Erzurum Güncel - Soner Yalçının Silivri Cezaevi'nde yazdığı yeni kitabı Samizdat, Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var mı? okurlarla buluştu. Yalçın, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayına hazırlanan kitabın başlığını neden Samizdat koyduğunu şöyle açıklıyor:Binbaşı Erseverin İtirafları kitabımı daktiloda; Behçet Cantürkün Anılarını bilgisayarda yazmıştım. Samizdatı elimle kaleme aldım! Bu süreç bile, Türkiye yakın tarihi konusunda neler yaşandığını gözler önüne sermiyor mu?..Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlunun Sızıntı adlı kitabı çıkınca, Silivride bir gece gelip Barış Pehlivanı yanımdan alıp başka koğuşa koydular! Kitap yazmanın cezasıydı bu. Samizdat yayımlanınca Silivri zindanında başıma ne gelecek hiç bilmiyorum. Bildiğim, cezaevi insanı hep test eder; ama insanın ruhundaki soyluluk düşmesini önler, insan haline gelmek için felaketlerle didik didik edilmek gerekir. Kim acısının üstüne çıkarsa, o yükselecektir, der Hyperion...Gelelim kitabın adına, Samizdata..Olağanüstü dönemlerde, baskıdan-sansürden kaçabilmek için kitaplar, tüm tehlikeler göze alınarak gizlice yazılıp, gizlice basılıp, gizlice dağıtılır. Ruslar bu tür kitaplara Samizdat adını koydu ve bu isim evrensel hale geldi.Ayrıntılarını bugün yazamayacağım, elinizdeki Samizdat zor koşullarda doğdu.Yalçın kitapta gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra geçen ilk 29 günü anlatıyor ve bu 29 gün boyunca mahkemede, cezaevinde karşılaştığı Ergenekon, Balyoz, Kafes, Poyrazköy davalarının Oktay Yıldırım, Muzaffer Tekin, Levent Bektaş gibi ünlü simalarıyla karşılaşmalarını, sohbetlerini aktarıyor. İddianamedeki 'deli işi' ifadeleri, hukuk tarihine geçecek sehven uygulamaları okuyucuya sunuyor.Yazılarının Hürriyette yayımlanmayacağını öğrendiğinde neler hissettiğini, tutukluyken hakkında yazan yandaş gazetecilere verdiği yanıtları ve basın ahlakına sahip çıkanları da tarihe kaydediyor.İŞTE KİTAPTAN BAZI BÖLÜMLER:F TİPİ YERİNE EV TİPİSoner Yalçın, kitabında mahkemelerin Fethullah Gülenden hiç bahsetmediklerini ifade ediyor. Fethullah Gülenden bahsedildiğinde yapılan hataların nedenini sorguluyor. Örneğin sanıklar F Tipi dediklerinde tutanaklara ev tipi diye yazılıyor (s.71). Aynı özen farklı bir biçimde tutuklular için de gösteriliyor. Onlarla ilgili de bir sürü hata yapılıyor. Soner Yalçın, Prof. Haberalın Hacapitli listesinin basına Hoca tiplilerin listesi diye sunulması buna örnek gösteriyor."Haberal, Rizenin Hacapitli (Subaşı) köyünde doğmuştur. Köylülerine meraklı; bilgisayarında bizim Hacapitli uşaklar nerededir, ne yapıyorlar diye bir dosya açmış; isimleri yazmış. İddianame diyor ki, Prof. Haberal, hoca tiplileri fişledi! İşte belgeleri!.. Hacapitli olmuştu hoca tipli! (s. 413)NAZLI ILICAK'IN ERGENEKON TAVRININ SEBEBİSoner Yalçın, kitabında Nazlı Ilıcakın Ergenekon Davası esnasında yaptıklarının nedeni oğlunun isminin de Ergenekon İddianamesinde geçmesi mi? sorusunu soruyor."Tuncay Güney cemaat içinde itibarlı olunca, Samanyolunda bir ekiple hareket edip yönetimi almak istedi. Başaramadılar. Kovuldular. Bir süre işsiz kaldı sonra Akşam gazetesine geçti. Nazlı Ilıcakın oğlu Mehmet Ali Ilıcakın sahibi olduğu Akşamda çalışmaya başladı. (s. 63)" Nazlı Ilıcak, Ergenekon konusunda uzman görüş sayılıp, sürekli tartışma programlarına davet ediliyordu.Güzel, diyecek sözümüz yok.Ilıcak, televizyon ekranlarında ya da köşesinde Ergenekon iddianamesine adeta tapar gibi, iddiaları kesinmiş gibi söyledi, yazdı. Savcıların ki özellikle Zekeriya Özün iddialarından yola çıkarak ve masumiyet karinesini unutarak, insanları yargıladı.Ne zaman şüphe belirten sözler etse, ertesi gün 180 derece döndü, çark etti. Niye? Niye bu ani, kıvrak dönüşler? Tehdit mi ediliyordu? Şöyle... Ergenekon iddianamesine göz atalım; İddianamenin 160. sayfasında bakın hangi bilgiler vardı:Medyanın ele geçirilmesi ve kontrolü ile ilgili (Akşam gazetesi çalışanı) Tuncay Güney beyanlarında; Akşam gazetesi sahibi Mehmet Ali Ilıcakın Veli Küçükün kontrolünde olduğunu, gazeteye geçtikten sonra Veli Paşayla oturup, gazetede kim¬lerin tasfiye edileceğini konuştuklarını ve bazı kişilerin tasfiye edilerek gazetenin kontrolünü ele aldıklarını, Aslan Bulut, Alev Çukurkavaklı gibi bazı gazetecilerden de ekip kurduklarını, gazetede çıkacak birçok haberde Veli Küçükün onayının alındığını. Şaşırdınız mı?Gördünüz mü Nazlı Ilıcakın toz konduramadığı Ergenekon iddianamesinde oğlu Mehmet Ali Ilıcakla ilgili neler yazıyordu? Neymiş; Mehmet Ali Ilıcak Veli Küçükün kontrolündeymiş!"Neymiş; Ilıcakın sahip olduğu gazetede çıkacak haberlerde Veli Küçükün onayı alınıyormuş! Ve tüm bunlar Ergenekon örgütünün medyayı ele geçirmesi ve kontrol etmesiyle ilgili yürü-tülen planın bir parçasıymış!Yani Ergenekonun medya ayağında Mehmet Ali Ilıcakın rolü varmış! Bunları biz yazmadık. Bu satırlar Zekeriya Özün hazırladığı iddianamede yer alıyor...beynini gösteren Ergenekon Şemasında M. Ali Ilıcakın adı var.Nazlı Ilıcakın ikinci eşi Emin Şirin Ergenekon sanığı.Ergenekonun tutuksuz sanığı Erol Mütercimler asıl Ergenekonun içinde gazete patronu Kemal Ilıcakın olduğunu söyledi. Hiç şaşırtıcı değil, 1970lerde Tercüman gazetesinin nasıl yayın yaptığı biliniyor...ne demeli?Nazlı Ilıcakın Ergenekon iddianamesine bu kadar tapması ve cansiperane savunması, kendini, oğlunu korumak için mi? Ergenekon operasyonlarına yönelik eleştiri getirince, önüne bu belge mi konuyor acaba? (s. 492-493)ERGENEKON SORUŞTURMASINI ABDLİ SAVCI MI YÖNETİYOR?Yalçın Samizdatta Ergenekon soruşturmasını ABDli savcı Susanne Hayden mı yönetiyor sorusunu soruyor. Yalçın, günümüzdeki yargı reformunu anlamak için Haydenin kim olduğunu bilmenin önemli olduğunun altını çiziyor.2005. Türkiye ile ABD arasında OPDAT programı dahilinde terörle mücadeleye ilişkin yasaların çıkarılıp uygulanması konusunda işbirliği yapıldı.Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı Yasası ile Yabancı Uzman Çalıştırma kabul edildi. Birini tanıtayım:Adı: Susanne Hayden.2006 yılında Türkiyeye sürekli hukuk danışmanı olarak geldi; Türkiyeden önce Rusya, Macaristan ve Sırbistanda, yani Sorosçu renkli devrim projelerinin olduğu ülkelerde görev yaptı. Sırbistanda 2006-2007 sürecinde yargı reformu adı altında bir günde tüm yargıç ve savcıların görevden alınıp renkli devrim taraftarı genç sivil toplumcu hukukçuların atanmasının akıl hocasıydı!Susanne Hayden adı basında hep emniyetçiler, savcılarla yaptığı toplantılarla gündeme geldi. Milliyet gazetesinin haberine göre, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde bir dizi çalışma yaptı (2 Kasım 2007). Bu ilk toplantı değildi; 25-26 Ocak 2007de İstanbul Hâkimevinde Almanya, Belçika, Hollanda ve İngiltereden terörle mücadele alanında çalışan hukukçular ile CMK 250nci maddeye bakan özel yetkili savcılar bir araya gelmişti. 12-14 Kasım 2008 tarihindeki Ankarada yapılan toplantının konusu ise Savcılar İçin Siber Bilinçlendirme Semineri idi.Susanne Hayden polis ve savcılarla o kadar samimi oldu ki, 27 Mayıs 2007de Sait Halim Paşa Yalısındaki düğünün şahidiydi. Bir diğer şahit de İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrahtı!Susanne Hayden kuşkusuz tek başına yargı reformunun akıl hocalığını yapmadı. Örneğin bir başka hukukçu Larry Taman da, BM Kalkınma Programı çerçevesinde Türkiyeye geldi. Arnavutluk, Afganistan, Bosna-Hersek gibi ülkelerin yargı reformlarında görev almıştı. (s. 116-117)MEHMET EYMÜR'ÜN ERGENEKON SORUŞTURMASINDAKİ ROLÜ NE?Mehmet Eymüre özel bir bölüm ayırmak gerekiyor aslında. Ergenekonun gizli tanığı olmalıydı. Ya da öyle mi acaba?15 Gizli tanıklar arasındaki Atsineği Mehmet Eymür olabilir mi? (Gizli tanıkların hayli ilginç isimleri var: Dilovası, Tükenmez Kalem, Anadolu, Kıskaç, Sokak Lambası...)Mehmet Eymürün Ergenekon soruşturmasına yardım ettiği resmi belgelere de geçti. Haziran 2008de Bilgi Alma Tutanağı düzenlendi. Ergenekon Örgütü hakkında MİTte bilgi yoktu, Mehmet Eymürde vardı. Öyle ki, bazı belgelerde parmak izi vardı. Örneğin, bunlardan biri Fabrikatör belgesiydi. Bu sözde belge iddianameye Ergenekon örgütünün belgesi olarak girdi. Oysa bilinir ki, Fabrikatör kavramını Türk siyasi terminolojisine sokan kişi Mehmet Eymürdü. Analiz ve Sentez kitaplarının bazı bölümleri Fabrikatör konusuna ayrılmıştı. Keza konu mahkemeye taşınmış; Eymür, İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla Doğu Perinçek ve Ferit İlsevere 20 bin TL tazminat ödemişti. Ve sıkı durun, iddianamedeki Fabrikatör belgesi bu iki kitaptan derlenmiştiSAVCI ZEKERİYA ÖZÜN İFADE ALIŞ ESNASINDA SULTAN VAHDETTİN ÇIKIŞI Kimi gazeteciyi tanık, kimisini ise sanık olarak sorguladınız, ilk Can Dündarla görüştünüz, herhalde Ergenekon kitabından dolayı, dedim.Can Dündardan pek yararlanamadığını söyledi. Sözlerinden Cana biraz kızgın olduğunu çıkardım. Milliyette Savcı Öz için elinde tespih vardı, diye yazmıştı; ondan olabilir mi?Mustafa Balbaydan da hiç hoşlanmadığını söylesem Savcı Öze haksızlık yapmam herhalde. Sık sık su içmem üzerine, sohbet bu konuya geldi. Balbay ikinci kez geldiğinde çok güveniyordu kendine; belgeler çıkınca, çok terleyip ardı ardına su içmeye başladı.Bundan ne anlam çıkarmalıyım şimdi? Ben de çok su içiyordum. Bir şey söylemedim. Kalkıp bir bardak daha soğuk su doldurdum.Sohbet bir ara Türkiyedeki resmi tarih anlayışına geldi; Sultan Vahideddinin, Mustafa Kemali Anadoluya gönderdiğini yazamazsınız, dedi pat diye.Şaşırdım.Hayır, şaşkınlığım bir cumhuriyet savcısının nasıl böyle bir cümle söyleyeceğine dair değildi. Cüretkârlığına şaşırdım.Düşündüğünü söylüyordu işte, iyi bence. Bir yerde okumuştum Mustafa Kemalden, Beton Kemal diye bahsettiğini. Mustafa Kemali farklı değerlendirdiğini tahmin ediyorum. Ama böylesine bayağı konuşmayı bir cumhuriyet savcısına yakıştıramayacağım için sanmam demek istiyorum. (s. 127-128)KONTÜRLERİ YOK KONUŞMAYA HELİKOPTERLE GİDİYORLAR İHALEYEYalçın iddianamelerdeki evlere şenlik kısımları da okuyucuyla paylaşıyor. Örneğin Fatma Cengiz ile İbrahim Şahin arasında geçen diyaloglar. Ergenekon davasında İbrahim Şahinin yerini anlayabilmek için bir kadından, Fatma Cengizden bahsetmek gerek.Adı: Fatma Cengiz.37 yaşındaydı. Kayseride yaşıyordu.Kendisini ilkokul mezunu diye tanıtıyordu ama o bile şaibeliydi. Yani ilkokulu bile bitirmediği söyleniyordu.MHP kökenli bir aileden geliyordu. Asena mahlasını kullanıyordu. Kendisini çok önemli biriymiş gibi tanıtıyordu çevresine. Annesi, kızı Fatma Cengizle ilgili şunları söyleyecekti:Hayal dünyasında yaşar ve kendisini tanımayanları da buna inandırırdı. Sık sık Kayseri Emniyet Müdürüyle görüştüğünü bile söylerdi. Maceraperest biriydi ve çok yalan söylerdi.Annesinin bu sözleri, Fatma Cengizin İbrahim Şahinle yaptığı binlerce, evet binlerce telefon görüşmesinde ve SMS trafiğinde daha bir anlam kazanacaktı.Peki, Fatma Cengizin İbrahim Şahinle yolu nasıl kesişti?Fatma Cengiz, bir akrabasının telefonundan Şahinin numarasını görüp aldı ve o günden itibaren İbrahim Şahinle iletişime geçti. Kendini İbrahim Şahine Kayseri Hava İndirme Tugayında çalışan bir sivil memur olarak tanıttı. Ama aslında bir çanta imalathanesinde çalışıyordu.Günler geçtikçe Cengiz ve Şahinin telefonda samimiyetleri arttı. Fatma Cengiz, İbrahim Şahine devletin kuracağı yeni bir terörle mücadele kurumunun başına kendisinin getirileceğini söyledi ve İbrahim Şahini inandırdı.Hayal dünyasının doruklarını zorlayan telefon görüşmelerinden örnekler vermeliyim size. Bunları okurken İbrahim Şahinin demans (bunama) hastası olduğunu göz önünde bulundurmak gerek. Ama İkili arasındaki telefon görüşmelerini okuyunca anlıyorsunuz ki; helikopter alıyorlardı ama telefon kontörleri yoktu! Genelkurmay Başkanıyla veya İçişleri Bakanıyla doğrudan görüşebiliyor, Pentagonu karıştırıyorlardı; yani, adeta dünyanın merkezindeydiler... Aralarındaki konuşmalarda İçişleri Bakanı Beşir Atalaydan, Hilmi Özköke kadar herkes vardı, bir tek akıl ve mantık yoktu.Uzatmayalım. İşte telefon görüşme trafiklerinden bazıları:Tarih: 30 Haziran 2008.Asena (Fatma Cengiz)-İbrahim Şahin arasındaki SMS trafiği:Asena, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkökle birlikte olduğunu iddia ederek İbrahim Şahine mesaj atıyor. Asena, kendi telefonundan mesaj üzerinden Dede dediği Özkök ile Şahini görüştürüyor. Nasıl oluyor demeyin, telefon tapelerine göre böyle oluyor:Asena: Birazdan Dede gelecek görüştüreyim sizi iyi mi... şimdi vali ve emniyet müdürü girdi içeri...dur geliyolar Dedenin dizinin dibine varıyım veririm tlf...bizim emniyet müdürü özel harekât kökenli biliyon mu.Yani ögrencin...abi viryom tlf.eline iyi mesaj yazarmış komutan...ali aydın paşa da ordu evinde biz kaçıyoruz 8-10 kişi...arabada yazayım diyor Dede.sıkıldım dedi hisarcık dogru cıkıyoruz.Fatma Cengiz bu sözlerle kendi telefonunu Hilmi Özköke verdiğini söylüyor ve İbrahim Şahin yine mesajla yanıt veriyor:İbrahim Şahin: Komutanım saygılar sunuyor ellerinizden öpüyor vatanım bayrağım onurumdur diyerek emirlerinizi bekliyorum.Şimdi diyeceksiniz ki, koca Genelkurmay Başkanı neden başkasının telefonundan mesaj atsın. Eski Özel Harekât Daire Başkanı buna nasıl inanır? İddianameye göre böyle görüşmeler var. Bakın Orgeneral Hilmi Özkök Asenanın telefonundan İbrahim Şahine ne diyordu:Hilmi Özkök: Merhaba Şahin Bey nasılsınız? Kitap yazıyor diyor bu çocuk kitabın konusu nedir?İbrahim Şahin: ABD ve AB kıskacında Türkiye komutanım.Hilmi Özkök: Bu kız başımıza bela oldu. Ağabeyim diyor başka bir kelime çıkmıyor ağzından (...) bu kızla çok uğraştık ama olmadı evladım. Bu kıza neden fırça attın (...) abim bana kızdı diye ağlıyor.Düşünebiliyor musunuz, Orgeneral Hilmi Özkök ve İbrahim Şahinin en büyük derdi Asenanın gözyaşları! Peki telefondaki Hilmi Özkök kimdi? Fatma Cengiz, bazı garibanları kandırıp, onlara iş, rütbe vereceğini vaat edip bu oyuna katıyordu. Örneğin...Fatma Cengiz, Orhan adında bir kişiyi arayıp ona yine akla hayale sığmayacak sözlerle General Doğan Yurtmuş gibi davranması direktifini vermişti. Orhan, İbrahim Şahini arayacak ve General Doğan Yurt rolü oynayacak.Orhan, Asenaya şöyle diyordu:Tamam da benim konturum yok ki. Bi konturum var.Asena kızıyordu:Ulan oğlum bedavan yok mu lan. (s. 166-168)Davalardaki akli dengesi bozuklar bu kadar da değil Örneğin Aysel Sağlam. Aysel Sağlam da, aslında GATA Hemşirelik Okulunda öğretmendi. Ruh sağlığı bozuk olduğu için işinden atılmıştı. Bu rapor mahkemeye de sunuldu, ama yine de tanık olarak dinlendi. Tarafın manşeti, Tanığa Sus Baskısı. (s.173) Aysel Sağlamın esas anlatmak istediklerinden birkaç örnek daha verelim: Kazanamadığı sınavları JİTEM kazandırtmamıştı. JİTEM ile 1973te karşılaşmış, halk onlara yumurtacı diyormuş. JİTEM, bestelerinin duyulmasını engellemişti. Annesinin mezar taşını kırmıştı. Kendisini borçlandırmış; evini ve ana babasını kaybettirmişti, bunların hepsinin altında JİTEM vardı. İşinden atılması da JİTEMin tezgâhıydı.Mahkeme Başkanı: Buyurun.Tarık Aysel Sağlam: Ama nereden nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Çünkü benim anlatacağım konularla başlı başına bir dava olması gerekir. Açılması gerekir yani. 2 Aralık 2010 tarihinde sayın mahkemede görülmüş olan duruşmada (tutuklu sanık) SESAR Başkanı İsmail Yıldız şifreli bir mesaj gönderdi. Bu ölüm mesajıydı ve bana gönderildi. Bu mesaj 35, 37 gün önce Fethullah Gülen ve Tuncay Güney öldü, diyerekten. Bu şifreyi çözdüm. Bayramda annemin ve eşimin mezarları tahrip edilerek; ikisini topladığınız zaman 2 tarihi topladığınız zaman bazı sırları söylemeyeceğim, çünkü işine gelmeyenlerin kahkahalarına neden oluyor. Ve sayın mahkemeye bunları gizli olarak sunmak istiyorum. 2 rakamı topladığınız zaman 72 gün ediyor. 72 gün, ayın 2 Aralıktan itibaren saydığınız zaman 12 Şubat tarihi ki annemin öldürüldüğü tarih. Benim de öldürüleceğimin mesajını verdiler bana. Birçok kişinin kimliklerinin değiştirildiğini sayın mahkemede vermiş olduğu bütün ifadelerini hemen internette aynı gün takip ettim. Ne gariptir ki birkaç gün sonra internetteki bu ifadeler birileri tarafından değiştirildi. Bu nedenle sayın mahkemeye sunacağım o gizli bazı hususların duruşma tutanağını tetkik ettikten sonra sunmam gerekiyor. Çünkü ilk ben daha çıktı almadan internetten de takip edildiğimi anladım. Çıktıyı almadan SESAR Başkanı İsmail Yıldızın açıklamaları değiştirildi. Ve bu kişi JİTEMin mesajını iletti bana. Ben sana JİTEMi anlatmak için geldim buraya. (s. 170-171)Bir başka örnekse İsmail Yıldız. Yalçın, Yıldızın duruşmalardaki ifadelerini ve cezaevinde nasıl zaman geçirdiğini ayrıntılarıyla aktarıyor: Sayın Başkanım Fethullah Gülen benim öpöz ağabeyimdir, nüfus kütüklerine bakılabilir. Aydın Doğan da öpöz ağabeyimdir, nüfus kütüklerinde bakılabilir. Adı, İsmail Aydın Doğandır. İsmail Aydın Yıldızdır, kütüklerden bakılabilir. İsmail Bedrettin Dalan da öpöz ağabeyimdir. Sayın Başkanım nüfus kütüklerinden sabittir, bunlarda herhangi bir sorun yok. Sayın Başkanım. Beni yurtdışında Ehmose İsmail Yıldız olarak bütün istihbarat servisleri bilir. Ehmose İsmail Yıldızdır, bütün istihbarat servislerinin en üst listesindeyimdir ve beni ararlar hep, ben size dedim ki Sayın Başkanım ben ofisimden çıkarken 13 tane istihbarat servisinin takibiyle ofisime, evime gidebiliyorum ya da dolaşabiliyorum. Şimdi bu şartlar altında konuşacağım.İsmail Yıldız hâlâ Silivride tek kişi kaldığı koğuşunda eli kulağında günde 8 saat telefonla konuşuyor! 6 ay Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde 6 ay Silivri Cezaevinde kalıyor. (s. 172-173)VEBALIYIM BEN!Soner Yalçın kitabın sonunda, kendisine yapılan vebalı muamelesinden de bahsediyor..."Tamam, Hürriyet yazarı olduğumdan bahsetmeyin; tamam, haberlerde adımı bile geçirmeyin; tamam, beni yok sayın; tamam, haber bile vermeyen bir hoyratlıkla maaşımı kesin, işsiz bırakın, sahip çıkmayın, hepsi kabul. Ama işte, insan bir nezaket bekliyor. Soner Yalçın bizi anlar demelerini bekledim. Hayır yok, umursamıyorlar bile. Demek ki zamanla birlikte yaşayan bir ölü olmayı seçtiler; daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkmayı beceremiyorlar. Ne diyebilirim ki...Ve fakat:Tüm bu tavır, cemaatçi çevrenin beni vebalı göstermesine katkı sağlıyordu. Öyle ya, demek ki bir mikropluk vardı bende! Gazetesinin, yayınevinin sahip çıkmadığı biriyim ben.Hitler ölüm kamplarının duvarına şu yazıyı astırmıştı: nsanlara çamurmuş gibi davranın, gerçekten çamur olurlar. Hayır!..İnsani niteliklerimi kaybetmediğimi göstermem, gerçekte nelerin olduğunu tüm çıplaklığıyla anlatmam lazımdı. Suskunluğa, unutuluşa mahkûm edilmeyi kabul edemezdim.Tıpkı Stefan Zweig gibi; mektubuna rağmen yazmaya son vermedi; niye biliyor musunuz? Kitap yazmamın nedeni biraz alışılmadık olmakla birlikte hayli etkili bir duyguydu: utanç.Başkaları için Silivri zindanında utanmaktan ben de usandım artık...Sükût altın değil bu topraklarda. Düşünsel değerlere tutkulu insanlara değil, küstah cahillere değer veriliyor...12 Mart tahliyelerinin gelmesi dışarıda olumlu bir havanın doğmasına sebep oldu. Bu demektir ki, okuyucular içinde zor duruma düşecek bir durum yoktu. Kitabı çıkarmalıydım...VİCDAN NEDİR BİLİR MİSİNİZ?Bugün, bahtsızlığın bizi bir araya getirdiği gazeteci Nedim Şener CNN TÜRKteki Ayşenur Arslanın Medya Mahallesi programına konuktu. Öfkeliydi. Duygusaldı... Dikkat ettim, neredeyse her cümlesinde vicdan sözcüğünü geçirdi: Vicdanı olanlara sesleniyorum..., vicdanlı olmalarını istiyoruz...Vicdanın ne olduğunu biliyor musunuz? Hiç düşündünüz mü? Rönesans İtalyasında en düşük ağırlık biriminin adıydı, vicdan! Nedim fienerin ve tüm Silivri mahpuslarının istediği, çok şey değildi; kalmışsa biraz vicdan...Elinizdeki kitap vicdanı olanlara yazıldı.