Oğlu genç sayılacak bir yaşta hayatını kaybetti…
Evlat acısıyla yandı kavruldu.
Ama dirayetli olmak zorundaydı.
Çünkü oğlundan geriye, gözü yaşlı bir eş ve dört de çocuk kalmıştı.
Kocasıyla birlikte sırt sırta verip evlatlarının emanetlerine gözleri gibi baktılar, onları büyüttüler, okuttular, evlendirdiler.
Biri kız dört kardeş de dedelerinin ve babaannelerinin emeklerini boşa çıkarmadılar.
Tabii ki onlara hayatını adayan annelerinin…
Okuyup meslek sahibi oldular, kimi kamuda kimi özel sektörde, isimlerinden söz ettirmeyi başardılar.
Gün geldi, babaanne kendi eşini yani torunlarının dedesini de kaybetti.
Artık tek başına kalmıştı, yaşı ilerlemiş çileli bedeni yorgun düşmüştü.
Hasankale’de eşinden kalan evde bir başına yaşıyordu.
Torunları asla onu yalnız ve amansız bırakmıyordu, ama torunların sık sık babaanneyi yoklamaları giderek zorlaşıyordu.
Yetmiş yıl önce Yusufeli’nden gelin olarak geldiği Hasankale’de, kocasından hele hele de genç yaşta ölen oğlundan mahrum yaşamak dağlanmış yüreğini büsbütün yakıyordu.
Torunları da razı değildi bu ayrılığa, bu yalnızlığa bu hicrana…
Doktor olan torununun evi Erzurum’daydı.
Bir gün “bu böyle olmaz, babaannem orada bu yaşında tek başına olmamalı” dedi.
Kayakyolu’nda hemen kendi evinin yanı başında babaannesi için bir daire kiraladı, dayadı döşedi ve ilgilenmesi için bir yardımcı hanım buldu.
Torunları da torunlarının çocukları da artık huzur içinde uyuyabiliyorlardı.
Çünkü babaanne gözlerinin önündeydi ve istedikleri her an gidip görebiliyorlardı.
İşleri icabı torunun biri Antalya’da biri de Ankara’daydı.
Erzurum’da doktor olan erkek torunuyla kamuda çalışan kız torunu vardı.
Doktor torunun eşi de babaanneyle neredeyse her dakika ilgileniyor, adeta ona yaşadığı acıları ve çileyi unutturmak için çabalayıp duruyordu.
Keza kızı ve damadı da…
Fakat asıl doktor torun…
O yok mu, o…
Her insanın inşallah benim de böyle bir torunum olur diyeceği bir torun…
Babaanne doksan yaşında…
Lakin ne aklında ne de bedenin de ciddi bir sorunu yok.
Bakımı ise, padişahların dahi özeneceği kalitede…
Babaanne ahir ömründe çocuklar gibi şen ve huzurlu…
Ağzında dua, yüreğinde torunları ve onların çocukları için beslediği dağlardan yüce sevgi…
Evinin hemen önünde Palandöken Belediyesi’nin dillere destan parkı bulunuyor.
Temiz, güvenli, huzurlu ve rengarenk…
Babaanne her gün öğleden sonra bu parka iniyor, gölgedeki bir banka oturuyor, gelip hal hatır soran olursa onlarla sohbet edip vakit geçiriyor.
O gün orta yaşta torun torba sahibi bir hanım babaanneyi gördü, sohbet etmek için yanına oturdu.
Çünkü o orta yaşlı hanım, vaktinde babaannesine, anneannesine, dedelerine, sonra kendi annesine babasına, yetmedi kocasının annesine babasına hizmet etmiş saçını onların önünde süpürge etmiş hakiki anlamda eli öpülesi bir insan…
Babaanne o hanımı, o hanım da babaanneyi çok sevmişti kısa sürede tanışıp kaynaştılar ve saatlerce tatlı tatlı sohbet ettiler.
Babaanne bu sohbette durup durup doktor olan torununa sözü getirip, diğer torunlarıyla birlikte ona canı gönülden dualar ediyordu.
Diyor ki, “Doktor torunum başkadır, her akşam mutlaka bana uğrar boynuma sarılır, benimle ilgilenir, yok ama olsa bile ne eksiğim olsa anında karşılar. Kız torunum da damat da gelinim de öyle… Antalya ve Ankara onlar da aynı… Ama illa da doktor…”
Bu hikayeyi duyduğumda duygulanmakla kalmayıp merak da ettim…
Kim bu doktor?
Gazetecilik merakı ile yaptığım araştırma beni şu isme götürdü:
O doktor.
İnsanların kalplerine dokunan Serdar Sevimli…
Mümkün mü ki, hiç tanımadığı insanları yaşatmak için gece gündüz demeden koşturan bir doktor, kendi babaannesi için her akşam koşup boynuna sarılmasın
Sen çok yaşa doktor…