Erzurum Güncel- Prof. Dr. Halil İnalcık ölümüne yakın bir dönemde yaptığı konuşmada gözyaşlarına hakim olamayarak Mustafa Kemal Atatürk'ün cenazesiyle ilgili şunları söylüyor:
“‘Atatürk’ün ölümü 10 Kasım’da 1938’de Ankara’ya getirilişi ile bütün bir millet nasıl ağlıyor? Tarihte görülmemiş bir sahnedir bu! Bütün bir millet ağlıyor. (Halil İnalcık bunları söylerken ağlamaktan konuşamayacak hale geliyor). Bugün buradaysak, millet olarak buradaysak, dünya tarihinde seçkin milletler arasında yer almışsak, bugün yaşıyorsak, bugün bir devletimiz, milletimiz varsa Atatürk’e borçluyuz.”
İNALCIK'IN ÖĞRENCİYKEN ATATÜRK İLE ANISI
Halil İnalcık henüz 17 yaşında bir öğrenci iken 1933 yılına ait Atatürk ile yaşadığı anısında, onun soruları karşısında heyecanlandığını kaydediyor. Onun çok iyi bir öğretmen olduğunun altını çizen İnalcık hatırasını şöyle anlatıyor:
“Atatürk, Türk Tarih Kurumu’na hazırlattığı 4 ciltlik tarih kitabının okutulmasını bütün mekteplerde zorunlu kılmıştı. Büyük Türk Tarihi’ni benimsemiş, kendine güvenen bir Türk nesli yetiştirmek istiyordu. Bu amaçla mektepleri dolaşıyor, kitapların okutulup okutulmadığını kontrol ediyordu. Bir gün öğretmenimiz başka bir sınıfta derse girdiği için bizim dersimiz boştu. Bir sonraki dersimiz coğrafyaya hazırlanıyorduk, benim önümde bir Ortadoğu haritası vardı. Kapı açıldı ve Ata, maiyetiyle birlikte sınıfa girdi. Benim önümde durdu ve haritaya baktı. Parmağını Medine’nin üzerine koyarak ‘Burası neresi?’ dedi. Ben ‘Yesrib’ dedim. ‘Başka?’ dedi. Ben yine ‘Yesrib’ dedim. Eski kitaplarımızda Yesrib diye öğrenmiştik ama Ata, İslamiyet’ten sonraki adını duymak istiyordu. Yani Medinet-ül Nebeviye... Bana gülümsedi ‘Medine değil mi?’ dedi. Sonra parmağıyla Arabistan’ı gösterdi. ‘Burası nasıl bir memleket?’ dedi. Öğretmenimiz bize ‘Arabistan bir tepsiye benzer, etrafı dağlarla çevrili, ortası çöl’ demişti. Ben de ‘Arabistan tepsiye benzer ‘ dedim. Ata gülmeye başladı. Bu defa parmağını Kızıldeniz’in üzerine koyarak ’Peki burası neresi?’ dedi. Ben ‘Bahr-i Ahmer’ dedim. ‘Başka adı yok mu?’ dedi, ‘Şap Denizi’ dedim. Ata Türkçe adını söylememi istiyordu, ben eski bilgilerimle cevap veriyordum. ‘Kızıldeniz değil mi?’ dedi. Gülümseyerek başımı okşadı. Atatürk beni imtihan ediyordu, heyecandan ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Bütün konuşmamız boyunca hep mütebessim, babacan tavrıyla korkutmadan öğretmişti. Sonra yan sınıftaki tarih dersine girmek için bizim sınıftan ayrıldı.”