Erzurum Güncel-Rusya1987'de Berlin duvarının yıkılmasının ardından bittiği iddia edilen Soğuk Savaş" aktörlerinin özellikle Rusya'nın güç kazanmasıyla birlikte tekrar sahnelendiği dile getiriliyor. Bu iddiaların konuşulduğu bir dönemde Rusya ABD'nin her yerde istediği gibi at koşturmasına en azından müsaade etmiyor. Libya'da yaşananlar ve Kaddafi'nin ölümü sonrasında ki tablo Rusya'nın "Sütten ağzı yanan ülke olarak yoğurdu üfleyerek yemesine "neden oldu ve ABD'nin kendi müttefiklerini kurup Ortadoğu'da yeni bir proje şekillendirmesine "Ben de bu coğrafyanın en güçlü aktörüyüm" diyerek dur dedi."BM Güvenlik Konseyi'nin en güçlü iki üyesinden biriyim ve sadece ABD'nin dedikleri olmamalı diyerek şartları sonuna kadar zorladı ve zorlamaya devam ediyor. Esad ailesi ile 40 yıllık ilişkileri var. Liderler değişse de Suriye'de iktidar babadan oğula geçse de Suriye ve Rusya 40 yıldır yakın dostlar. Rusya'nın Akdeniz'deki tek askeri üssü Suriye'nin Tartus kentinde! Sürecin olmazsa olmazı Enerji! Avrupa'nın en büyük Dünya'nın da ilk üçte yer alan Enerji patronu Rusya Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu yeni bir enerji koridorunu istemiyor. Suriye ile yakın durarak bölgedeki hassasiyetlere yakın temas uyguluyor. Rusya'nın Suriye ilişkisi karlı bir ticaret aynı zamanda. Rusya'dan Suriye'ye son on yılda 1,5 milyar $'lık silah satışı gerçekleşti. Bu durum Suriye'yi Rusya silah pazarında 7. büyük müşteri konumuna getiriyor. Silahın haricinde alt yapı hizmetleri, turizm ve enerji gibi sektörlerde yaklaşık 20 milyar $'lık bir ticaret hacimleri var iki ülkenin. Az da olsa kendi ülkelerinde de yaşam alanları bulan Sünni İslam'ı tehlike olarak gören Rusya Hükümeti Ortadoğu'da güçlenen bir Sünni İslam hareketinden endişe duyuyor. ÇİNÇin Suriye ile ilişkisini öncelikle Ekonomi ardından da bölgesel çıkarlar açısından ele alıyor. 2011 ticaret hacmi 2,4 milyar olan Suriye'yi kaybetmek istemeyen Çin ağırlığını hissettiriyor. Tunus ve Libya'daki kayıpları da Çin'in Suriye politikasında önemli bir tecrübe…Amerika ve Batı'nın yanında yer almaktansa İran ve Rusya'nın yanında görünmenin kendi çıkarlarına olacağını düşünen Çin, Suriye'yi aynı zamanda Rusya ile kurdukları derin ortaklığı geliştirmenin bir yolu olarak görüyor.Ortadoğu'da egemen olma amacı güden ABD'yi Asya'dan uzak tutmak için de Suriye'de oyalanmasını isteyen Çin yükselen Sünni ideolojiden de haz etmiyor. Öyle ki Doğu Türkistan'daki varlıkları bile Çin'i kızdırmaya yetiyor. BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinden biri olan Çin büyüyen ekonomisiyle dünyaya ben de süper gücüm mesajı verebileceği bir platform olarak görüyor Suriye'yi. İran ile yapmış oldukları ekonomik ittifakı perçinlemek ve İran'ı bölgede yalnız bırakmamak için de Suriye'de rejimin yanında yer alıyor. İRANOrtadoğu'da sıklıkla kullanılan bir laf vardır; "İran her zaman Suriye'nin dostudur, ama Suriye her zaman İran'ın dostu değildir" İran ve Suriye'nin derin dostluğunun temeli iki ülkenin Irak düşmanlığına dayanıyor desek yanılmış olmayız. Hafız Esad ve Saddam Hüseyin arasındaki rekabetin İran Irak savaşında iyiden iyiye belirginleşerek saflaşmaya varması İran ve Suriye'yi epeyce yakınlaştırdı. İran'daki İslam Devrimi'ni tanıyan ilk 3 ülkenin S.S.C.B , Afganistan ve Suriye oluşu bugünkü şekillenen yapıları da özetliyor aslında. Devrimden 5 ay sonra Irak'a savaş açan Tahran'ın yanında tavır alan tek Arap ülkesinin Suriye olması bugünkü yakınlığın temellerini attı. Tahran Şam dostluğu "Düşmanımın düşmanı benim dostumdur" düsturu ile başladı ama bugün çok farklı paradigmaları olan bir iletişimleri var. Afganistan'dan sonra Irak'a giren ve sıradaki ismin kendisi olacağı endişesini taşıyan iki ülke olarak İran ve Suriye ortak tedirginliklerle yakınlaşmalarını farklı boyutlara çektiler.Suriye'de var olan vekâlet savaşının en önemli aktörlerinden biri de Türkiye'yle beraber İran! İran ve Türkiye arasında su yüzüne çıkmayan ama hiçbir zaman da gözden kaçırılmayan bölgesel lider olma rekabeti Suriye'de iyiden iyiye ortaya çıktı. Buna ek olarak Türkiye'nin Sünnilerle İran'ın Şii'lere yakın Nusayrilerle iş birliği yapması ve bölgede ki Müslüman Kardeşler faktörü Suriye ile İran arasındaki dengelerin önemini ortaya koyuyor. Arap Baharı olarak isimlendirilen süreçlerin sonunda egemen güç olan Müslüman Kardeşler etkisi veya Sünni oluşumlar bölgede tek Şii devleti olarak kalmak istemeyen İran'ın Esad yönetimi ile ortak hareket etmesini sağlıyorİran için Suriye rejimin devamı neredeyse yaşamsal. Suriye'de rejim çökerse, İran daha da yalıtılacağından ve sıranın kendisine geleceğinden endişe ediyor. Lübnan üzerinden Akdeniz'e ulaşması da tehlike altına girecek. Sünni iktidarlarla çevrilimiş bir Şii İran Arap dünyasında önemli bir müttefikini kaybedecek ve hatta bu müttefikin yerini muhtemelen can düşmanı Suudi Arabistan ile ilişkileri olan bir yönetim alacak.IRAKIrak İran savaşı yüzünden pekiyi ilişkileri olmayan iki ülke aslında çok yakın akrabalar. Suriye ve Irak kişileştirme yapılırsa iki kuzen gibiler. Ancak düşman iki kuzen! Son dönemde Irak merkezi yönetimi ve Nuri El Maliki Suriye'yi yani Esad rejimini desteklese de bu destek tamimiyle politik. Maliki'nin Saddam döneminde Suriye'ye sığınması, İran'ın Suriye'yi kaybetmesi durumunda Irak'taki baskıyı arttıracak olması, Kuzeyde yer alan Kürtlerin Suriye'deki Kürtlerle birlikte hareket edip bağımsızlığa yelken açma ihtimali ve belki de en önemlisi Suriye sınırında yer alan ve akrabalıkla birbirine bağlı aşiretlerin durumu .. Tüm bunlar düşman iki kuzenin son yıllarda ortak çıkar doğrultusunda aralarının düzelmesine neden oldu. Suriye Irak sınırında yer alan aşiret liderlerinden Şeyh Halid Halife, Suriye meselesinin diyalogla çözülmesi gerektiğini dile getiriyor ve ekliyor; Bizim aracılığımızla Suriye muhalefetine bir kurşunun geçmesini kabul edemeyiz. Muhalefetin silahlanması daha fazla kanın dökülmesine neden olacak! Arap halklarının yöneticileri ise insanlar birbirlerini öldürürken seyirci kalıyor! SUUDİ ARABİSTANBir tarafta Arap milliyetçisi olduğunu iddia eden, Batı karşıtı politikalar izlediğini öne süren ve anti – emperyalist tutumu olan Suriye ile Amerikan yanlısı kabul edilen, kendisini İslam'ın koruyucusu ilan eden ve devlet yapısını din üzerine oturtan Suudi Arabistan'ın karşı saflarda olmasına şaşırmamalı.Her ne kadar 1967 Arap – İsrail savaşında yaptığı yardımlarla ilişkileri ısıtmaya çalışsa da Suudi yöneticiler ile Esad ailesi arasında ton farkından daha büyük farklılıklar göze çarpıyor bu farklılıklar da devlet politikalarında iki devleti karşı karşıya getiriyordu. Suudi Arabistan ile Suriye'nin gerginliğinin had safhaya çıktığı yıl 2005! Suud ailesine yakınlığıyla bilinen Refik Hariri'nin 2005'te muhtemelen Şam'ın emriyle öldürülmesi ilişkileri iyiden iyiye gerdi. Beşar Esad'ın Suudi liderler için "Yarım adam" tanımı ise gerginliği kopma noktasına getirdi. Bu noktada Başbakan Erdoğan devreye girdi ve Suudi kralı Abdullah ile Esad'ı Ramazan ayında iftar yemeğinde buluşturdu. Bugün Sudi Arabistan'ın bulunduğu nokta ise çok farklı. Suudi liderler Suriye'deki olayları İran'a karşı dengeleri değiştirecek altın bir fırsat olarak görüyor. Bu nedenle Suriye'deki muhalefete para ve silah yardımı yapmaktan çekilmiyorlar. Hatta Suriye muhalefetini örgütleyen ülkelere bile para verdiği iddia ediliyor. Suriye'deki muhalefetin silahlandırılması gerektiğini de uluslararası alanda ilk dile getiren Suudi Arabistan oldu. Ocak 2013'te Davos Dünya Ekonomik Forumunda eski Suudi Arabistan istihbarat başkanı Turki el Faysal, Suriye muhalefetinin ihtiyacını şöyle tanımladı: "İhtiyaç duyulan, tankları ve uçakları durdurabilecek sofistike ağır silahlar, ama bunlar silahlı muhalefete ulaşmıyor!İSRAİLSuriye'deki iç savaşın en başından bu yana tuhaf bir suçlama iki taraf arasında gidip geliyor. Rejim muhalefete, muhalefet rejime İsrail'in çıkarlarına hizmet etmekle suçluyor. İsrail açısından bakıldığında da Suriye'deki rejimin yıkılması bölgedeki düşmanları İran'ı zarara uğratacak. Ancak olaylar bu kadar basit değil. Esad İsrail'in bildiği şeytan ve İsrail bildiği şeytanı bilmediği meleğe tercih etmek istemiyor çünkü korkuyor. Bölgedeki radikal unsurlar, El Kaide gibi figürler Suriye iç savaşında İsrail'in kafasının karşımasına neden oluyor. İsrail demokratik, kendisiyle barış yapabilecek, Golan Tepesi meselesi için pazarlık masasına oturabileceği bir Suriye istiyor. Fakat bu istek artık kendileri için ütopik bir hayalden ibaret. Esad'ın benden sonra tufan algısı İsrail'i korkutuyor… Selefi unsurların güç kazanması ve rejimin elindeki balistik füzelerle kimyasal silahların muhalefetin eline geçme ihtimali uykularını kaçırıyor. İsrail bu şartlar altında kimi zaman müdahalede bulunuyor. Ocak 2013'te Suriye Devlet Televizyonu'na göre Suriye'nin Lübnan sınırına yakın bir "bilimsel araştırma merkezini" bombaladı. Başka iddialara göre, Suriye'nin Lübnan Hizbullah'ına, silah transferini yapmasını engellemek içindi. Saldırıyı İran, Rusya ve Hizbullah kınadı. İsrail bu süreçten karlı çıkmanın da planlarını yapıyor. Öyle ki bu belirsizlik halinin devamı İran'ı sürecin içinde kan kaybetmeye, kaynaklarını savaşa akıtmaya zorluyor. Ayrıca Suriye'de olası rejim değişikliğinin sonrasında ülkenin toparlanması epey zaman alacak ve Golan Tepeleri'nin iadesi konusunda yapılacak pazarlıkta Suriye'nin eli uzun zaman güçlü olamayacak.Fakat Suriye'de yaşananlar İsrail için farklı gelişmelere de gebe oldu. Suriye iç savaşı 9 Türk vatandaşın öldürülmesiyle kopan Türk – İsrail ilişkilerinin yeniden kurulmasının nedenlerinden biri oldu. Yakın coğrafyasında olan bitene müdahale etmekte zorlanan ve kendisini yalnızlaşmış hisseden İsrail, Türkiye'nin barışma şartlarını kabul etti.ABDABD yönetimi için, Yemen, Tunus, Mısır ve Libya'daki gelişmelerin üzerine Suriye'nin karışması tuz biber oldu. Ortalığın karışık olduğu bir durumda temkinli hareket etmekte fayda var düşüncesiyle olaylara yaklaştılar.Hilary Clinton 27Mart'ta Libya ve Suriye'yi karşılaştırarak, güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanması (Suriye) ile bir ülkenin kendi insanlarını bombalaması (Libya) arasında fark olduğunu söylüyor, durumdan endişe duyduklarını belirtiyor, ama Kongre'de Esad'ın "Reform" yapabileceğine inanalar olduğunu vurguluyordu. ABD Libya'da olduğu gibi meseleye karışmak istemiyordu. Ancak zamanla birlikte işin rengi de değişecekti. Obama Esad'a "Görevini bırak" çağrısını Ağustos 2011'de yaptı ve aynı günlerde Clinton da Suriyeli Muhaliflerle ilk görüşmesini yaptı. Washington da artık yaşananlardan endişe duymaya başladığını dile getiriyordu. Türkiye'ye muhalefeti birleştir misyonunu veren Amerika istediği verimi alamayınca kendi devreye girdi ve muhalefeti hem yapılandırma hem de silahlandırmaya gitti. Muhalefet içerisindeki selefi unsurlar da Amerika için önemli endişelerden biriydi. Sovyet Rusya'yı zorlasınlar diye Afgan mücahitlerle yaptığı iş birliğini acı faturasını 11 Eylül'de ödeyen Amerika tekrar aynı hataya düşmemek için ince eleyip sık dokuyor. Özellikle El Kaide'ye yakın El Nusra cephesi Amerika'nın muhalefete koşulsuz destek vermesini engelliyor. Muhalifleri silahlandırma konusunda da ABD'nin çekinceleri vardı. "Kimi silahlandıracağımızı bilebilecek miyiz" sorusu cevap bekleyen en önemli soruydu. ABD'nin Suriye konusunda ne yapacağını bilmediğini Obama'da Ocak 2013'te itiraf etti. Askeri müdahalenin meseleyi daha kanlı bir hale getireceğinin farkındaydı. Hatta Erdoğan Obama görüşmesinde Obama; "Elimizde sihirli değnek yok. Uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeyi ve desteğini almayı hedefliyoruz" diyerek bulundukları noktayı özetlemişti. TÜRKİYETürk siyasetinde geçerliliği çok net olan bir Süleyman Demirel sözü vardır; "Dün dündür, bugün bugün…" Suriye ile "ortak Bakanlar Kurulundan" "Şeytan Esad'a" giden yolda yaşananları anlatmaya kalksak ortaya orta halli bir kitap çıkabilir. Ki Ayşe Karabat "Suriye Savaşları" kitabında bu süreci çok güzel özetlemiş. Suriye'de aslında kaç savaşın olduğunu ve savaşanın aslında kaç farklı merkez olduğunu belirtmiş.Biz burada Türkiye'nin neden ve nasıl taraf olduğundan ziyade mihenk taşları sayabileceğimiz dönüm noktalarını sıralayabiliriz. Türkiye ilk olarak Arap Baharı olarak isimlendirilen süreçten en az hasar ile çıkması için Esad'a reform yap telkininde bulundu. Bu reformları da bir an evvel görmek istedi. Türkiye'nin bu acelesini kimse anlayamadı ama Suriye'de bu reformları hiçbir zaman yapmadı. Türk – Arap İlişkileri Bölüm Başkanı Rabi el Hafız bu süreci Suriye'yi küçümseyen bir benzetmeyle özetliyor;"Türkiye, Suriye'ye zengin evindeki sofraya oturmadan önce ellerini yıkaması gerektiğini söylüyordu, ama Suriye ellerini yıkamadığında ona sofrada hala yer açıyor ve "Bir dahaki sefere yıkarsın" diyordu.Türkiye Esad'ın diktatör olduğunu yeni fark etmiyordu ama hala reform yapabileceğine inanmak istiyordu. Türkiye'yi hayal kırıklığına uğratan Esad İran ve Rusya'nın da desteğiyle artık size ihtiyacım yok tadında bir politikaya girişince Türkiye hazırda tuttuğu Suriye'deki muhalefeti ön plana çıkardı. Onları örgütledi, insanı ve lojistik yardımlarda bulundu ve çok yüksek perdeden dile getirildiği üzere silahlandırdı! Suriye muhalefeti Türkiye'ye minnettardı, en azından bunu sıklıkla dile getiriyor, ama istediklerinin tam olarak karşılanmadığını belirtiyorlardı. Türkiye' de kimi zaman muhalefetin yanlış yönlendirmesiyle hata yapıyordu. Bunların en bilineni Esad'ın gidişinin yakın olduğu varsayımıydı. Türkiye'nin en uzun sınırının bulunduğu, akrabalık bağı ile birbirlerine bağlı komşularının olduğu Suriye'de yaşanan yangını görmezden gelemezdi ve bu yangını söndürmek için elinden geleni yaptı.Yangını söndüremeyen Türkiye yangının kaynağına gitmeye karar verdi ve daha büyük bir yangınla yangının kaynağından çözme arayışına girdi. Bu çabası uçağının düşürülmesine, sınırından teröristlerin girmesine, ülkesine roketlerin düşmesine ve bomba yüklü minibüslerle sivil vatandaşlarının ölmesine neden oldu. Ayrıca Suriye'de bulunan Kürtlerin varlığı ve Suriye'deki durumları kendi ülkesinde ki Kürtleri de yakından ilgilendirdiği için Türkiye kendi sorununu çözme noktasında önemli adımlar attı. Öcalan'ın da bir numaralı aktör olduğu Barış Süreci'ni Suriye'den bağımsız düşünmek olmaz.