Erzurum Güncel- Ülkenin 12 Mart’a sürüklendiği bir dönemde, müzikal de dahil her tür yolculuğa başlamak çok tedirgin ediciyken, siz inancınızı nelerden alıyordunuz? O dönemde ben ve arkadaşlarım Türkiye’yi ve dünyayı değiştirmenin heyecanı içindeydik. Dünyada da böyle bir umut ve dayanışma rüzgarı esiyordu. Çok zalim bir dönemdi ama çektiğimiz acıların boşa gitmeyeceği inancı bizi dirençli kılıyordu. Halkımıza ve dünyanın geleceğine, sanatın gücüne kesin olarak inanıyordum. Buna karşılık, örneğin Nâzım Hikmet’le günah çıkarma sürecini henüz tamamlayamamış, Sabahattin Ali’nin hesabını verememiş devletin sicili şimdi 40 yıl öncesindekinden rezil durumda. 70’lerdeki yaşlarınızı şimdi sürüyor olsanız meseleleriniz nasıl fark ederdi? Ben elbette ki 70’li 80’li yılların koşullarında yetiştim, o duyarlığı ve bilinci benimsedim. Gençliğim bugünlere denk gelseydi ne yapardım bilemem. Belki solcu olmazdım ama yine hümanist çizgide şarkılar yazardım, insan hakları ihlallerine karşı çıkardım. Polis tarafından tekmelenerek çocuğunu düşüren bir kadını anlamak için solcu olmak gerekmez ki, insan olmak yeterlidir. Konuştuklarımız, Ahmet Hamdi’nin ‘Coğrafya kaderdir’ sözünü yeniden hatırlattı bana. Ne güzel söz. Hiç duymamıştım. Kesinlikle doğru hatta tüyler ürpertecek kadar doğru bir söz. Bizim mutluluğumuzu ve mutsuzluğumuzu anlatıyor. Nâzım’ın “Bu cehennem, bu cennet bizim” dizesi gibi. Gelecek yıl 65 yaşında oluyorum ve daha aydınlık bir Türkiye’yi göremeyeceğimin bilincindeyim. Buna rağmen direnmeyi sürdürmek gerekiyor, çünkü belki bizden sonraki kuşaklara faydası olur. Pablo Neruda, Cesar Vallejo gibi Latin Amerika kökenli yeni şarkı geleneğinin Türkiye’deki bir uzantısı olarak tarif edebilir miyiz sizin müziğinizi? Kendi müziğimle ilgili değerlendirme yapamıyorum. Kırk yıl boyunca piyasa, satış, moda gözetmeden içimden ne geliyorsa onu yaptım. Müziğim namusum oldu. Bunları yorumlamak sizin gibi değerli yazarlara ve halka aittir. Akdeniz ve Doğu ezgileri, Sefarad şarkıları yani gönül telimizi titreten müziği ve müzisyenleri dinliyorum. Coğrafya kader ama müzik de bir kader belki. Yeni bir albüm kaydetmek yerine eskileri yeniden yapılandırmak genç nesillerin sizi tanımasına daha kolay aracılık eder herhalde. Herhalde eder ama genç nesil parçaları zaten paylaşım sitelerinden izliyor. Herhalde konserlerime bu kadar genç insanın gelmesinin sebebi budur. Otuzdan fazla albümü bir arada, remaster işleminden geçirilmiş olarak güzel kapaklar içinde görmek de hoş bir şey. Beşer beşer çıkacak ama sonunda bir kutu içinde sunulacak. Umarım gelecek kuşaklara bir dost selamı gibi ulaşır. Müziğin 40 yıl içinde bir sanat ve iletişim formu olarak geldiği noktaya da biraz bakarsak beste, söz yazarlığı ve yorumculuk uygulamaları, ses teknolojilerindeki gelişim ve pazara sunum biçimleri size nasıl geliyor? Çok iyi gelmiyor doğrusu. En büyük dijital stüdyolarda bile hâlâ eski anolog kayıtların tadı aranıyor. Şimdi telefondan dinlenen ya da iPod’a atılan şarkıların hiçbir referansı, hiçbir arka planı yok. Kapitalist diktatörlük ‘insan’ diye bir şey kabul etmiyor, onları birer tüketiciye dönüştürüyor. Bu yüzden gençler medyanın etkisi altında kendilerine pazarlanan müziği dinlemek zorunda kalıyorlar. Bir çeşit köle haline geliyorlar. İsyan ettirici bir durum. Keşke WikiLeaks devrimi dünyayı sarsa ve sanat alanında da bir başkaldırı başlasa. Albümleri Bono’ya gönderdiniz mi? Hayır göndermedim. Ama konserden sonra yazıştık. Sitelerinde beni biraz fazla övmüşlerdi, teşekkür ettim. Bir de İstanbul’da bekledikleri kadar bilet satılmadığını, Atina’nın bile altında kaldığını belirtip yorumumu sordular. Konser öncesi hükümetle çok içli dışlı görüntüler verdiklerini, adeta siyasi bir propaganda malzemesine dönüştüklerini, bunun da protesto ruhu taşıyan U2 dinleycisinin hoşuna gitmediğini yazdım. Haklısın hata ettik diye cevap geldi.ERAY AYTİMUR26/12/2010 Radikal