Seyit Rıza’yı affedecek korkusu
İşte Zülfü Livaneli'nin Vatan Gazetesindeki o yazısı...
Bugün bu köşeyi bir belgeye ayırıyorum. Son derece önemli bir belgeye... Dersim olaylarında rol oynamış bir görevli olan İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarına. Bu belge Atatürk’ün idamlardan haberi olmadığını, tam tersine “Atatürk Seyit Rıza’yı affedecek” korkusuyla idamların alelacele ve her türlü kural çiğnenerek yapıldığını ortaya koyuyor. Bu yüzden ne Sivas’ta insan yakanlar bu olaydan Atatürk’ü sorumlu tutsun ne de 2009 yılında Dersim metodu isteyenler onun arkasına saklansın. Ve Aleviler cemevlerinde neden Hz. Ali’nin yanına Mustafa Kemal resmi asar bir kez daha düşünülsün. *** Çağlayangil diyor ki: Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır’daki yeni yapılan Singeç Köprüsünü açmaya gidecek. Elazığ’a da gelecek, karayoluyla Singeç köprüsüne geçecek. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensuer bey bana diyordu ki “Atatürk Singeç Köprüsünü açmaya gidecek. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş. Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Buna meydan vermeyelim”... 1937 yılında resmî tatil günü cumartesi öğleden sonra. Atatürk pazartesi günü Elazığ’a gelecek. Bizden istenilen “Asılacak asılsın!” ve Atatürk’ün karşısına beyaz donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ Valisi Şefik Bey, Savcı Hatemi Senihi bey, Emniyet Müdürü Serezli İbrahim bey, Savcı yardımcısı arkadaşım Şükrü Sökmensuer, “Emniyet Genel Müdürlüğü’nün siyasi şubesinden, sivillerden istediğini yanına al. Atatürk’ün istasyondan halkevine kadar korunması da size ait” dedi. Başta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığ’a vardım. Emniyet Müdürü İbrahim beye gittim. Savcı için “kuraldışı bir şey yapmaz, mümkün değil” dedi. Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bana bu konuda hükümetten de şifre aldığını ama mahkemelerin cumartesi tatil olduğunu, tatilde sonuç almanın mümkün olmadığını bildirdi. Ve ekledi: “Ben de mahkemeleri etkileyemem.” Oysaki biz Atatürk gelmeden önce mahkemenin kararını vermesini ve gereğinin yapılmasını, Atatürk geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için hükümet tarafından buraya gönderilmiştim. Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana “sen valiye söyle, savcı gitsin, rapor alsın. Ben senin istediğini yaparım” dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti. Mahkeme hakiminin evine gittim. Gittiğimde hakim mahkemenin aldığı kararı evinde yazıyordu. Hakimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldü. Devir CHP devri. Herkes çekiniyor. Hakim bana: “Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak pazartesi günü mahkemeyi toplar kararı veririz. Salı günü de idam hükümlerini yerine getiririz” dedi. O zaman dördüncü bölgede temyiz hakkı yoktu. Abdurrahman Paşa sıkı yönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek kişi idi. O da “Yukarıdaki karar tasdik olunur” demiş basmış boş kağıda imzasını. Yukarıya “Abdurrahman Paşa’nın idamı” diye yazsanız kendisi idam edilirdi. Hakime dedi ki: Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasıl olmuyor ki. Hakim “Başkaca bir şey yapılamaz” diyerek kestirdi attı. Ben de kendisine sordum: - Sizin saat beşten sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu? - Oooo, çok oluyor cevabını verdi. - Eee sonradan beş saat ihlal ediyorsunuz da, baştan beş saat ihlal etseniz olmuyor mu? Yani pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız. Elektrikler kesiliyor dedi, hakim. Ona çare bulduk. Otomobil farlarıyla hapishaneyi aydınlatırız. Halkevine lüksler koyarız. Hakim bu defa : Samiin yok, dedi. Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz. - Kaç kişi asılacak? - Onu karardan önce söyleyemem dedi. Ama ekledi: Savcı 27 kişinin idamını istedi. - Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım? - Bilmem dedi. Ceza İnfazı Kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu. Gece 12.00’de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı vardı. BENİ ASMAYA MI GELDİNİZ? Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi. “Peki” dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıkladı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştı. Kararlar okununca sanıklar ilk anda anlamadılar. İdam “tunne” diye bir velvele koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle Polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. - Asacaksınız dedi ve bana döndü. Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin? Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. - Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz dedi. Bu sırada Fındık Hafız asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi, sessizliğe ve boşluğa hitabetti. - Evladi Kerbelayimi, be gunayimi, ayibo, zulimo, cinayeta. (Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir) dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.