Ben seni Sabah Dış Haberler döneminden beri tanıyorum, ancak gazetelerin mutfağını bilmeyenler için seni tanıyalım.Gelecek şubat, yolun yarısına geleceğim, 35 yaşında olacağım. Yarışmaya Erzurum’dan katılıyorum. 6 kuşak Şenkayalıyım. İstanbul Şehremini’de doğdum. Bahçelievler’de büyüdüm. Şişli’de semirdim. Şimdi de karşı (Anadolu yakası) çocuğuyum... Herkes beni İzmirli zanneder. Ama değilim. Üniversiteyi orada okudum. Sonrasında İstanbul’a geri döndüm. Bahçeşehir’de basketbol maçlarıyla harçlığımı çıkartırken, bir gün babam hayatımı değiştiren bir gazete ilanı gösterdi. Sabah gazetesi yeni çıkacak bir gazete için muhabir arıyordu. Gittim. İki eleme sonrası gazetecilik için ilk adımı attım. Neydi o gazete?İsmi belli değildi. Dinç Bilgin’in kafasında İngiliz tarzı bir tabloid vardı. Ama niye bilmiyorum, olmadı. Onun üzerine o gruptan 5 kişiyi ayırıp gazete kadrosuna dağıttılar. Onlardan biri bendim. Sedat Sertoğlu'nun başında olduğu Sabah Dış Haberler Servisi’ne stajyer olarak girdim. Çok iyi bir ekipti. Çok iyi bir okuldu... Sizin birlikte gazetecilik yaptığınız arkadaşlarınız, medyada çok iyi yerdeler.Evet... Aslında ben ekibin son halkasıydım. Örneğin şu an Emre Oral, Milliyet’in 2 numarası. O zamanlar çok genç ve sinirliydim. Emre kaprislerimi çekmeseydi bugün belki de başka bir iş de yapıyor olabilirdim... Güney Öztürk şu an keyifle okuduğum Vatan’ın eklerinin yönetmeni... Emre İskeçeli yine keyifle okuduğum Hürriyet eklerin başında... İsmail Yuvacan, Vatan’ın genel yayın müdürü oldu. Hürriyet’ten Cenk Öz var. Murat Köksal, İskender Baydar var ayrıca... Sabah’a geri dönelim...2002’de dış haberler müdürü, 2004’te de yazı işleri müdürü oldum... 2008’de de Habertürk... Sabah’la özdeşleşmiş biriydin. Hatta birçok kişinin “Emre gerçekten ayrıldı mı” dediğini biliyorum. Vatan gazetesi kurulurken ayrılmamıştın... Nasıl oldu? Sabah’taki değişimleri nasıl değerlendiriyorsun?Sabah değişti, değişebilir de... Çünkü orası özel sektör. Hangi patron alırsa, istediği gibi yönetme hakkına sahiptir. Çünkü dükkan onundur... Evet, Sabah’la ismi özdeşleşmiş biriydim. Ama hayat işte. Doğup büyüdüğüm topraklar artık aynı değildi ve Fatih Altaylı bana yapmak istediği ve hep hayal ettiğim parçalı gazetenin yazı işleri müdürlüğünü teklif etti. Fatih abiyle görüşmemiz 1 saat bile sürmemiştir. Okeyleştik. Sonra Turgay Bey’in (Ciner) kurduğu sistemle tanıştıkça ayrılık kararının doğru olduğunu bir kez daha anladım... Hem Fatih Altaylı’yla hem de Ergun Babahan’la birlikte çalıştınız. Bu iki yönetici arasında ne gibi farklılıklar var sizce?Senin bu yaptığına ne denir biliyorsun değil mi? Ergun Babahan benim nikah şahidimdir. Bana inanıp beni genç yaşımda dış haberler müdürü yaptı. Ardından yine 29 yaşında yazı işleri müdürü atadı. Fikir ayrılıklarımız olmuştur mutlaka. Yine de ondan çok şey öğrendim. Zor dönemlerde iyi yöneticilik yaptı. Altaylı?Hayat tarzını, vizyonunu, yöneticiliğini, gazeteciliğini, ciddi ama gülen gazete yapma isteğini beğeniyorum. Çalışanla çalışmayan, kafası basanla basmayan arasındaki farkı biliyor, hakkını da veriyor. Gelelim eşinin Sabah’tan zorla istifa ettirilmesine...Gelelim. Bir iftira atıldı ona ve dolaylı olarak bana... Belli ki birileri birilerini yanlış bilgilendirmiş, tez canlılıkla bir karar verilmiş. Zaman bizi haklı çıkartacak emin ol. İftira at, izi kalsın zihniyeti... Keşke “Kocan Habertürk’te çalışıyor, biz de rahatsızız. İstifa et” deselerdi. Bunu anlayabilirdim. Zaten Sabah’tan arayan birçok üst düzey kişi “Biz böyle düşünmüyoruz” dedi. Bu yeter. Kızgın olduğun insanlar var mı?İnsana dair hiçbir şeye şaşırmamayı ve kızmamayı öğrendim hayatta. İsim dersen... Serhat Albayrak bir gün ne kadar değerli bir çalışanını kaybettiğini öğrenecektir inşallah. Ama Erdal Şafak’ın yaptığını unutmayacağım. Kızgın mı? Kırgınım diyelim. Ben de karım da neredeyse onun elinde büyüdük. Gece yarılarına kadar orada daha iyi gazete yapmak için deli gibi çalıştığımızı en iyi bilenlerin başında kendisi gelir. Ben Habertürk’e geçtim diye mi dünyanın seyri değişti? Bir zahmet yukarı çıkıp “Bu iftiradır” da mı diyemediniz... İki hafta önce köşesinde övdüğü çalışanının başına bu geldiğinde savunmadığı gibi, yolları ayırma konuşmasını dahi kendisi yapmadı. El sıkışmak yerine de basit bir e-posta atması üzücü. Neyse... Hayat uzun... Birçok kişi aradı. Birçoğu da aramadı. Dostu düşmanı anladığımız dönemdi. Tüm bu iftiraları bastıran ve bizi yolumuza devam ettiren tek şey ise yeni bir bebeğimin olacağını öğrenmem oldu. Bu istifa döneminde eşin hamile miydi?Evet. Vicdanlarına bırakıyorum her şeyi... Tamam, biraz sana geri dönelim. Bir şey duymuştum seninle ilgili... Sana bir zamanlar Avrupa’dan bir teklif olduğu doğru mu?Nereden duydun?.. Offf, evet, oldu. AB’de orta ölçekli bir medya grubunun başına geçmem teklif edildi. Yarı Türk yarı yabancı. Sabah’ta pek de mutlu olmadığım bir dönemdi. Gazete, TV, dergiler, internet... Olmadı. Zaten o defteri de çoktan kapattım Sayım. Peki, film yaptığını biliyoruz. 20 dakikalık filmle birçok ilke imza attın. Sinemayla olan ilişkinizden bahseder misiniz? İleride uzun metraj bir film çekmeyi düşünüyor musunuz? 2000’lerin başında ekran önü değil, ekran arkası adamı olmayı sevdiğimi anladım. Senaryo ve yönetmenlik kurslarına gittim. Sinema da aynı gazete yapmak gibi. Bir hayaliniz var. Onu birileriyle paylaşıyorsunuz. Şunu şunu istiyorum diyorsunuz. Onlar size malı sunuyor. Ve işte gazete ve film oluyor... Sıfırdan bir şeyler yaratılıyor. Ve okuyucu ya da izleyicinin takdirine bırakıyorsun. İlk kısa metraj filmim “2 Eylül” de böyle bir şeydi. Bir haber izledim. Çok etkilendim. Ve borca girip filmimi çektim. Sonuç ödüller, kısa film festivallerinin açılışları falan filan... Şimdi 2 kısa film üzerinde çalışıyorum. Olursa onları da 2010’da çekmek istiyorum. Çok ara verdim. Sahalara geri dönmek lazım. Uzun metrajda ise... Kafamda iki film var. Biri uluslararası film festivalleri için hayal ettiğim bir proje. Diğeri 1453... Ne zaman olurlar hiç bilmiyorum. 10 yıl sonra da olabilir, 20 yıl sonra da... Tek bildiğim özellikle 1453’ü ölmeden önce bir gün çekeceğim... O benim “hayat master”ım olacak. 1453'le ilgili birçok projeler duydum ama benim kafamdaki bambaşka... Sinema yazarlığı da yaptığınızı biliyorum. Türk sinemasında edebiyat uyarlamaları çok başarılı olamıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Evet... Avrupa’daki iki internet sitesine sinema yazıyorum konuk yazar olarak. Ağırlıklı Türk sineması yazıyorum. Bence uyarlamalar şu an başarılı olmaz. Çünkü Yeşilçam, ben bu lafı çok seviyorum, bunalımda. Para mı vizyon mu bunalımında... Hep aynı tür filmler çekiliyor. Ya komedi ya salya sümük dram... Ya da bitmek bilmeyen, ızdırap veren sahnelerle dolu kara filmler. Az biraz da dönem filmleri... Başka yok... Birkaç genç yönetmen yeni şeyler üretmek istiyor ama ne olacak. Yapımcıların elindeler. Yeni şeyler üretip para kazanamayınca bir özel kanalda abuk sabuk diziler çekmek zorunda kalacaklar... Kendi gazetenizde neden köşe yazmıyorsunuz?Senin bu yaptığına da ne denir biliyorsun değil mi? Ben mutfağı seviyorum. İleride ne olur bilinmez. Kitap projeniz var mı peki?İki kitap projem var. Daha doğrusu araştırma. Onlar üzerinde çalışıyorum. Ama biraz ara verdim. Kısa film projelerini öne çektim. Malum, gazete, aile derken pek de zamanım kalmıyor. Siz çok genç yaşlardan beri yöneticilik yapan bir gazetecisiniz. Başkalarına iş yaptırılabilmenin en zor tarafı nedir?İyi insanlar iyi gazete yapar... Müthiş bir laf. Çünkü ben anamdan doğduğumda gazeteci değildim. Öğrendik, bekledik, şimdi uyguluyoruz. Hiçbir zaman kötü insanlarla çalışmaktan haz almadım. Ona dirsek buna dirsek... Nasıl biz birilerine zamanında davrandıysak, kurduğumuz ekiplerdeki iyi insanlar da şimdi bize öyle davranıyor. Habertürk 8 aylık bir gazete. Yaşmış, başmış, burada böyle bir sorun olmaz. Medya dünyası çok fazla değişim içinde. Umur Talu’nun ve Bekir Coşkun’un Habertürk’e geçmesine ne diyorsunuz? İkisinin yazdığı bir gazetede görev yapmak bir gururdur benim için... Sizin gazetenizin okur profilinde daha çok kimler var? Genç bir gazeteyiz. 20-40 arası açık ara iyi olduğumuzu biliyorum genç bir gazete için... 20 yaş altı okuru, yani geleceğin potansiyel okuyucularında da öndeyiz... Kişiselleştirmem gerekirse bence Habertürk, şu an 25-30 yaşları arasında, üniversite mezunu, iyi bir işi olan, iyi bir evliliği olan, düzgün ve kaliteli bir yaşam isteyen, her hafta sinemaya giden, kitap okuyan, şehirli, internetçi bir genç... Bir dönemin Sabah’ı gibi... Habertürk gazetesinin Münevver Karabulut manşeti çok eleştirildi. Bu manşetin gazeteye tiraj dışında başka ne sağladığını öğrenebilir miyim? Gazetenin 3 ya da 4’üncü günüydü. Açıkçası olayla ilgili somut bir bilgi yoktu. Tek bilinen Etiler’de bir çöplükte kafası kesik bir kız bulunmuştu. Yazı işlerinde manşet olmasını isteyenlerdendim. Belki de kokuyu almıştım. Çünkü Etiler’de her gün böyle ceset bulunmuyordu. 1 gün sonra katil zanlısı Cem’in amcasının Hayyam Garipoğlu olduğunu öğrendik. Bazıları fren yaptı, biz gazetecilik refleksiyle bunu da yazdık. Günler geçtikçe işler sarpa sarıyordu. Halk da artık Cem’in bulunamayacağına inanırken, Fatih abi şimdi tam hatırlamıyorum ama, kızı ve ona bırakmak istediği güvenli bir Türkiye’yle ilgili bir yazı yazdı. O yazı bence okurumuzda kırılma noktası oldu. Münevver cinayeti, bence tirajdan çok okurumuzda “Benim güvenebileceğim bir gazetem var” algısı oluşturdu. Ki, gerçek de böyle. Türkiye’de habercilik denildiğinde aklınıza kimler geliyor? Eski tip senior-muhabirlik bitti ya da son demlerini yaşıyor bence. Senior isimler artık TV’de. O da benim işim değil. Yazılı basında şimdi yeni isimler var. Örneğin Münevver cinayetinin aylarca konuşulan haberlerine imza atan arkadaşlarımızı düşünün. Akşam, Vatan, Sabah ve Hürriyet’te de yine böyle arkadaşlar var. Ama onlar adına isim söylemem olmaz. Türk medyasının eksiklikleri neler sizce? Maaş, işleyiş, güvenilirlik falan gibi bir cevabım yok. Çünkü bir sürü sorun var. Ancak bunların hepsi de geneli değil, şirketleri bağlayan sorunlar. Dünya değişiyor. Biz de değişmeliyiz. Onun için Habertürk farklı. Bu medyaya aynı İngiliz The Sun ayarında bir tabloid iyi olmaz mıydı? Tabloid deyince insanlar hemen küçümsüyor. Ama değil, iyi bir tabloidin varlığı, tiraj kaç olursa olsun, o ülke medyasının gelişmişliğini gösterir. SAYIM ÇINAR