Erzurum Güncel- Her şey bir gece ateşi ile başlar. Vücuda bir yabancı girdiği kesin. Çünkü ateş savaştır, bir nevi saldırı, müdafaa.
Isınan yastık, ağırlaşan yorganla birlikte vesveseler de başlar. Aman korona olmasın da.
Ona mesafe koydum, öbürüne uzak durdum, kapıyı açtı binmedim, odasına girmedim, ikramını yemedim...
Neyse olan oldu artık. Ya çocuklara da bulaştıysa?
Hele anama babama...
Yaşlılar nazenin, vartayı atlatabilirler mi acaba?
Sorular artınca uyku tutmaz, erkenden kalkarsınız. Tam çıkarken kapıda yakalarlar. “Hayrola? Böyle sabah sabah?”
-Akşam biraz ateşlendim de, bi test yaptırsam iyi olacak.
-Yoksa nefes alamıyor musun? Eklemlerin ağrıyor mu? Tat, koku var mı? Ay gözünde mi kırmızı ne? Vay bunlarda mı gelecekti başımıza...
-Bi’ şey yok canıım, altı üstü bir test, hani içimizin rahatlaması bakımından.
Çıkarsınız sokağa, kaldırımda minik kızına bisiklet binmeyi öğreten bir baba. Çocuk nasıl da muhabbetle bakıyor adama.
Yok abi ben bunların yanından geçmeyeyim, dön şuradan sağa.
Yaa niye büyütüyorum ki, test neticesi negatif gelecek belki. Baksana elim ayağım tutuyor, aksırmıyor, öksürmüyorum, zaten maskem burnumda.
Otobüse minibüse de binemez, taksi tutamazsınız bu saatten sonra. Öyleyse kendi aracınızla.
ACIMADI Kİ
Hastanede sizin gibi endişeliler vardır. Kimseye yaklaşmaz, kimseyi de yaklaştırmazsınız yanınıza.
Kaydınızı yapan sağlıkçı kimliğinizi şeridin arkasından alır, uzun kollu bir faraşla. Demek mesafe böyle tatbik ediliyor buralarda.
Sürüntü testi dedikleri şey adı ile müsemma. Bir çomağın iki uçunda pamuk, birini ağzınıza sokuyorlar, öbürünü burnunuza. Başkasını bilmem ama benimki acımadı, korkmanıza gerek yok bu hususta.
Soruyorum bitti mi?
-Tamam bu kadar!
-Netice?
-Biz telefonunuza bildiririz, en geç beş gün zarfında...
Hekim kardeşimiz parasetamol türü bir ateş düşürücü, suda köpüren bir vitamin, balgam sökücü, öksürük şurubu, ayrıca magnezyum çinko takviyesi veriyor.
Eczacı torbalayıp uzatıyor. “Borcumuz?”
-6 lira.
Bedavadan ucuza.
DÜŞTÜM MAPUS DAMLARINA
Kendimi iyi hissediyorum. Yine de belli olmaz, şimdi boş bir ev bulmalı. Bir çekyatı, bi’ de ocağı olsa yeter bana.
Valide telefonda kükrüyor, “evhamlısın” diyor, “gitmeyecektin, kalacaktın burada!”
-Yaa büyütme, altı üstü iki hafta.
-Ama çorbanı kim pişirecek sonra?
Çorba işi mühim. Anlatamazsın şimdi bunlara.
-Ya anam boş ver, kebap söyleriz icabında.
-Bak şehriye ve mercimekle uğraşma, dur tarhana yollayayım sana.
Karantina (quarantine) İtalyanca bir kelime. Venedikliler, yabancıları kırk (quaranta) gün bekletiyorlar limanda.
Osmanlıda da var, adı tahaffuzhane. Kökü hafazadan, muhafaza...
BEYEFENDİ TESTİNİZ...
Neyse o gün geçıyor, öbür gün de geçiyor, “bunlar niye beş gün bekletiyorlar ki” derken telefon çalıyor.
-Efendim Sağlık Bakanlığından... Testiniz pozitif çıktı, boş bir eve kapanın şu an itibarıyla.
-Tamam öyle yaptım zaten.
-Bir yere ayrılmayın biz ilacınızı getireceğiz kapıya. Zil çalınca eldivenlerinizi giyin, maskenizi takın, bir de kalem hazırlayın, imza atacaksınız evraka.
Eğer ekip astranotlar gibi beyazlara bürünüp gelirse, mahalleye mevzu çıkacak, hiç yoktan iş alacağız başımıza. Zaten yaşlı kadınlar gibi sepet sarkıtmamdan işkillendiler, şüphe ile bakıyorlar gözlerini aça aça.
Neyse ki ekip geç kalıyor, hava kararınca geliyor. İlacı verip, kâğıdı uzatıyorlar: “Şuraya bi imza!”
Birkaç kısa tavsiyede bulunup (ağırlaşırsan 112’yi ara gibi) ayrılıyorlar. “Soracakların olursa bu numaraya.”
Ertesi sabah Bakanlık’tan arıyorlar. İlacınız geldi mi? Yakınlarınız tecride çekildi mi? Sağlık ocağı takip etti mi? Hastalık hakkında bilgi verildi mi?
Sonra bir başka teşkilat. Sorular aynı minvalde, hatta aynı sırayla.
Gençliğimizde hastane kapılarından epey hırpalandığımız için bu takibat bile sevimli geliyor. Düşünebiliyor musunuz, benim gibi küsurat vatandaşın sağlığıyla ilgileniyorlar. Allah yar ve yardımcıları olsun, kolay şey değil aslında.
Verdikleri ilaç bi sabah, bi akşam. Yan tesirlerini araştırsam mı? Amaan kullan gitsin, kafa karıştırmanın âlemi yok bu saatten sonra.
ELİN MUTFAĞINDA…
Yemek pişirmekten zevk alıyorsanız ne âlâ. Oyalanırsınız hiç olmazsa. Sahi biz talebeyken pilavı nasıl yapardık? Önce pirinci mi kavuruyorduk yoksa?
Malum her evin düzeni ayrı. Çayı, şekeri, yağı, tuzu bulmak zaman alıyor. Bir yerlerde biber vardır mutlaka...
Bu nasıl ocak kardeşim, çakmak çat çat taramalı gibi saydırıyor.
Sağ olsun eş dost aşağıdan zili çalıyor. “Abi salla sepeti!” Bakıyorsunuz yemişler, meyveler, tatlılar.
Nedense hepsi de limon getirmiş, hani tezgâh açsam olacak Çarşamba Pazarında.
Baharatçı arkadaşlar da tecrübelerini konuşturuyor. Yok limon nane, kekik, tarçın, zencefil, hurma.
Zerdeçal yağı, mesir macunu, ekinezya...
Bundan al mukavemetin artsın. Şunu ihmal etme asla!
Faydasını da görüyorum, zira dua da ediyorlar yanında.
Herkesin ki hafif geçmiyor. Farzet ki yoğun bakımdasın, gırtlağında hortumlar, kolunda serumlar.
Sen misin 2 dakika maske takmayan, bak bakalım günlerce tavana.
MÜBTELÂ-YI GAMA
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilsin / mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç dakika?
Yani bırak yıldızlarla uğraşanları, vakit tayin edenleri diyor, uzun geceyi dertliler anlatsın sana.
Ya mahkûmlar, mahpuslar n’apsın, gariplerin yılları geçiyor dört duvar arasında.
Kaylule muhteşem bir şeymiş, ikinci bir sabahınız oluyor öğleden sonra. Gece uykuya doyup kalkıyorsunuz, derin bir sessizlik, vay bee daha iki saat var ezana. İn yok, cin yok, ne lastik sesi, ne korna. N’apsam azıcık Kur’ân-ı kerim mi okusam? Son teheccüdümü kıldığımda kaç yaşındaydım acaba?
Eğer keyfim yerinde olaydı, rahle seccade arar mıydım? Yoksa geç vakte kadar ekranlarda gezer, zıbarır mıydım kanepenin koynunda.
Bu hastalıktan emrihak vaki olursa namazımı alel acele kılacaklar. Hısım akraba “nereden kalkıyormuş” diyene kadar tevdi edecekler toprağa…
İstirahatgâhmış. Ebedî olmadığını biliyoruz da istirahati de şüpheli, ona laf sok, berikini azarla. Rabb’imiz elbette affedici ama karışmıyor kul hakkına.
Peki kalkarsam tramvaya biner miyim bir daha? Sonra o daracık asansörlerde kucak kucağa…
Üç beş gün mayınlı arazide dolanır gibi dikkatli, sonra salla gitsin, bak dalgana.
Yok efendim bu camları mıhlı plazalar var ya! Hele şu filtreleri kirli havalandırmalar…
Tuvalet kapıları sert yaylı itiyorsun gitmiyor, çekiyorsun gelmiyor. Bırakın sapını kolunu, yekpare bedeninle boğuşuyorsun. Hâlbuki o güçlü mafsallara ne gerek, şöyle ayak ucuyla itince açılacak olsa.
Bahane ararsan çok, sanki maske mesafe kaidesine uyduk da…
Elimizi sabunla yıkadık da, masamıza bi kolonya koyduk da.
PEKİ BUNDAN SONRA...
Geleceği bilemeyiz, bakarsın aşısı çıkar ve perdede “son”yazısı görünür bir anda.
Ama bu devasa binaların devri bitti gibi, işveren niye ısıtsın, soğutsun, havalandırsın, güvenlik sağlasın, servise, yemeğe, temizliğe, kâğıt havluya para harcasın. Ona elemanın işi lazım, eğer evden de aynı verim alınıyorsa.
Sanırım yılış yılış öpüşmeler kucaklaşmalar da azalır. Bilmem yanağında tükürük görmek isteyen kaldı mı aramızda?
Seyahatler de seyrekleşse gerek, daha şehrimi gezmemişim, ne işim var vaka rekoru kıran Avrupa’da?
Vuhan’da toplu taşıma %56’dan %24’e düşmüş, hususi vasıtalar artmış aynı oranda. Bizde de kör topal bir arabam olsun diyenler çıkar, bisiklet motosiklet prim yapar.
Mektepler açılır mı? Bilmiyorum ama evde eğitim ufaktan girdi hayatımıza.
Fuarlarda görürsünüz, stant başlarında boylu poslu ablalar. Sorarsınız “hanfendi bu cihaz...”
-Ay ben bilmiyorum. Erkan Beeey bakar mısın arkadaşa!
Demek ki kırıtsın diye almışlar, ne satıldığından haberi yok daha.
“Evden çalış” döneminde koridorlarda topuklarını tak tak vurarak dolaşan manken edalıların şansı azaldı. Artık bacağı uzunların yerini, ufku genişler alacak. İşini bilen, kendini geliştiren, mevzuuna kafa yoran kıymet kazanacak.
Dilerim o havasız kıraathanelere takılanlar da kurtulur. Ömrünü kız alıp, papaz vermekle geçirenler iyi kötü bir işin ucundan tutar; terlemenin üretmenin tadına varırlar.
Bazı ülkelerde mangır pangınot taşınmaz oldu. Henüz bizde nakit bitmediyse de kapımızı çalar yakında. Eskiden çarşı pazar dolaşırdık, şimdi site site geziyoruz. Tıklıyorsun kapında. Beğenmezsen değiştiriyor, nazlanmıyorlar da.
İbretlidir, yeryüzünün en güçlü insanları Trump’lar, Johnson’lar malum hastalığa yakalandı.
Çareler bulacak, bizi koruyacaklardı güya!
Topal sinek, koca Nemrut’u...
Yoo aklıma geldi de o bakımdan....
Türkiye Gazetesi