Erzurum Güncel- Sempozyumun, şiddetin sosyo-kültürel dinamikleri, aile içi şiddet, sağlık kurumlarında şiddet, eğitim kurumlarında şiddet, sporda şiddet, çocuk ve şiddet ve diğer başlıklarda 30 oturumda 137 bildiri ve 600’ü aşkın davetli ile yapıldığı belirtilerek sonuç bildirgesi şöyle açıklandı:“Sempozyum boyunca bildirilerde şiddetin farklı türleri ile ilgili sorunlar tespit edilmiş ve bu sorunlara farklı çözümler önerilmiştir. Sempozyumda işitsel gerçekleşen tüm çalışmalar görsel olarak da sergilenmiş akılda kalıcılığı pekiştirmiştir. Görsel iletişimin bir parçası olan afiş çalışmaları uluslararası katılımcılar tarafından bir araya getirilerek bir sergi düzenlenmiş ve ayrıca bir kazanım olarak şiddet hakkında farkındalık oluşturmuştur. Şiddetin Sosyal ve Kültürel Dinamikleri Hususunda; Şiddet ve yıkıcılık zayıf karaktere sahip bireyin özellikleri olarak öne çıkmaktadır. Şiddet sadece sosyal bir olgu olarak ele alınmamalıdır. Kültür ve alt kültürün gereği nedensiz ve menfaatsiz de olsa, kendini toplum içerisinde ispat çabasıyla şiddete başvurulabilmektedir. Sosyal sermayenin zayıflaması ile toplumda şiddetin artma ihtimali yükselmektedir. Şiddete maruz kalan kadın ve çocukların şiddete maruz kalma konuları gizli kalmakta, üstü örtülmektedir. Halk sağlığı ceza ve adalet sistemiyle birlikte çalışmak zorundadır. Sağlık çalışanlarının görevlerinin sadece bakım ve rehabilitasyon ile sınırlı kalmadan şiddetin kaynağının tespiti ve önlenmesinde diğer kurumlarla daha etkin işbirliğinde çalışması gerekmektedir. Bu konudaki politik kararların alınmasından sonra koordinasyon ve denetiminin sağlanması gerekmektedir. Aile içi şiddete veya istismara uğramış kişilerin rahatlıkla başvurabileceği danışmanlık ve destekleme faaliyetleri yürüten güvenilir bir sosyal güvenlik ve hizmet şemsiyesi kurulması önerilmektedir. Yasal mevzuatın açık bir şekilde kadın ve diğer toplumsal cinsiyet kimliklerine yönelik uygulanan şiddet ve istismarı tanımlaması beklenmektedir. Türkiye’de ahlaki değerlerin korunmasından öncelikle kadın sorumludur anlayışı değişmeli, bu bağlamda gerekli kurumlar ve bilim insanları halkı bilinçlendirmek adına adımlar atmalıdır. Çocuk yetiştirmede kız ve erkek çocuk ayrımı yapılmamalı, ebeveynler tarafından her iki tarafa da eşit ve önemli oldukları hissettirilmelidir. Şiddetin makul görülmesinde zaman zaman geleneksel namus ve cinselliğe bakış kültürün etkisinin etkin olduğu görülmektedir. Gurur kültürünün de yüksek olduğu kültürlerde şiddetin artmakta olduğu bilinmektedir. Bu nedenle ilköğretimden başlayarak bir eğitim programı ile cinsiyete dayalı ayrımcılığın sona erdirilmesine yönelik eğitim çalışmalarına başlanmalıdır. Çocuğun yetiştirilmesinde cinsiyet rolleri yönünden eğitim faaliyetleri gözden geçirilmelidir. Kültür farklılıkları nedeniyle ergenlik dönemine giren gençlerin cinsel ve sosyalleşmeleri yönündeki gelişimlerinde farklı şekillerdeki istismarlara maruz kaldıkları yapılan araştırma ile ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu tür istismar ve şiddete eğimli bireylere yönelik psikolojik danışmanlık hizmetleri sağlanması için toplumsal örgütlerin daha etkin ve işbirliği içerisinde hareket etmesi gerekmektedir. Yasadışı şiddete karşı koyarken kolluk kuvvetlerinin zor kullanmasındaki derecenin sınırını aşmaması beklenmektedir. Şiddete ilişkin müdahalelerde standart görev rehberleri geliştirilmeli ve geliştirilecek taktikler bu rehberler üzerine yüklenmelidir. Adaletin sağlanmasında hukuka karşı oluşan hoşnutsuzluklar şiddetin ve istismarın artmasına sebep olmaktadır. Suç oluştuğu andan itibaren etkin soruşturma en kısa zamanda yürütülmeli ve yargılama makul süre içerisinde tamamlanmalıdır. Sağlıkta şiddetin paydaşları olan sağlık çalışanları, hasta yakınları, güvenlik personeli ve hastane mimarisini de içine alan çevresel şartların standartları belirlenerek, stratejik çözümler ve özellikle sağlık ve güvenlik personeline iletişim, çatışma yönetimi eğitimleri verilmelidir. Sağlık Bakanlığı, sağlık çalışanların stresten uzak tutabilmek için çalışma şartlarını yeniden düzenlemelidir. Medya ve Şiddet Alanında; Şiddetin temelinde bulunan yoksulluk, mekânın durumu, işsizlik, göç, bireyleri şiddete yönlendirmektedir. Görsel medyanın tüm topluma sirayet eden suç unsurlarını yansıtırken sorumluluk bilinci ile yayın etik ilkelerini işler hale getirmelidir. Görsel medyada kültürel ve sosyal unsur işlenmekte iken şiddet kurgulanmadan olayı özetle yansıtmalıdır. Medya okuryazarlığı uygulamalarının yaygınlaştırılması önerilmektedir. Medyanın basın etiği ve hukuk kurallarını daha çok riayet eder yayın ilkeleri belirlemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Medyanın şiddet içeren suçların kamuoyuna sunumunda sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerekmektedir. Medyanın sorumlu hareket etmediği durumlarda suça eğilimli olanları eğitmek ve suça teşvik etmek ihtimali olduğu değerlendirilmektedir. Basın kanunu ve TCK’nın, medyanın şiddet konusunda daha pozitif davranması için basın suçları yönünden yeniden ele alınması gerekmektedir. Şiddet içerikli yayınların, çocukların televizyon izlediği saatlerde yayınlanmaması veya çocukların izlemesi mümkün olmayacak şekilde şifrelenmesi gerekmektedir. Şiddetin görsel medyada gösterilmesinde ekrana getirilme saati, görüntü karartma gibi yöntemler uygulanarak, şiddetin meşrulaştırılmasından uzak durulmalıdır. Medya grupları, şiddete duyarlı olmakla birlikte, vermek istediği mesajı haber başlıklarında ve haber sayılarında kendi bakış açılarına göre yorumlamaktadır. Medya bundan uzak durarak şiddeti kendi ideolojileri çerçevesinde değil, evrensel değerleri dikkate alarak yorumlamalıdır. Medya karşısında yeterli donanıma sahip olmayan ya da medya okuryazarlık düzeyleri düşük bireyler medyanın yönlendirmeleri karşısında savunmasız almaktadırlar. Toplumun tüm bireyleri üzerinde etkisi olan medyanın ergen olarak nitelendirilen genç nüfus üzerinde daha etkili olduğu bilinmektedir. Bu nedenle bireylerin bilişsel ve duyuşsal gelişimlerini destekleyici medya okuryazarlığının geliştirilmesi gerekmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından mevcut eğitim modeli yeniden gözden geçirilmelidir. Eğitim Kurumlarında Gerçekleşen Şiddetle İlgili; Eğitim ve öğretim faaliyetleri sadece okul duvarları/sınırları ile sınırlandırılmamalıdır. Çalışmalar okul dışında ve mesai saatleri haricinde de yer alabilecek şekilde düzenlenmelidir. Anaokulundan doktora eğitimine kadar her seviyede müfredat programları gözden geçirilmelidir. Yeniden ele alınacak müfredat programlarında evrensel insani değerler/ilkeler yer almalıdır. Değer eğitimlerine, diğer derslere verilen önem kadar önem verilmelidir. Öğrenciler okul içinde ve dışında spor ve sosyal faaliyetlere yönlendirilmelidir. Okullarda, şiddet ve çetelerle mücadele edebilmek için öncelikle çete ya da çetelerin ne olduğu, amaçları, öğrencilerin niçin çete gruplarına katılmak istedikleri, özellikleri ve çözümüne yönelik daha fazla sayıda bilimsel araştırma/çalışma yapılması için teşvik edilmelidir. Öğrencilerin bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesinde TV, gazeteler, filmler, afişler vb. materyaller sıklıkla kullanılmalıdır. Proaktif yaklaşımla şiddet olayları meydana gelmeden önce bunun önlenmesine yönelik okullarda eğitim programları geliştirilmelidir. Okulların fiziki ortamları iyileştirilmelidir. Okul ortamında öğrencilerle bire bir ilgilenilmeli ve kurum içi iletişim imkânları arttırılmalıdır. Muhtemel sorunların çözümünde öğrenci, öğretmen, okul yönetimi ve veli olmak üzere tüm okul paydaşlarına sorumluluklar verilmelidir. Şiddeti öğrenmek ve anlamak için, farklı toplumsal ve kültürel özelliklerin bulunduğu çevrelerde inceleme ve araştırmalar yapılmalıdır. Çocukların zararlı maddelerden uzak tutulması için kontrol araçları geliştirilmelidir. Zararlı maddelerin olumsuz etkileri konusunda öğrenci, öğretmen ve veliler bilgilendirilmeli ve bilinçlendirilmelidir. Suç ve şiddet konusunda tüm paydaşların katılımının sağlandığı hizmet içi eğitim etkinlikleri arttırılmalıdır. Okullarda rehberlik servislerinin daha sağlıklı ve etkin bir şekilde kullanılabilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Ortaya çıkan sorunların çözümünde konunun bizzat içerisinde yer alan öğrencilere müzakere seçenekleri-sorun çözme teknikleri ve arabuluculuk gibi konu başlıklarında eğitimler verilerek bizzat kendilerine çözüm yolunda fırsatlar sunulmalıdır. Sorunun çözümünde öğrencilerin bizzat katkı sağlamaları önemlidir. Çocuk ve Şiddet Temasında; Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının toplum katmanları arasındaki ekonomik eşitsizliklerin, yoksulluğun ve işsizliğin yüksek olduğu toplumlarda bütün şiddet şekillerinin yanında çocuğa yönelik şiddetin de arttığı görülmektedir. Göç hareketlerinin fazlalığı, çocuğa yönelik şiddeti arttıran diğer bir etkendir. Göçün beraberinde getirdiği geçiş kültürü, gecekondulaşma, şehirleşme, taşınmanın getirmiş olduğu kendi kültürü ile taşınılan yerdeki kültürü yaşatma arzusundaki kültür çatışması göç edenin hayallerini gerçekleştirme arzusundaki kırılganlık, şiddeti arttıran faktörlerdendir. Diğer yandan, toplumları bir arada tutan moral değerlerin varlığı ve toplumsal dayanışmanın güçlü ve sağlıklı bir yapılanma göstermesi toplumun çocuğa yönelik şiddeti yasaklayan bir yaklaşıma sahip olması, yaşadıkları toplumun çocuklarla ilgili değerlerinin çocuğu koruyucu öğeler içermesi çocukları şiddetten koruyan faktörlerdir. Toplumsal cinsiyet rolleri, anne, baba, çocuk ilişkisi, toplumun aileye bakışı gibi konularla ilgili olarak toplumun benimsediği kültürel ölçütler bu konuda etkili olmaktadır. Devletlerin çocuğu ve aileyi etkileyen politikalarının bulunması çocukların şiddet görmesini engellemektedir. Ayrıca sağlık sisteminde çocukların istismarını önlemeye yönelik koruyucu yaklaşımlar, sosyal güvenlik sistemi ve çocukları koruyucu yasal düzenlemelerin varlığı da çocuğa yönelik şiddeti önleyen diğer faktörlerdendir. Sporda Şiddet Alanında; Takım taraftarlığı bir kimlik unsurudur. Toplumsal cinsiyet, sosyal sınıf, din, etnisite ve benzeri gibi kimliği belirleyen unsurlardan birisi de takım taraftarlığıdır. Takım taraftarlığının grup psikolojisi ile bağlantısı vardır. Bu taraftarların değerleri, normları, simgeleri ve sloganları vardır. Sporda şiddetin oluşmasında medyadaki spor yorumcularının, oyuncuların, ortamın ve benzeri yerlerin etkileri vardır. Genel olarak şiddet alt sosyal sınıflardan gelenlerde, düşük seviye eğitimlilerde fazla iken, sporda şiddet üst sosyal sınıflardan gelenlerde ve yüksek seviye eğitimliler de görülebilmektedir. Takım taraftarları daha sorumlu, anlayışlı ve toleranslı şekilde davranmalıdır. Sporcular, spor yorumcuları ve benzeri sporun tarafları şiddetin önlenmesi için davranış ve ifadelerinde daha dikkatli olmalıdır. Toplumda tüm kesimlerin spora ilgi duyduğu düşünülürse okullar ve sivil toplum örgütleri, diğer şiddet türlerinin önlenmesine çalıştıkları kadar sporda şiddetin önlenmesine de çalışmalıdırlar. Taraftar derneklerinin tanımı yeniden yapılmalı, spor tesisleri her türlü sosyal aktivitenin yapılmasına elverişli hale getirilmeli, sporun mevzuatı gözden geçirilmeli, Spor Kulüpleri Dernekler Kanunundan çıkarılmalı, sporda eğitim ön plana çıkarılmalı, Üniversitelerde Spor Hukuku Bölümü açılmalı, okullarda spor kulüpleri mutlaka kurulmalı, sporun ders saat süresi artırılarak her okula zorunlu spor branşı konulmalıdır. Sonuç olarak; Sempozyum boyunca hem sunulan bildirilerin, hem de afişlerin şiddet konusunda bir farkındalık yarattığı ve şiddetin önlenmesine dair etkin çözümlerin üretildiği ümit edilmektedir. Şiddet konusunun daha iyi anlaşılabilmesi, toplumsal farkındalığın yaratılabilmesi ve kapsamlı çözümlerin geliştirilebilmesi için benzer sempozyum ve sergi çalışmalarının faydalı olacağı değerlendirilmektedir.”