Erzurum Güncel- Kuzey Afrika’dan İspanya’ya geçerken gemileri yakan Tarık Bin Ziyad gibi, bir “Tarık”ımız oldu bizim de... Şöhreti, parayı, korumalarla çevrili, her yere araba konvoyuyla giden, adım attığı yerde yüzlerce flaş birden patlayan bir star hayatını elinin tersiyle itip, başına bir kask giyerek maden ocaklarına inen, Pervari’deki kan davalarında acı çeken, “namusu kirlenmiş” karısını aşkla omuzunda taşıyıp karlı Anadolu ovalarında donmasını izleyen bir büyük sanatçıya dönüştü.
Kolayı değil, zoru seçti. Nâzım’ların, Yaşar Kemal’lerin, Orhan Kemal’lerin, Yılmaz Güney’lerin çileli, dikenli yoluna girdi. Tarık’ı bana Vasıf öngören tanıtmıştı. Yeşilçam’da ününün doruğundaydı o sırada ama tam da başka ve hakiki bir sanat yoluna girmek üzereydi.
Maden filminin müziğini yaparken tanıştık Tarık’la, dost olduk, kardeş olduk. Sonra Sürü’de ve Yol’da birlikte çalıştık. Yaşar Abisinin “uzun oğlan” diye sevdiği, halkın bağrına bastığı, devrimci, dürüst, alçakgönüllü bir yürek atmıyor artık. Ama hep söylediğim gibi bazıları toprağa gömülür, bazıları halkın kalbine.
Tarık artık sonsuza kadar bu halkın, emekçinin kalbindedir. Tarık Akan’ın dersler çıkarılması gereken hayatını belki de en iyi Robert Frost anlatmıştı. İç geçirerek anlatacağım bunu ben, nice çağlar sonra bir yerde: bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben – ben gittim daha az geçilmişinden, ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.
İyi ki de öyle yaptın be Tarık! İyi ki de gelip geçici şöhret, para, popülerlik tuzaklarını aşıp bu halkın Yunus’lardan, Hacı Bektaş’lardan, Nâzım’lardan bu yana akan ulu, aydınlık ırmağında yıkandın. Bırak sıkıyönetimleri, iktidarları, linç kampanyalarını ölüm karşısında bile dimdik durdun.
Helal olsun sana kalıbının adamı arkadaşım, helal olsun sana.