Zenginden âşık olmaz!

Rahmetli Raci Alkır da göçtükten sonra bir tek Mehmet Çalmaşur kaldı kar ülkesi Erzurum’da yürekleri ısıtan. Mehmet Çalmaşur, Aksiyon Dergisinden AYŞE ADLI'ya için döktü...

Erzurum Güncel-

Rahmetli Raci Alkır da göçtükten sonra bir tek Mehmet çalmaşur kaldı kar ülkesi Erzurum’da yürekleri ısıtan. Dinleyenler müptelası olsa da hak ettiğinden çok az tanınıyor. Bir gün hasbelkader karşılaştığınızda anlıyorsunuz o güne dek neler kaçırdığınızı…

‘İnsan yaşadığı yere benzer’ diyor Edip Cansever. “O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer / suyunda yüzen balığa / toprağını iten çiçeğe / dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine / Konya’nın beyaz / Antebin kırmızı düzlüğüne benzer…” Benziyor hakikaten. Mehmet çalmaşur’un yüzündeki yol yol çizgiler Anadolu’yu aşıp Erzurum’a çıkıyor…

Erzurum Radyosu’nun bahçesinde; sakin, diri bir rüzgâr altında sohbet ediyoruz. Müzikle bağı, 1967’de ilk kez kapısından girdiği TRT radyosu aracılığıyla sürüyor yine. Emekli olsa da programlara konuk oluyor, kayıtlara katılıyor. Onun dışında hayatının önemli gündem maddelerinden biri 3 yıldır çalıştırdığı Digor çocuk korosu. Kendisinden önce onları anlatıyor. Kabiliyetlerini, gayretlerini, mağduriyetlerini. O çocuklar kurtulursa hepimiz daha güzel günler göreceğiz! Buna yürekten inanıyor… Repertuarlarından örnekler veriyor, taklitlerini yapıyor. Bir şeyler de mırıldanıyor arada. Her seferinde ‘bitirmese!’ diyoruz. Sözü bıraksak; o okusa, biz dinlesek…

Yüzüne yerleşen hüzün mü, sesine hâkim olan tını mı bizi esir alan? Türkü denince şöyle Sivas’tan ötesine kulak kabartmak gerekiyor sanki! Doğu insanına bir başka yakışıyor halk müziği. Tereddütsüz katılıyor tespitimize; “âşık acıdan beslenir. çile çekecek, üzülecek, ağlayacak, yoksulluk görecek ki yüreğinden bir şey kopsun da bir dize yazsın…” Yüreğin ses vermesi için evvela son haddine kadar dolması, acıya doyması gerekiyor. Muhatabımız ozan değil, bir ses sanatçısı gerçi. Ancak öyle bir okuyor ki, “Yok!” diyor insan, “Sadece ses güzelliği ile izah edilemez bu icra! Titremeyen bir yürek, dinleyenin gönül telini titretmeye güç yetiremez.”

Taşra, kalın bir aba gibi örtüyor çocuklarının üstünü. İnce tüllere bezenmiş şehirlerin göz alıcı kandırmacası müsaade etmiyor, fırsat vermiyor o abanın ucunu açmamıza. Oysa neler neler var sırrında kim bilir! Bunları düşünüyoruz ya kulağımız Mehmet çalmaşur’da. Vaktimizi alıyor, bizi oyalıyormuşçasına tedirgin başlarda. Erzurum’u sesiyle ısıtan bir kaç adamdan biri Mehmet Bey. Raci Alkır’ın vefatıyla açılan derin boşlukta bir tek onun sesi yankılanıyor artık.

1947’de Aşkale’nin bir köyünde doğuyor çalmaşur. 2 yaşında geliyor Erzurum’a.  Hayatının belirleyicisi annesi. Babası yer yer görünüp kayboluyor. ömrünü küçücük bir köyde geçirmiş bu kadın; oğluna öğretmenlerin bilmediği, ders kitaplarının yazmadığı şiirler ezberletmeye başlıyor. üstelik küçük kareografiler de hazırlıyor. Sesini nerede yükseltecek, yumruğunu nasıl sıkacak? Yeri geldiğinde ayağını yere vuracak ki dinleyiciler üzerindeki etkisi artsın! Bu eğitim sayesinde daha birinci sınıfta kendisinden 4 sınıf üstteki çocuklarla yarışıyor. Hep de birinci oluyor. “Durup düşünüyorum şimdi, o annem bunları nereden öğrenmiş? Hiç de sormadım… Aklıma gelmedi… O birikimle yapıyorum bugün her şeyi. Şimdi mezarlığa gidiyorum, ‘Anneciğim’, diyorum. ‘Ben seni çok geç tanıdım. Geç anladım…”

Annenin mutfakta söylediği türkülerle büyüyor küçük Mehmet. çok sonra fark ediyor Erzurum’dan değil de Trakya yöresinden türküler tercih ettiğini. Evde radyo yok! Trakya dünyanın öte ucu kadar uzak! Buna rağmen o türküler biliniyor, seviliyor, söyleniyor…

Kimseden ders almadım

“Müsamerelerde şiir okumak için sahneye çıkıyordum. Sonra türkü söylemeye başladım. Uzun hava okuyordum. İnsanların çok hoşuna gidiyordu, gelip beni kucaklarına alıyorlardı. Küçüktüm. O sevgi beni biraz daha yaklaştırdı müziğe.”

Kimseden ders almadan, kendi kendine ilerletiyor yorumunu. Harp-İş fabrikasında askerî personel olarak işe başlamışken TRT Erzurum Radyosu 1967’de sınav açıyor. Anne destekliyor da, babanın pek gönlü yok! “O zaman böyle değildi, çalgıcı gözüyle bakıyorlardı. Ayıptı! Radyoya ilk girdiğimde bir eser okudum; ‘Gülüm kalk gidelim de bu el bize yaramaz.’ Uzun hava. Bir gün yolda gidiyoruz rahmetli babamla. Karşıdan bir adam bana bakıp diyor ki ‘bu zalım oğlu zalım var ya, gâvur oğlu gâvur var ya içimizi yakıyor.’ Az ilerledik babam dedi ‘Bak oğlum beni gâvur ettin, zalım ettin! Ne olurdu bu işe girmeseydin!’ Babam hafızdı, hiç istemiyordu türkü okumamı.” Yıllar sonra Mehmet Bey’in oğlu Taner’i ikna edemediği gibi babası da onu vazgeçiremiyor bu sevdadan.

19 yaşındaki çalmaşur, sınava girenlerin en gençlerinden. Etraftaki ağabeyler kazanacaklarına çok emin. Onu teselli ediyorlar kendilerince; “Kazanmak o kadar kolay değil! Sen daha küçüksün…” İmtihan salonuna giren herkes piyasa eseri okuyor. Sevildiği kesin, okunuşu yerleşmiş eserler riski azaltıyor. Mehmet Bey ise annesinden öğrendiği, hiç bilinmeyen bir Artvin türküsü seçmiş: Ay kız kimin kızısan, almadan kırmızısan! “İmtihan heyetinde Nida Tüfekçi, Vecihe Daryal, Osman özdenkçi ve birkaç kişi daha var. Türkü bitince Vecihe Daryal ‘Bir daha okur musun!’ dedi. ölçü bilmiyoruz o zaman. ölçüsünü hesapladılar falan. Hiç duymamışlar.” O türkü sayesinde dışarıda kazanacaklarından emin bekleşen ‘ağabeyler’ eleniyor, Mehmet çalmaşur kazanıyor…

Siz neden bu türküyü seçtiniz?

“Annem dedi ki ‘Oğul bu çok güzel!’ Yoksa belki ben de ‘Ela gözlüm, ben bu elden gidersem’i okurdum.”

Mehmet çalmaşur’u başkalarından farklı kılan şey gayreti olsa gerek. Kabiliyetle yetinmiyor. çok çalışıyor ve bunun gerekliliğine inanıyor. O yıllarda daha bariz bu tavrı. 20’sinde askere alınıyor. Ama o, yetiştirilmek üzere seçilmiş bir TRT sanatçısı. Nöbette bile kendi kendine solfej çalışıyor. “Ne edeyim daha, işim gücüm de yok. Bunları mecbur öğrenmem lazım diye düşünüyorum. Asker arkadaşlarım içinden folklorcular vardı, onları dinleyerek Arguvan ağzını, Bodrum hâkimini öğrendim.”

Birlikte görev yaptıkları pek çok sanatçı nota öğrenmez, Erzurum türküleri dışında türkü okumazken o eser derleyecek kadar nazariyat öğreniyor. Azeri türküsü de okuyor, Kerkük, Diyarbakır, Urfa, Sivas da.

Erzurum Radyosu’nda 1980’li yıllarda oluşan nitelikli çalışma ortamı 90’larda dağılıyor. Taşrada kalmak istemiyor kimse. Soğuk memleket, sesleri yetmiyor o soğuğu kırmaya. Ve gün geliyor Mehmet Bey de ayrılıyor memleketinden. Hayali gerçekleşiyor, artık İstanbul Radyosu sanatçısı. Sanat çevresi, programlar, hareketlilik… ‘Yerimi buldum’ diyor çalmaşur. ‘Artık beni kimse buradan ayıramaz!’ öyle olmuyor fakat. 4 sene sonra bir trafik kazasını bahane ederek geri çağırıyor onu Erzurum.

Koro şefliği, rutin çalışmalar… 1967’den beri, 45 senedir hem öğreniyor hem öğretiyor hem türkü söylüyor. Derleme, beste yapıyor. Repertuarındaki 7 bin kadar parçanın 3 binini ezbere biliyor. Bilen bilir, bazı türküler onunla anılıyor. ‘Kara camışları vurdum bayıra’yı bir tek ondan dinlemek istiyoruz mesela. Ya da ‘Sarıkamış Destanı’nı, ‘Eski libas gibi âşıkın gönlü’nü, ‘Yattım gurbet elde gam yastığına’yı, ‘Vardım eşiğine yüzümü sürdüm’ü… İstekleri geri çevirmekten hoşlanmıyor ama tercihi farklı Mehmet Bey’in. “Yıllarca dinlediniz onları, size yeni bir şey okuyayım ben diyorum. Kendi bestelerim var. Onlardan birini okuduğumda memnun oluyorlar.” O sesten; ‘Habibim sen, tabibim sen, Ya Rasul senden medet / Senin böyüklüğüne şükredirem her zaman / Nezerin üstümüzden eksik olmasın Allah / Könüller kırılmasın, gözler dolmasın Allah…’ı dinleyip memnun olmamak kabil değil zaten.

Erzurum denince Alvarlı Efe Hazretleri’nin divanından alınan deyişleri hatırlamamak imkânsız. Sohbet ve zikir meclislerinde meşk edile edile bugüne gelen bu eserlerden repertuara girmeyenler var hâlâ. Bildiklerimizden 10 tanesini Mehmet Bey derlemiş. Kendini tek bölgeye hapsetmemiş Mehmet çalmaşur. Ancak yine de doğudan okuyor hep! Uzun havalar, deyişler… ‘Neden?’ diye soruyoruz. ‘Hep hüzün ve acı var okuduğunuz türkülerde!’ “Doğu insanında ezilmişlik var.” diyor. “Mesela annem babam anlatırdı Ermenilerle neler yaşandığını. İki kişi gelip koca köyden adam götürüyor, kimse bir şey yapamıyor. Bir de yoksulluk var. Dolayısıyla insanların içinde yanıklık var. Trakya’ya bakın, türkülerin neredeyse hepsi 9/8’lik. Duyduğunda başlarsın oynamaya. Bana diyorlar ki hep yanık okuyorsun. E ama benim de içim yanıyor, ne yapayım! Hareketli türkü okuyamıyorum. Onları da bırakalım başkaları okusun. Biz kendimize dönelim.”   

Dört yıl önce, emekli oldu Mehmet çalmaşur. Neyse ki TRT ile de öğrencileri ile de teması sürüyor. Bir ara elini cebine atıp sigara paketi çıkarıyor. ‘Ahh’ diyoruz. Bu sesin muhafazası şart! ‘Maalesef’ diyor sadece. çok uğraşan olmuş ama ikna edebilen çıkmamış bugüne dek. “Genel Müdür dedi ki sana bir takım elbise yaptırayım bırak şu sigarayı. Ben dedim sana yaptırayım sen vazgeç ısrar etmekten. Bindiğim dalı kesiyorum ama gelmişim belli bir yaşa bundan sonra alışkanlığımı bozamıyorum, nasıl bırakayım…” Oğlu bağlama hocası, bunu biliyoruz. Peki, sair ev halkı? Farkında olmadan bir sırrın ifşasına vesile oluyoruz. Meğer yengenin pek arası yokmuş türkülerle. “Dinliyor, dinlediğinde de ağlıyor ama yine de evde türkü söylemem yasak.” diyor gülerek.  Eve iş götüremiyor anlayacağınız. “Mırıldanmıyorum bile, git dışarıda çalış diyor.” Az evvel üzerine çöken keder dağılır gibi oluyor. O sese, yüreğe ve Erzurum gibi bir memlekete sahip birinin kederi ne kadar dağılırsa artık...

Kültür/Sanat//Mağazin Haberleri

Zayıfladıkça daha çok zayıflamak istedi!
Hazal Kaya ile evli olan Ali Atay'dan gündem olan sözler
Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun oyunu Tunus'ta perdelenecek
Yavuz Bingöl "Son 10 yıldır en fakir dönemimi yaşıyorum" diyerek intihar itirafında bulundu!