Erzurum Güncel- Zaman yazarı Ali Bulaç, “post modern kamusallığın iyi-kötü, helal-haram ve adalet-zulüm gibi zıtlıkları eşitlemesinin neslin sonunu getireceği” tezini kadın ve erkek ilişkisi üzerinden de savundu.
Bulaç, “Kadın- erkek ilişkisini eşitlik-pozitif ayrımcılıkla tersine çevirdiğinizde, ailenin çözülmesine, cinsel sapmaların ortaya çıkmasına ve üçüncü cinsin teşekkülüne etkin zemin hazırlamış olursunuz” ifadesini kullandı.
Bulaç’ın Zaman gazetesindeki köşesinde “Kamusal melezleşme” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Postmodern zamanda kamusal alanı renksiz, dinsiz, dilsiz, kimliksiz fikre dayanmaz. Modern zamanda cumhuriyetin değerlerine göre inşa edilmiş kamusal alan, devletin akıl tarafından nesnel gerçekliği ve ideal tipi inşa ettiği varsayımından hareketle kamusal ve toplumsal hayatı kendisi formatlıyordu.
önce dini-geleneksel renk ve ögelerden silip temizliyor, arkasından “cumhuriyetin evrensel aklı”na göre düzenlemeye tabi tutuyordu. Tabii ki soyut cumhuriyetin aklını “devlet” kullanacaktı. Postmodernizm bu yekpare, renksiz, dinsiz, dilsiz ve kimliksiz kamusallığı parçaladı.
Pekiyi, “yaptı, etti” diye kullandığımız fiillerin öznesi (fail) kim? Kimse öznenin kim olduğu hakkında kesin bir şey söyleyemez. Postmodernizm fizik, biyoloji ve epistemolojideki parçalanmaya paralel küresel bir belirsizliği getirmekte ve esasında bundan beslenmektedir. Akademik dünya ve medya bir bilinmez gücün ortada hüküm sürdüğünü kabullenmiş görünüyor. Bu Adam Smith’in “görünmez eli” olabileceği gibi medyumların paralarına göz diktiği milyarderleri tasallutlarından kurtarma vaadinde bulundukları “cinler”, modern tarihin hurafe ve cebriyeciliğin felsefesini yapan Hegel’in “zamanın ruhu” ya da aslında bildik lobiler de (silah ve petrol şirketleri, bilişim teknolojisi zenginleri) olabilir.
Yeryüzünde hayatı insan yaşar. Hayat da ya ilahi iradeye uygun -ilahi prensipler takip edilerek- yaşanır ya da insanın heva ve hevesinden neş’et eden arzu ve öngörülere göre düzenlenir. Postmodern tarihsel ve toplumsal durum ilahi hudutların dışında oluştuğuna göre, belirsizlik hakikatte insanın şaşkınlığının, tereddüdünün, şaşırmışlığının, unutkanlığının veya sapmasının sonucudur (dalalet). Yani insan seçimleri ve iradesinin dışında değildir. Hakikatte “zamanın ruhu” yoktur, bu ruh felsefi bir kurgu, zihinsel bir kavramsallaştırma olup sosyal ilişkileri insanın üstünden belirleyen mevhum bir güç, emredici kader mevcut değildir. Varlık Allah’ın kudret eli altındadır, evrenin ve dünyanın bir eceli vardır, hayatı veren ve sonlandıran O’dur, insan eylemlerinin karar vericisi ve sonuçlarıyla karşılaşan insanın kendisidir. Beşer eseri her belirsizlik yine insan tarafından belirli hale gelebilir, insan tarihsel ve toplumsal durumları değiştirebilir. İyilik ve kötülük (takva ve fücur) seçime açık iki yoldur.
Buradan postmodern kamusallığa gelirsek, “iyi (ma’ruf) ve kötü (münker)”nün kamusal alanda eşit ifadesi ve görünürlüğü zorunlu görmemizi gerektiren zorunlu ve zorlayıcı sebep de kalmamaktadır. İyi ve kötü, helal ve haram, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış, hak ve batıl, adalet ve zulüm eşit olamaz. Postmodern kamusallık bunları eşitliyorsa bu neslimizin sonunu getirir sadece. Postmodern kamusallığın öne çıkardığı diğer öge her bir şeyin diğerinin içine girdiği, birbirine dönüştüğü, karıştığı “melez kültür”dür. Nilüfer Göle bunu çıkış yolu olarak selamlamaktadır. Fakat sorun antropolojik değildir, varlık yapısının başkalaşmasıyla, fıtratın değişimiyle ilgilidir. Başka bir ifadeyle kültürel süreçlerde ortaya çıkan değişimler zaman içinde ontolojik/fıtri dönüşümlerin sebebi olur. Geleneksel mutfak ve beslenme kültürünü tüketim mutfağının beslenme kültürüyle değiştirdiğinizde veya kadın-erkek ilişkisini eşitlik-pozitif ayrımcılıkla tersine çevirdiğinizde, ailenin çözülmesine, cinsel sapmaların ortaya çıkmasına ve üçüncü cinsin teşekkülüne etkin zemin hazırlamış olursunuz.