Erzurum Güncel- Kırkıncı Hoca’ya sitemim ve arzu halimdir…Gelin önce bir durum tespiti yapalım:Mehmet Kırkıncı Hoca, sıkıyönetim hatta askeri darbeler dâhil, her dönem iktidarı elinde tutan egemenlerle arasını iyi tutmayı başarmış bir cemaat lideridir.Medyatik değildir, etrafta görünmeyi sevmez.Misal; sakallı ve başörtülü bir kimsenin orduevlerinin önünden dahi geçirilmediği o en sancılı dönemlerde, Rauf Denktaş’la birlikte Erzurum Orduevi’nde aynı masada oturup, yemek yiyebildi.O gün de sakallıydı ve tıpkı bugünkü gibi o gün de cemaat lideriydi…Üstelik de, zor zamanlarda kimi cemaat liderlerinin yaptığı gibi, ne söylemini değiştirmişti ne de kılık kıyafetini; nasıldıysa öyle davranıyordu.Buna rağmen orduevindeki protokol masasında, Cumhurbaşkanı’yla (Rauf Denktaş) yan yana oturabiliyordu…12 Eylül askeri darbesinde, ne kendisi ne cemaati ciddi bir takibat geçirmedi. Bilakis 82 Anayasası’nın halkoyuna sunulmasından önce, dönemin diktatörleri ondan yardım gördü: Yazdığı risalelerle, 82 Anayasa’na niçin “evet” oyu verilmesi gerektiğini ateşli biçimde savundu!O dönem için, Hoca’nın en akılda kalan çarpıcı sloganı ise şu olmuştu:“Fitne uyumaktadır, uyandırana lanet olsun”Yani Hoca, “evet” oyunu dinsel bir temele dayandırmak için, Hadis-i Şerif’lerden referans veriyordu.Sonra dönem değişti; Türkiye kısmen de olsa demokrasiye geçti. Gerçi devletin en tepesinde hâlâ Kenan Evren vardı ve hâlâ darbe yasaları ezici üstünlükteydi ama merhum Özal bir fark yaratmayı başarmıştı. Bu sayede ülkeye taze bir soluk, demokrasi adına da umut gelmişti.Mehmet Kırkıncı Hoca bu yeni dönemde, yıllar yılı çok büyük destek verdiği Demirel’in, Adalet Partisi’nden bile görmediği iltifatı, izzeti Özal’ın ANAP’ından gördü.Faaliyet noktasında zaten bir kısıtlaması yoktu, yeni dönemle birlikte de büsbütün özgür, dokunulmaz ve her daim danışılan bir kimse oldu.Cemaatin merkez üssü olan Kümbet, en ünlü siyasetçilerle dolup taşıyordu.Hoca o kadarını hayal ediyor muydu bilinmez; fakat tarih, Kümbet’in önünde randevu bekleyen bakanlara, başbakanlara tanıklık ediyordu.Buna rağmen Hoca, hep sütre arkasında kalmayı tercih etti. Çok hususi ziyaretçileri hariç, kimseyle haşır neşir olmadı.Haydi şimdi ilerlemiş yaşı yüzünden etrafta görünmeyi tercih etmiyor diyebiliriz lâkin o dönemlerde yani bundan 20-30 yıl önce çok daha dinç olmasına karşın, bilinçli veya tesadüfen sürekli medyaya mesafeli durdu.Hoca’nın mülakat verdiği gazeteci sayısı son derece azdır. O gazetecilerden biri de bendenizim. Geçmiş yıllarda Hoca ile birkaç defa röportaj yapmış ve son derece sade olan iftar davetlerinde bulunmuştum.Bilmiyorum… Müridi olmadığım için mi rahattım yoksa mesleğimin verdiği sorumluluk icabı mı, Hoca’ya her defasında sorulabilecek soruları sordum ve O da son derece samimi cevaplar verdi.Hoş biliyordum ki Hoca istese, o gün en yüksek tirajlı gazetelerde sayfa sayfa yer alırdı. Çünkü röportaj için tavassutçu arayan ünlü gazeteciler vardı…Öyle ki…Bizim “Kümbet” deyip geçtiğimiz o yer, çoğu zaman siyasetin komuta merkezi gibi çalışıyordu…Mebus olmak isteyenler de o kapının eşiğinde yatıyordu, rektörlüğe heveslenenler de…Bürokraside yükselmenin yolu da o taş yapılı Kümbet’ten geçiyordu, ticarette servete servet katmanın formülü de orada saklıydı…Hoca’nın iki satırlık bir mektubu ya da açtığı bir telefon başkentte öyle aksülâmel buluyordu ki, bu gerçeği gören bir kısım insanlar yürekten inanmasa bile, Kümbet’in yoluna baş koydular, Hoca’nın müridi olma uğrunda yarışıp durdular!Aslında Hoca da şaşırmıştı; ne oldu da böylesine tayin edici bir konuma gelmişti?Partililerine on dakikalık bir görüşmeyi “zamanım yok diyerek” çok gören dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, herkesi atlatıp Kümbet’e koşuyordu. Oradan alacağı feyz ile siyaseten kutup olacağına inanıyordu.Tablo öyle bir değişmişti ki; dünün Adalet Parti destekçisi Nurcu Mehmet Kırkıncı Hoca, artık ülke genelinde siyasete yön veriyor, ticarete ilham oluyor, bürokraside ilerlemenin sihirli formülü gibi el üstünde tutuluyordu. Bazıları O’nu Amerikan pasaportu gibi görüyordu!Savcılıktan “temiz kâğıdı” getirmek yerine, Hoca’dan iki cümlelik bir referans mektubu alan her kim olursa olsun jet hızıyla yükselip, emsallerine tur üstüne tur bindirebiliyordu.Adam eyyamcı, hacıyatmaz, dümbelek ve de çakal… Fakat inanıyordu ki, bir şekilde Kümbet’e kapak atarsam ve bir de oradan “icazet” alabilirsem, kimse önümde duramaz…“Tam da öyle oldu; ne kadar üçkâğıtçı varsa hepsi ödüllendirildi” gibi bir hükümde bulunmam mümkün değil; en azından insafsızlık ve zalimlik olur.Dediğim şudur:Arada kaçaklar oldu, kaynak yapanlar çıktı ve cemaat adını hoyratça kullananlar vardı, var da…Çok emin değilim; Hoca bu olup bitenlerin ne kadarını kontrol edebiliyor, ne kadarından haberi var…Bu işlerden anlayan herkes biliyor ki, Hoca adına racon kesenler var ve O’nun hesabına başkente name gönderenler çıkıyor.Ankara’daki zevat oradan bakınca nasıl görüyor bilemeyiz, lâkin bizim tanıdığımız Mehmet Kırkıncı Hoca, aslında saf bir Anadolu insanı ve samimi bir mümin…Kümbet’in dışarıya yansıyan görüntüsü ile O aynı ölçüde değil…Belli etmese de aslında Hoca da siyaseten güçlü ve tayin edici görünmekten hoşlanıyor. Pek çok cemaat lideri gibi O da, toplumsal hayatın önde gelen aktörü olmayı elinin tersiyle geri çevirmiyor.Fakat “ben bu işlerde yokum” da demiyor. Çünkü iktidar erki her nefsi kuşatıyor.Hoca’nın Erzurum’da kaç bin bağlısı vardır bilmiyorum ama görüntü şudur, özellikle de Ankara’da:Erzurum’da yegâne tayin edici Mehmet Kırkıncı’dır. Siyaset O’ndan sorulur, ticaret O’nun kapısından geçer, bürokrasi ondan yol alır, yüz binler O’nun işareti doğrultusunda rey kullanır…Evet; özeti bu…Peki, pratikte durum ne; yani gerçekten Hoca Ankara’nın gördüğü gibi mi, yoksa Ankara sanal bir yanlışın tuzağında mı?Kimse yüksek sesle dillendirmiyor ama fısıltı gazetesinin ha bire yayıp durduğu rivayete göre, 12 Haziran’da yapılacak genel seçimde, AK Parti listesinde Hoca, müthiş ölçüde müessir oldu.Gerçi bu defa Hoca’dan çok, Hoca adına karar verici noktaya gelmiş olan yeğeninden söz ediliyor ama olsun yine de sonuçta bu fatura Hoca adına kesiliyor.Kümbet, müftülük binası gibi bir yer, Hoca da bir müftü olsaydı diyebilirdik ki, “demek ki yeğeni de müftü naibidir.”Biliyoruz ki, ne Kümbet müftülük merkezi, ne de Hoca müftü…Buna rağmen Hoca’nın naibi var ve bugün için de O naip çok kuvvetli! Baksanıza vekil adaylarından birinin o naibin tercihinden geçtiği yaygın biçimde konuşuluyor.Demirel, bu ülkeye çok büyük hizmetler etmiş ve adını siyaset tarihine kazıttırmış bir devlet ve siyaset adamıdır. Fakat O Demirel ki, yeğeni Yahya yüzünden siyaset hayatı boyunca hep yargılandı, peşin hükümlere uğradı ve hep o sunta meselesinden vuruldu.Toplum, o kıçı kırık suntayı öyle bir önemsedi ki ne barajlara dönüp baktı, ne de sanayi yatırımlarına…Toplum nezdinde yeğen çok önemlidir.Öyle ki… Yeğen, bir adamı vezir de eder, rezil de…Mehmet Kırkıncı Hoca, hemşehrimiz ve aynı davanın savunucusu Fetullah Gülen Hoca gibi, cemaatini cihan şümul kılamadı.Fakat saygın olmayı başardı.Allah gecinden versin ama Hoca da her nefisli gibi bu fani âlemden göçüp gidecek… İnsanlar O’nu arkasından bıraktıklarıyla yâd edecek…Soru şu Hoca nasıl anılmak istiyor?-İslâm’ın uğrunda fani ömrünü tüketen samimi, talebe yetiştiren, inandığı önderin yolunda büyük mücadele veren ve inandığı gibi yaşayan bir mümin ve Allah dostu…Ya da…-Siyaseten gücüne güç katmak, parasına para eklemek için dini siyasete alet eden ve tıpkı Akif’in dediği gibi gelenin keyfi için geçmişe söven, çıkarcı, hesapçı ve de kurnaz bir din baronu…Muhterem Hocam; haddim değil lâkin, bu acizin sizi gördüğü yer, sıralamanın ilkidir.Fakat hem sizin hem de cemaatinizin son yıllarda verdiği görüntü, hele hele de şu yeğen meselesi yüzünden inanınız ki hayli sıkıntılı…Mümkün ki iradeniz dışında size atfedilen işler oluyor ve dahiliniz olmadığı halde bir çok iş üstünüze kalıyor ama artık siz de çevrenizde olup bitenlere bir bakınız…Yahut da bırakınız lütfen kim vekil olacaksa olsun, kim rektör seçilecekse seçilsin, kim asistan çıkacaksa çıksın, kim bilmem nereye müdür olacaksa olsun…Hocam; Allah dostu olmak bütün bu payelerin üstünde ve en şereflisi değil mi ki, şu beşeri işlerden ötürü isminiz böylesine bitpazarına düşüyor?Yahut da yeğen sevginiz ne denli vazgeçilmez ki, adınıza kesilen bu kadar netameli faturaya katlanmak zorunda kalıyorsunuz?Hocam; belki umurunuzda değil ama inanınız ki sizi seviyorum ve bu memleket için bir kıymet olduğunuzu biliyorum.Lütfen öyle kalın ki nesilden nesile yaşasın adınız…Kırkıncı adı, bu toplumun manevi ikliminde yakuttan da kıymetli bir markadır. Ama ticaret dünyasında o marka, sadece bir kanepe adı olmaktan öteye geçmez.Siz Kırkıncı Hoca olarak kalınız lütfen…