Alternatif tatil sevenlere müjdem var. Sizler için bulduğum yeni coğrafyada, isteyen rafting, isteyen dağ bisikleti, isteyen kar yürüyüşü, isteyen trekking, isteyen kuş veya kelebek gözlemciliği yapabilir veya muhteşem yaylalarda binlerce tür bitki veya çiçeğin peşine düşebilir.Burası neresi derseniz, adresin Erzurum olduğunu söyleyebilirim. Erzurum’un haritadaki yerine bakıp hemen irkilmeyin. Orası uzak görünse de, aslında uzak değil. İstanbul’la arası “uçak uçumu” bir saat 35 dakika. Ankara’dan ise daha yakın.Bir buçuk saatte İstanbul’da ne kadar yol kat ettiğinizi düşünün. Örneğin ben, evimden gazeteye gelebilmek için her sabah yaklaşık bu kadar bir süre otomobil kullanmak zorunda kalıyorum. Keza akşam iş dönüşünde bu süre biraz daha uzuyor. Bir de yağmur yağmayagörsün, süre birkaç saati buluyor.Bırakın İstanbul’un trafiğini, şöyle Kaz Dağları’na, daha yakındaki Uludağ’a gideyim deseniz, 4-5 saat otomobil kullanmak zorunda kalırsınız. Onun için Erzurum’un çok uzaklarda olmadığına inanın.Eğer sizi ikna edebildiysem geçelim bu geziye niçin gittiğimin yanıtına. Amacım, Efes Pilsen, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliği ile 2007 yılında hayata geçirilen “Doğu Anadolu Turizm Geliştirme Projesi-DATUR”nin bugüne kadar yaptıklarını izlemekti. Hem ülke turizmine hem de Doğu Anadolu Bölgesi’nin kalkınmasına katkıda bulunmayı amaçlayan proje ile bölgenin turizm potansiyelini geliştirmek, pansiyonculuğu geliştirmek, el emeklerini pazarlayarak yöre halkına ek gelirler sağlamak, bölgenin refah düzeyini artırmak amaçlanıyordu.YALNIZ TOPRAKLARDAErzurum’a indiğimde güneşli ama serin bir hava vardı. Rüzgarın esintisiyle kucaklaşınca, üşümeyi özlediğimi fark ettim. Birlikte yola çıktığımız arkadaşlara havaalanından, Atatürk Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim üyesi ve DATUR Projesi danışmanı Prof. Dr. Erol Çakmak ile projenin saha yöneticisi Egemen Çakır katıldı.Minibüs yola çıkınca, özlediğim yalnız toprakları bir daha göreceğimi düşünüp heyecanlandım. Erzurum’un eteğinden geçip, Pasinler’e doğru yol almaya başladık. Aslında Tortum üstünden Uzundere’ye gidecektik. Ama biz, “buraya kadar gelmişken Çobandede Köprüsü’nü görmek gerekir” kaprisini yapınca, ev sahipleri sesini çıkarmadı. Hem acelemiz mi vardı ki? Gezip, görecek, yiyip, içecektik.Dağların bu topraklara çok yakıştığına bir kez daha şahit oldum. Onları en son gördüğümde, üstlerine beyaz örtülerini çekmiş, uyuyorlardı. Şimdi biraz süslenmişlerdi. Kıpkırmızı olmuş çalılar, sararmış kavaklar, henüz yeşil yapraklarını terk etmemiş diğer ağaçlar. En çok ilgimi “titreyen kavaklar” çekiyordu. Gerçekten de tir titreyen sapsarı yapraklar, üstlerine düşen ışıkla şekilden şekle giriyordu. Dağın üstüne sanki rüzgarda uçuşan sarı bir ipek örtülmüş gibiydi.Sonra Aras’ı gördüm. Son gördüğümde donmuş, akıntısına ara vermişti. Nehri o görüşümde, kıvrım kıvrım uzanan bir gümüş kolyeye benzettiğimi anımsadım.ANILAR GEÇİDİPasinler’den geçerken birden ağzım sulandığını hissettim. Düşününce nedenini buldum. Park Caddesi’ndeki Kervan Lokantası’nın koca dönerini hatırladım. Odunların alevinin, etleri büyük bir aşkla kucakladığı, alevin değdiği yerlerin cızır cızır nar gibi kızardığı, etlerin arasına gizlenmiş yağların eriyip, süzüle süzüle aşağıdaki tencerenin içine damlaması dün olmuş gibi gözlerimin önüne geldi. Anılar anıları davet etti. Kızarmış dönerin ardından alkıma, Yukarı Çarşı Caddesi’ndeki Hacı Rüştü’nün çayevi geliverdi. 80 yıllık çay- evinde, kaynak sularının asırlık semaverlerde kaynadığını, kızgın külün üstüne konan büyük demliklerde de çayın demlendiğini hatırlayıverdim. Hatta demli çayın kokusunun duyar gibi oldum.Tüm bunlardan gezi arkadaşlarıma hiç bahsetmedim. Çünkü, hem döner yemek hem de demli çay içmek isteyeceklerini, bu yüzden de tüm gezi programının bozulacağını adım gibi biliyordum. Karga Pazarı ve Aras nehirlerinin birleştiği yerdeki yedi gözlü, 710 yaşındaki köprüde, biraz İlhanlıları, Selçukluları andık, biraz köprünün mimarisini övdük, önünde poz verdik ve gerisin geriye dönüp yolumuza devam ettik.KIRMIZI PERİ BACALARIPasinler Ovası’nı geçip, Kargapazarı Dağları’nın derin vadilerinde döne döne ilerledik. Bu yolları iyi bilirim. Seyredince içime yalnızlık basar. Kaçıp, bu dağların koynuna saklanmak gelir aklıma nedense; sonra huzur dolar içim.Virajlı yolları tırmanıp, önce Narman platosuna ulaştık. Yükseklerdeki otlaklarda hayvanlarıyla baş başa kalmış çobanlara baktık. Onlara yoldaşlık eden çoban köpeklerinin öfkeli bakışları altında uzaklaşıp gittik. Aradığımız görüntüler, Yoldere Köyü’nde karşımıza çıktı. Burada, sert doğu rüzgarları asırlar boyu bıkmadan usanmadan kırmızı toprakları, taşları oyup peri bacalarına dönüştürmüştü. Etrafta Kapadokya’yı andıran görüntüler vardı. Peribacalarının fotoğrafını çekerken, gözüm gökyüzünde süzülen bir kuşa takıldı. Kaya kartalı mıydı, şahin, kerkenez ya da atmaca mıydı? Bilemedim. Çünkü hepsi de av sırasında gökyüzünde böyle süzülüp dururdu.Minibüse dönerken çalılardaki yabani iğdeyle ağzımızı ekşittik.Yayla havası, dağ manzarası, buz gibi sular, daha çok da anlatılanlar karnımızı acıktırdı. Bunun üzerine minibüs Pehlivanlı Köyü’ne sapıp, Pehlivanlı Pansiyon’un bahçesinde bizi bıraktı. Eski milli güreşçi Ali Koçak, bize pansiyonunu anlattı. Proje sayesinde güzel para kazandığını belirtti. Yemek masası, dallarından elmaların sarktığı ağaçların gölgesine kurulmuştu. Yemekler evin mutfağından taşınıp, masaya sıralandı: Tatar Böreği, fasulye ve patates kavurması, ayran aşı, armut kaysefesi, kavut haşılı, alabalık, salata, dalından elma.Tahmin edilebileceği gibi oldukça lezzetli bir yemekti. Kalkıp, yola devam etmekte zorlandık. Yine ıssız vadilerden, yüksek yaylalardan geçtik.TORTUM GÖLÜ’NÜN RENKLERİDağların renklerine hayran kaldık. Minibüs penceresinden manzara akıp giderken birden karşımıza Tortum Gölü çıktı. Etrafını saran boz dağların eteğinde, mavili yeşilli rengiyle güzelliğini gelene geçene sergiliyordu. Bu yoldan geçip Artvin’e veya Erzurum’a gideceklerin, güzelliğini birilerine anlatacaklarından emin gibiydi. Erol Çakmak hoca, göldeki yayın balıklarını anlatırken, ben karşı kıyıdaki rengarenk ağaçların altına saklanmış evlere gözümü dikmiş, hayallere dalmıştım bile. O küçük köye yerleştiğimi, ağaçların gölgesinde kitap okuduğumu, göle nazır masada içkimi yudumladığımı, küçük bir kayıkla yayınların peşine düştüğümü... İnsanın aklını başından alacak kadar güzel görünüyordu gölün kıyısındaki manzara. Gölü geçip, Tortum Şelalesi’nin yanına geldik. Sular düşerken tüm çevresinde su zerreciklerinden tül perdeler oluşan şelale, şimdi biraz zayıflamıştı. Şelalenin yanından aşağıya inen yolu izleyip, köyün içine girdik. Sedirler, ayvalar, elmalar, armutlar, dut ağaçları evleri gizlemişti. Tam altı tane küçük gölü geçip, yedinci gölün kıyısındaki kahvede, demli çayın tadına baktık. Çay içerken kimsenin konuşmadığını fark ettim. Herkes manzaranın bir köşesinde kaybolmuştu. Kim bilir ne düşünüyorlardı? Soru sorup da sessizliği bozmak istemedim.RIZA PANSİYON’DA ZİYAFETUzundere’ye gelip, Rıza Pansiyon’a yerleştiğimizde gün akşama dönmek üzereydi. Üst katta üç temiz oda, bir de banyo vardı. Yataklar otel yataklarını aratmayacak kadar rahattı. Bu sevimli pansiyonu, projenin desteğiyle emekli öğretmen Nezihe Özsoy ile eşi Rıza Özsoy kurmuştu. Özsoy çifti, hem yöreye gelen konukları ağırlıyor hem de çevreyi pansiyonculuk yapmaya teşvik ediyordu.Balkona oturduk. Çevrede, bacalardan çıkan duman ve tezek kokusu sarmıştı. Çoktandır unuttuğum Anadolu kokusuydu. Erol Çakmak ilçenin geçmişini özetledi: Üç bin yıl öncesine gidiyordu. Birçok uygarlık burada soluklanmış, Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise Osmanlı’nın hakimiyetine girmişti.Havasından mı, suyundan mı bilinmez yine acıkmıştık. Nezihe Hanım’ın usta bir aşçı olduğu konusunda uyarılmıştık. Masaya oturunca bu uyarının doğru olduğunu anladık: Kavurma herlesi, şalgam dolması, hasuta, kuymak, sulu köfte, lor dolması, evelik aşı, dut ve erik kaysefesi, kızamık aşı, cevizli makarna, siron...Hepsinden yedik, hepsini çok beğendik. Üstüne birer Erzurum işi demli çay içip, odalarımıza çekildik. Etrafta mutlak bir sessizlik vardı. Pencereden baktığımda, gökyüzünde parlayan yarım ayın gümüş ışığının, elmalarla oynaştığını gördüm. Onlar beni fark etmedi. Oyunlarını bozmamak için pencereyi yavaşça kapatıp, yorganı başıma çektim.Ertesi sabah horozlara uyup uyandığımda, gün çoktan ağarmış, kahvaltı masası kurulmuş, semaverde çay demlenmişti. Ev sahibinin davetini ikiletmeden tekrar tabaklarımızı doldurduk: Sıcak yağlı katmer, peynir helvası, kaz lokması, yumurtalı pestil kayganası, tava ketesi, ceviz helvası, mısır bohacı, incir dövmesi, yöre peynirleri, yöre meyvelerinden yapılmış reçeller, pekmezler, süt kaymağı, yayık tereyağı...Sonra yine yollara düşüp, çevredeki kiliseleri, alternatif turizmin rotalarını gezdik. Gördüğümüz her şey bizi heyecanlandırdı. Tanımadığımız kişilerin bilmediğimiz projeleri, alternatif turizm arayışı içinde olanlara yeni olanaklar yaratmıştı.Yazımın girişinde, alternatif turizmcilere “müjdeler olsun” demiştim. Bu rotaların gelişmesi için sizin de oralara gidip, kuşları, kelebekleri gözlemeniz, çiçeklerin peşine düşmeniz, karlı yamaçlarda, ormanlarda, göl kıyılarında yürümeniz, bisikletinizle dağ yamaçlarında dolaşmanız lazım. Onun için bu rotayı bir tarafa kaydedin. Tortum Vadisi’nde neler yapabilirsinizRAFTİNGÇoruh Nehri, dünyanın rafting için en uygun 10 nehri arasında. Kaçkarlar’dan gelen kar sularıyla coşan nehir muhteşem kanyonların, dar vadilerin, orkide ve çeltik tarlalarının içinden geçip gider. Azgın sularla boğuşurken, bu manzaraları görebilir misiniz bilemem. İspir ilçe merkezinin yakınındaki eski kaleden başlayan parkur, daha çok profesyonel raftingciler içindir. Çünkü buradaki köpüklü akıntılarla baş edebilmek için raftingi iyi bilmek gerekir. İspir’de deliren sular, 10 kilometrelik bir boğazdan sonra biraz sakinleşir. Yusufeli’ni geçtikten sonra Barhal Nehri ile bağlantı noktasında akıntı yine hızlanır. Bu parkurda rafting yapmak için en uygun aylar mayıs ve hazirandır. Haziranın ikinci yarısından itibaren sular azalmaya başlar.KUŞ GÖZLEMİİlkbahar ve sonbahardaki kuş göçü sırasında Çoruh Vadisi doğa gözlemcilerine bulunmaz görüntüler sunar. Burası, Kafkaslar’dan güneye, Suriye ve Afrika’ya kadar devam eden ana rotalardan birisinin üzerindedir. Ayrıca Avrupa’da görülmeyen Ortadoğu ve Kafkas türleri de Çoruh Vadisi’nde görülebilir. Bahar göçü haziranın ilk günlerinde başlar. Önce Akbabalar, kartallar, şahinler ve doğanlar göçer. Daha sonra sıra küçük kuşlara gelir. Kiraz kuşları, ispinozlar, örümcek kuşları, daha yükseklerden taşkuşları, mavi adi taşkızılları, küçük isketeler, dağ bülbülleri kanat çırparak Afrika’ya doğru geçip gider. Kuşları tanımak istiyorsanız, yanınızda Doğa Derneği’nce yayımlanan “Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Kuşları” adlı cep rehberini almanızı öneriririm. Sonbahar göçü eylülden ekime kadar sürer. Bu göç sırasında şahin ve doğanların küçük kuşları avlamasını izleyebilirsiniz.ÇİÇEKLERİN PEŞİNDEDağlardaki çiçekleri görmek için en uygun zaman nisan-haziran arasıdır. 2000 metrenin üstündeki küçük alpin çayırları rengarenk ve çeşit çeşit çiçeklerle bezenir. Bu mevsimde en çok çiğdem, maviyıldız, Türk sümbülü, mavi kantaron çiçeği, kahverengi benekli lale göze çarpar. Temmuzda daha yükseklerde rengarenk çuha çiçekleri, mor, pembe orkideler, ormangülleri boy gösterir. Sonbaharda ise büyükbaş hayvanların otlaklardan çekilmesinden sonra rengarenk çiğdemler boy gösterir. Ayrıca bu mevsimde yabani meyveleri dallarından koparıp yiyebilirsiniz. Yaz başında serin yaylalarda, rengarenk bir dünyada dolaşıp durmanın, yaşam akünüzü şarj edeceğini aklınızdan çıkarmayın.KELEBEK GEÇİDİÇoruh Nehri havzası kadar kelebek çeşidi bol olan yer az bulunur. Bölgede en az 200 çeşit kelebek görülüyor. Kelebek meraklıları Tavuskuşu, Çatalkuyruk, İspanya Kraliçesi Fritillari gibi göz alıcı kelebekleri görebilmek için dünyanın dört bir yanından geliyor. Uzmanlara göre kelebek izlemek için en uygun aylar temmuz ve ağustos. Bu mevsimde dağ yamaçlarındaki patika yollardan yürürseniz, çamur ve küçük gölet kıyılarında yığınlar halinde uçuşan kelebekleri görebilirsiniz. Siz yürürken etrafınızda Siyah Damarlı Beyaz, Gümüş Çivili Mavi, Büyük Anadolu Mavisi, görkemli ve büyüleyici Parnassius Apollo’nun uçuştuğunu göreceksiniz. Bölgede ağ ile kelebek avlamak yasak. Sadece izleyebilirsiniz. Onun için bölgeye giderken yanınıza Ahmet Baytaş’ın “Türkiye’nin Kelebekleri” adlı kitabını alırsanız, gezinizi daha da keyifli ve bilinçli kılarsınız.DAĞ BİSİKLETİÇoruh ve Tortum vadilerini kesen çok sayıda vadi, dağ bisikleti için ideal rotalar oluşturur. Toprak patikalarda şaşırtıcı inişler vardır. Yusufeli çok güzel bir üstür. İlçenin güneyinde, Kılıçkaya etrafında çok sayıda bisiklet yolu bulunur. Kaçkar’a doğru uzanan manzaralı yollar sürücüleri etkiler. Buradaki dik yollar Tortum Gölü’ne iner. Yalnız bu inişlere başlamadan önce frenlerinizi kontrol etmeniz gerekir.Uzundere’den Yusufeli istikametine doğru giderken, anayolu sağlı sollu kesen tüm küçük vadiler, dağ bisikleti için ideal rotalar sunar. Bu vadiler, Sapaca, Dikyar, Kirazlı, Çamlıyamaç ve Cevizli köylerini barındırır. Buradaki rotaların uzunluğu 5-20 kilometre arasında değişir. İspir’den Rize’ye doğru da güzel bir sürüş yolu bulunur. Bu rotayı tercih edenler Uzunkavak’ta, Çoruh ve Tortum nehirleri arasında, Mescit Dağları’nın kuzeyinde kamp yapabilir. Eğer bisikletinizi yanınızda getirmek istemiyorsanız, Uzundere Doğa Gençlik ve Spor Kulübü Derneği (442-791 2309) size, uygun koşullarda dağ bisikleti kamp malzemesi sağlayabilir.KAR YÜRÜYÜŞÜKar, Kaçkar Dağları’nın kolay kolay terk etmez. Onun için Mayıs ve Haziran aylarında dağın eteğindeki vadilerde kar yürüyüşü yapmanız mümkündür. Onun için oraya giderken yanınıza kar ayakkabılarınızı da almakta yarar var. Ayrıca trekking çubuklarınıza gereksinim duyabilirsiniz. Pırıl pırıl güneşin altında yapacağınız kar yürüyüşü sırasında karşınıza çıkacak muhteşem görüntüleri, uzun süre unutamayacağınızdan emin olabilirsiniz.Mehmet Yaşin Hürriyet