbirlerine kıymaya başlıyordu! Rus generallerin kontrolündeki Ermeni çetelerinin iyice şımarması ve saldırılarını arttırması yöre insanını bezdirmişti. Toprağını, evini, barkını bırakıp kar-kış ve tipi demeden yola düşeceklerdi. Tıpkı kendilerinden önce topraklarından olan Ermeniler gibi..."93 Harbi ve Kurtuluş Savaşı öncesinde yaşanan yoğun göç sonucu topraklar öksüz kaldığı gibi, insanlar adeta bir çınar ağacı gibi kökünden sökülüp atılmıştı. Takipfsiz acılar, dramlar yaşanmıştı. Erzurum 'meşhur kar' veya yağmur susuyla değil, akan gözyaşlarıyla adeta sırılsıklam olmuştu... Savaşlar, kan döken çete saldırılarıyla sarsılan yöreden günümüze yayılan türkülerde hep ıstırap vardır. İşte onlardan bazıları, "Büyüdüm eyledim asker eyledim, gitti de gelmedi yavrum ona ne çare...", "Göç göç oldu göçler yola düzültü, uyku geldi ela gözler süzüldü..." gibi...Binlerce kilometreyi kağnı, at arabası sırtında kateden muhacirlerin gözyaşları karları eritmişti! Sağsalim yurtlarına döndüklerindeyse ağlayacak gözyaşları kalmamıştı. İşte o muhacirler, öyle veya böyle tarihin cilveli ve sırlı sahifelerinde yerlerini aldılar. Binlercesi zorunlu, binlercesi de çetelerden kaçarak yola düşen muhacirlerden gittikleri topraklardan bir süre sonra geri dönenler bambaşka bir hayata adım atıyorlardı... "Sarı Gelin" romanında o insanların hayat hikayelerini bulacaksınız. Hollywood filmlerinde başka milletlerin acılarını, ıstıraplarını izleyerek gözyaşı dökmeyi öğrendik. Ne acıdır ki, kendi insanlarımızın, tarih boyunca yaşadığı acıları, zulümleri, sıkıntıları farkedemedik. Amerikan askerlerinin savaş sırasındaki çığlıklarını, feryatlarını, haykırışlarını iliklerimize kadar hissettik ama ne yazık ki, Sarıkamış'ta, Erzurum tabyalarında metrelerce kar ve dondurucu soğuğa rağmen yazlık elbiselerle savaşarak şehit düşen askerlerimizi bilemedik... "Sarı Gelin" romanında asker arkadaşlarını savaşta kaybedip tek başına ormanda yolunu bulmaya çalışırken bulunan 15 yaşındaki askerin hikayesini de bulacaksınız!Bazı komuta kademesinin ihtirası sonucu silahsız, ekmeksiz kalan askerlerin soğuktan donarak ağaca asılı kaldığı anın hüznünü adeta yüreğinizin derinliklerinde hissedeceksiniz!

Kültür/Sanat//Mağazin Haberleri

Zayıfladıkça daha çok zayıflamak istedi!
Hazal Kaya ile evli olan Ali Atay'dan gündem olan sözler
Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun oyunu Tunus'ta perdelenecek
Yavuz Bingöl "Son 10 yıldır en fakir dönemimi yaşıyorum" diyerek intihar itirafında bulundu!