Erzurum Güncel- İşte o yazı...ÇOCUKLUĞUMUN unutulmaz günleri Erzurum’da geçti. 11 yaşına kadar her yaz bu şehirdeydik. Hangi şehirde yaşıyorsak (memur ailesi olmak zor) yaşayalım, okul dönemi bittiğinde evde hazırlıklar başlar, bavullar hazırlanır ve Erzurum’a 3 aylığına göç edilirdi.İlginç gözlemler ediniyordum.Örneğin, Ankara’da çağdaş kadın profili çizen annem, tren Erzurum’a varınca ya da otobüsteysek gara girdiğimizde çantasından sabun kokulu, koyu kahverengi ehramı çıkarır, ilginç el ve bilek hareketleriyle sadece gözleri ve burnu görünecek nitelikte örtünürdü. Neden böyle giyindiğini soracak olduğumda hep aynı şeyi söylerdi: “Burada âdet, kural, yaşantı böyle...” Erzurum’da başı açık dolaşan kadın “Yok” denilecek kadar azdı. Beni koruyan, kollayan tüm kadınlar da kapalıydı. Kuran kursuna gitmek yetmezdi. Büyük teyzem önüme Kuran’ı koyar, öğrendiklerimi tekrar ettirirdi. Aklımı okuduğuma verebilmek için bir teyze elinin kafama dokunuşlarını da unutamam...Bir damdan diğer ev damına geçmek, çifte minarenin tepesine tırmanmak, güvercin uçurmak, cirit seyretmek ne büyük keyifti.Otomobil çok azdı. Tezek kokulu bir şehirdi Erzurum. Fayton gezintileri olağanüstüydü. Taş yollarında çınlayan tekerlek ve nal sesleri aklımdan hiç çıkmadı. Çoğunlukla yıkılmamak için birbirine yaslanmış yüzlerce tek katlı, toprak renkli bir mahalle hatırlarım. Damlar oyun alanlarımızdı. Evin erkekleri sarhoşsa sokaktan sesleri gelirdi: “Hele dadaş hoş musan/Dolu musan boş musan/ Ayakların yan basir/Yoksa sen sarhoş musan...” Evin büyük kadını, onların duyamayacağı bir tonda “Pok yiyenin çocukları, yine günah işlemişler” der, yine de saygıda kusur etmez, ayıltmak için acı kahveler hazırlardı. Teyzelerim ve kızları, Ankara’ya ya da sonra neredeysek bizi ziyarete geldiklerinde tam tersi bir manzara yaşanırdı. Ehramlar çıkar, büyükler başörtüsü takar, genç kızlar saçları açık dolaşırdı. Ankara- ’da ehramla dolaşmak ayıptı... Teyzelerim gibi annem de dindardı. Namazını aksatmazdı. Ya da en azından özen gösterirdi düzenli kılmaya. Çocukluğumun en keyifli yaramazlıklarından birisi de o sessiz namaz ortamında, üç kız kardeşin yan yana geçip namaz kıldığı anda önlerine geçmekti. Her birinin duası kızgın bir sesle dışarı taşar, “Şu namaz bitsin dayağı yiyeceksin” mesajı verirlerdi. Tabii kaçardım. Eve döndüğümde gözlerine ve yüzlerine sevgilerini gizleyemedikleri yapmacık bir öfke kondururlardı.Galiba Erzurum’da içkili lokanta kalmadı. Kadınlar da ehram örtmüyorlar. Onun yerini yüzü açık bırakan türban aldı. Ne zaman bu ülkede örtünmeyle ilgili bir tartışma başlasa aklıma çocukluk günlerim gelir. Örtünmenin dini olmaktan çok kültürel anlamları var benim hafızamda. *Ulemanın işine karışmam. Dini tartışmalara da girmem. Allah’ın kadının saçını görülmesini günah saydığına ve örtünmeyi şart ettiğine de asla inanmam. Birileri sıkıştırdığında da hep şöyle bir savunma yaparım: “Allah insanoğlunun (Arapların) kafasını karıştırmamak için ‘Örtünmeyi bin yıl sonra serbest bırakacağım’ demedi. Muğlak bir ifade kullanarak konuyu insanın aklına havale etti.” *İnsanların dinini yaşarken, benzerleriyle ortak bir gelecek yaratma adına, ortak bir yaşam alanı oluşturmak adına kılık kıyafet üzerinden bir kimlik yaratmaya çalışmalarını da anlarım. Ancak bu ülkede milyonlarca insanın kabul ettiği laiklik anlayışını ve yüzyıllardır süren hoşgörüyü aşındıracak her adımın bölünme ve iç savaş tehlikesi içerdiğini düşünüyorum. 18 yaşına gelmiş bir genç kızın üniversiteye giderken başını örtecekse, hiç kimsenin “Aç” demeye hakkı yok. Ancak tartışmaların ve isteklerin ilköğretim çağındaki kızların örtünmesine kadar uzanacağı anlaşılıyor. Küçük kızların “örtünen veya örtünmeyen gerçek Müslüman, gerçek olmayan Müslüman” diye ayrıldığı ve bunun özgürlük olarak sunulduğu bir Türkiye, çatışmasız, kavgasız kurulabilir mi?