Sarıkamış'ın 'canavar' onbaşısı

Behzat Ç.'nin adli tıpçısı Serdar Orçin, bu cuma vizyona girecek 'Eve Dönüş: Sarıkamış 1915'te açlık sonucu canavarlaşan onbaşı olarak karşımıza çıkıyor.

Erzurum Güncel- “Adamlar kızağı alır ve yürürler yazıyor. Hayır, adamlar kızağı alır ve yürüyemezler.” Serdar Orçin, eksi 25 dereceye varan soğukta, bellerine kadar tırmanan karlar arasında çektikleri yeni filmi ‘Eve Dönüş: Sarıkamış 1915’i anlatıyor. Savaş sürerken bir şekilde hayatta kalmış ama açlıktan ölme sınırına gelen yedi kişinin eve dönme mücadelesi bu. Orçin ise Onbaşı Sami olarak şartların insana neler yaptırabileceğini anlatmak üzere kamera önünde. Yalnız biz sohbete, farklı bir konudan girdik… Birkaç yıl önce büyük bir trafik kazası geçirmiştiniz. Ve şimdi sanki ikinci hayatınızı yaşıyormuş gibisiniz… Yüzde 100 doğru. Kaza hayatımı ortadan ikiye ayırdı; böldü, parçaladı. Ama bugünden baktığımda çok samimi olarak söyleyebilirim; hayatımda başıma gelen en iyi şey. Anlayamadım? Gerçekten öyle. Korkunç bir andı, ölüyordum ama geri döndükten sonra başka bir süreç başladı. Bir kere şaşırtıcı derecede hızlı çıkmışım komadan ki bu benim arıza almadan iyileşmemi sağladı. Ödem oluşmuş ama beyne bir zarar gelmemiş ya da öyle zannediyorum ben (Gülüyor). Evdeki nekahat döneminde yaklaşık iki ay, hiç sokağa çıkmadım, tedavisi iki yıl sürdü. Ve tam olarak hayata adapte olmadığım o iki yıl, hiçbir şey yapmadım. Hiçbir şey yapmamış olamazsınız. Şu anlamda hiçbir şey yapmamak; kazadan önceki hayatımı düşününce… O sırada bir dizide oynuyordum, devam eden üç oyunum vardı, çocuk oyunu dahil. Bir tiyatroda daha oynuyordum vs. Yani dur durak bilmeyen bir hayatım vardı. Kazadan sonra birçok tanıdığım bende birtakım değişiklikler olduğunu söylüyor. Sanki bir olayı aşmışsın, çözmüşsün gibi diyorlar ama tam tersini söyleyenler de var. Siz hangi tarafa yakınsınız? İkisine de katılıyorum ben. Ama bir takım tuhaflıklar da var. Sabrımla meşhur bir insanımdır ama bunun daha da arttığı anlar olduğu gibi tahammül sınırlarımın çok daha zayıfladığı anlar da oldu. Öyle ortaya değişik bir şey çıktı ama ben şu anki adamdan daha memnunum. İyi oldu o çocuğa, o çocuğun buna dönüşmesi gerekiyormuş, başka yolu yokmuş. Peki aktivist tarafınız hep var mıydı, hemen her eylemde sizi de görüyorum çünkü... Hep vardı diyemem, zamanla insanı bu hale getiriyorlar galiba. Kendimi lisede hatırlıyorum, yine muhalif bir tarafımız vardı ama bugün yaptığımız eylemler anlamında belki hayatımızda daha önce böyle şeyler yoktu. Zamanla öğreniyor insan; etrafta neler oluyor, neler dönüyor. Birinin yanında olmak daha çok insanın kendiyle ilgili bir durum. Ve zaman insanlığa öğretti ki eğer sen mağdurun yanında olmazsan, bir gün sıra sana geldiğinde senin de yanında kimse olmaz. O kadar çok araz var ki memlekette, işte yetişebildiğim kadar… Hepsinin yanında olamazsın ama en azından bir sözünle, desteğinle, yazınla, bir şeyinle yanında olmaya çalışıyorsun bu tip durumlarda. Önemli olan hakkın olanı talep etmekten vazgeçmemek. Zaten korkunç bir haldeyiz, “Ben istiyorum, böyle olacak!” diye yaşıyoruz. Tepki vermekten korkar bir hale geldi herkes ve bu insan onuruna aykırı! Sadece bir bildiri okumak için bir araya gelen insanların toplandığı yerde gaz sıkılıyor. İnsanlar nasıl çıldırmasın? Sizin için güzel bir konuya geçelim mi? Yeni filminiz ‘Eve Dönüş: Sarıkamış 1915’ gösterime giriyor, nasıl hazırlandınız çekimlere? Çekime üç ay kala bir diyete girdim, açlıktan ölmek üzere ve mental düşünceyi kaybetmiş bir askeri oynayacağım için 74 kilodan 57’ye düştüm. Sadece zayıf değil, gerçekten açlık çeken bir adamı da oynadığım için aç kalmak duygusunu deneyimlemem gerekiyordu. Benim için çok tatmin edici bir hazırlık süreci oldu. Film, isminden mütevellit, tarihsel bir şey çağrıştırıyor ama gerilim öğeleri daha fazla. Siz hangi sınıfa koyuyorsunuz? Alphan’la (Yönetmen Alphan Eşeli) sürekli konuştuğumuz konu bu: Bu bir gerilim filmi mi, art house mu, gişe filmi mi, macera filmi mi karar veremedik, hepsini taşıyor aslında. Hem bize hem insanlığa ait korkunç bir şey var orada. Savaşın getirdiği yüzlerce koşul var, bu da onlardan biri… Daha net bir cevap istersen, gerilim filmi olduğunu ama çok da gerçekçi olduğunu düşündüğümü söylerim. Yani savaş koşullarında bir kaşık fazladan pilav için biri birini öldürmüştür... Mutlaka öldürmüştür, mutlaka biri birine ihanet etmiştir, etmek zorunda kalmıştır. Savaş koşullarında bir insanın aklının ucundan geçmeyeceğini düşündüğü şeyler aklından geçebilir ve bu normaldir... O adam bir canavar değil, insan ve sadece evine dönmek istiyor, herkes gibi. Daha insani bir duygu olabilir mi? Ama bahsedilen değerler o kadar büyük değerler ki reddedilmesi imkânsız. Filmde görmüyoruz ama vatan, millet, din; o insanların oraya hiçbir şeyi sorgulamadan gitmelerinin nedeni. Onlardan daha büyük değerler yok. Ama sonuçta adam, evine gitmek istiyor! Ve bunun için normal kafadayken yapmayacağı şeyler yapıyor. Filme başlamadan önce ve başladıktan sonra kendinizde ne gibi bir fark gördünüz? Şunu anladım: İnsan, içinde olmadığı koşulları hayal ettiğinde, hayal ettiğini zannediyor. Bir oyuncu için imajinasyonu en önemli malzemesidir. Ve o imajinasyonla kendini her yerde var edebilir, her şey olarak gösterebilirsin ama şöyle bir durum da var: Kar içinde geçen, açlığın olduğu, yıkılmış bir köyü düşünebilirsin ama gerçekten o mekâna gittiğinde işler çok değişiyor; değişti de. Senaryoda ‘Adamlar kızağı alır ve yürürler’ yazıyor. Hayır, adamlar kızağı alır ve yürüyemezler. Yok öyle bir şey, yarı beline kadar karın içindesin ve çok ağır bir şey taşıyorsun. Sadece o yürüme sahnesini bir günde çektik ve eksi 25’e kadar düştü sıcaklık. Karda beş adım atınca, 1 kilometre koşmuş gibi oluyorsun, 35 derece bir dağ açısı var, hâlâ inanamıyorum aslında bize… Bu arada çekim yaptığımız köy müthiş bir şans eseri senaryo için yapılmış gibiydi. Divriği’den kalkıp iki saat mesafe bir yol gidiyorsunuz, bir dağın tepesinde terk edilmiş ve gerçekten yıkılmış bir köy vardı taş evlerden. Para yatırsanız böyle bir köy yapamazsınız. Filmde Ermeni köyü olduğu tahmin ediliyordu, gerçekte ne köyüymüş? Galiba gerçekten Ermeni köyüymüş çok önceden ama terk edilmiş. ‘ Behzat Ç .’yi de konuşalım. Bir adli tıpçıyı oynuyorsunuz… Evet, ilginç bir karakter... Kendince bir mantığı, bir adalet duygusu var. Bunun nereden geldiğini ve neden bu yolu seçtiğinin hikâyesini izleyeceğiz ama ilk baştan itibaren seyirci şunu gördü: Adamın babasıyla aslında bir problemi var. Ama nedir o problem henüz biz görmedik. Babanız Almanya ’da çalışırmış, sizin ilişkiniz nasıldı? Babam yılda iki defa izne geliyordu, o zamanlar görüşüyordum. Ne kadar sürdü bu? Yaklaşık 20 sene. Bunun sizdeki etkisi? Ben babamla 20 yaşından sonra tanıştım. Babasıyla problemi olmayan bir erkek çocuk olabilir mi? Benim onu yaşayacak vaktim bile olmadı, onu bile yaşayamadım, babama isyan edemedim, kavga edemedim, yeteri kadar sevemedim. Olumsuz yanı çok… Benim erkle problemim de ta oradan başlıyor. Ama babamı çok seviyorum, sonradan tanıştık ama tabii keşke böyle olmasaydı, keşke daha çok vakit geçirebilseydik...

Kültür/Sanat//Mağazin Haberleri

Zayıfladıkça daha çok zayıflamak istedi!
Hazal Kaya ile evli olan Ali Atay'dan gündem olan sözler
Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun oyunu Tunus'ta perdelenecek
Yavuz Bingöl "Son 10 yıldır en fakir dönemimi yaşıyorum" diyerek intihar itirafında bulundu!