1. HABERLER

  2. EGE

  3. Türkiye toplumu için ramazan!
Türkiye toplumu için ramazan!

Türkiye toplumu için ramazan!

Bugün ramazanın ilk günü. Peki bu kutsal ay, Türkiye toplumu için ne ifade ediyor? Kimliğimizin Müslüman yanını keşfettiğimiz bir ay mı, ritüelleri paylaştığımız bir dönem mi?

A+A-

Erzurum Güncel- Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr Hasan Onat: Ramazan’ın Türkiye’de ne anlama geldiğini anlayabilmek için toplumun dinle ilgili algı biçimlerini göz önüne almalı. Bahçeşehir Üniversitesi’nin 2011 Değerler Araştırması’na göre; kendini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 81, oruç tuttuğunu söyleyenlerin oranı yüzde 87, namaz kıldığını söyleyenlerin oranı yüzde 70, son Kurban Bayramı’nda kurban kestiğini söyleyenlerin oranı yüzde 57, ramazanda lokantaların iftara dek kapalı kalması gerektiğini düşünenler yüzde 44. İnsanların yüzde 81’i kendisini dindar olarak tanımlıyorsa, ramazanda kimliklerinin Müslüman yanını yeniden keşfetmeleri anlaşılabilir. Ancak dindarlıkla din konusunda bilgi sahibi olmak arasındaki bağı esas aldığımızda, karşımıza geleneğin içinde erimiş bir dinin var kalabilmek için adeta çırpındığı bir manzara çıkıyor. İslam’ın istediği, bilgiye dayanan, değerlerin içselleştirildiği sağlıklı dindarlıktır. Şekil öne çıktığında, dinin dönüştürücü boyutu etkisini yitirir. Tarihimizde hiç olmadığı kadar dindarlaştığımızı düşünüyorum. Ancak bilginin itibarsızlaştırıldığı, aklın etkisizleştirildiği, din dilinin siyasetin korku ve şiddet diliyle özdeşleştirildiği bir süreçten geçtiğimiz de gerçek. Sekülerleşmeye karşı çıkarken, dini seküler hale getirdiğimizin farkında değiliz. Dinin insan hayatına anlam kazandıran kodları işlevsiz hale gelmiş durumda. Devlet eliyle akıl ve bilim düşmanlığı yapılıyor. Dinle ilgili radyo-TV programlarının insanların ruh sağlığını bozduğu kimsenin umurunda değil. Bilgiden, akıldan yoksun dindarlık teşvik ediliyor. Oysa İslam’ı bilen Müslümanlara ihtiyaç var. Bilgiden yoksun dindarlık, her grubun kendi görüşünü din haline getirmesine sebep olur. Dinin birleştiricilik vasfı kaybolur; din ayrılıkçı duruşları meşrulaştırmaya başlar… İnsanlar Müslüman olduğunu hatırlıyor İlahiyatçı-yazar Prof. Dr. İhsan Eliaçık: Ramazan, açlık günleridir ama Allah için, Allah’ı memnun etmek için değil, açların halini anlamak için... Denmek istenir ki “Bir ay aç kaldınız, yılın geri kalan 11 ayını işte böyle açlıkla, yoksullukla geçiren, ekmek bulamayanlar var.” Ramazanda ayrıca biz kendimizi, yani öfkemizi, hırslarımızı, başkasına yönelik kinlerimizi, hasetlerimizi tutmayı öğreniriz... Doğruluk, dürüstlük, iyilik, sevgi, merhamet gibi değerleri daha fazla ön plana çıkarmamız ve bunları öğrenmemiz gerekir. Dilimizi tutacağız, yalan söylemeyeceğiz, sabrı öğreneceğiz, kalp kırmayacağız. Ramazanda insanlar Müslüman olduğunu hatırlıyor. Ama ritüellerin sadece icra edilmesi yani kuru kuruya bir aç kalma, yatıp kalkma, teravih namazı kılma kişiyi ramazanın istediği noktaya getirmez. Namaz kılmak, aç kalmak bir araçtır, bize bir şey öğretir: Namaz tevazu sahibi olmayı, oruç aç kalmayı, kendini tutmayı ve açlarla, yoksullarla, toplumun ezilen kesimleriyle bir ve beraber olmayı... Bunları öğretmezse, ritüellerin sırf tekrarı bizlere ramazanın vermek istediğini vermez. Bizim memlekette ritüellerin tekrarını yapmakla bu işin biteceği anlayışı var. Ama bu yanlıştır. İnsanların laiklikle İslam arasında ayrım yaratarak “Ben laik yaşıyorum ama bir ay Müslüman olacağım” demesi de doğru değil, böyle bir ayrımı doğru bulmam. Zamanı, “Bunlar Allah’ın zamanları”, “Bunlar da bizim zamanlarımız” diye ikiye ayıramayız, çünkü insan her yerde Allah’ın vermiş olduğu havayı teneffüs eder, Allah her zaman sizinle beraberdir, onu ayıramazsınız. Ayrıca son zamanlarda ramazanın festivale döndürülme eğilimi var ama ramazanda bir ağırlık; doğal olana dönüş, hırslardan geri çekiliş, insanların paylaşımcı, dönüşümcü olması, şatafattan, gösterişten uzak durması, sadeliğin her bir yana yayılması gerekir. Bunlar olursa asıl ramazan olur. Bu tür aşırı festival görüntülerinden, lüks otellerde iftarlardan, şatafattan kaçınmak gerekir. Hem içsel arındırıcılık hem sosyal düzenleme... İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden ilahiyatçı-yazar Cemile Bayraktar: Ramazan ayı Türkiye ve dünyada Müslümanlar için oruç gibi, zekât gibi farz ibadetlerin yanı sıra teravih gibi sünnet ibadetlerin yerine getirildiği, hem kişinin nefsen kendisini arındırdığı hem de sosyal olarak ‘yardımlaşma bilincini’ arttırdığı bir ay. Buna ek olarak Kuran-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı Kadir Gecesi bu ay içinde olduğundan ayrıca faziletli... Bu bahsettiklerimden çıkan sonuç ise ramazan ayının hem kendimizle ilgili içsel bir arındırıcılığı hem de kendimiz dışındakiler ile sosyal bir düzenlemesi mevcut. Keza İslam, yalnızca kişinin kendisini kurtardığı bir Müslümanlık örneği çizmiyor, bilakis insanı sosyalleştiği toplumdan sorumlu kılıyor, o toplum içerisindeki ahvalimiz aslında bir nevi kendi Müslümanlığımızın sınandığı ortam. “İyiliği emret, kötülükten nehyet” düsturunu sıkça telkin edilmesi bunun göstergesi... Türkiye toplumunda ortodoks yani ana kaynağa direkt bağlı Müslümanlar olduğu gibi geleneksel, toplumsal Müslümanlar da mevcut. Yani tüm hayatına İslam’ın tüm emir ve nehiylerini yerleştiren Müslümanlar da var, buna mukabil kullanmaktan pek hoşlanmasam dahi ‘Ramazan Müslümanlığı’ gibi bir aya sığdırılmış bir Müslümanlık biçimi de var. Bu bir realite, açıkçası ben bir aya sığdırılmış bir Müslümanlığı ‘ideal’ Müslümanlık olarak tanımlayamıyorum ancak bu realiteyi de kınayamıyorum zira bir Müslüman olarak ödevim İslam’ı tebliğdir, ibadetin kabulü noktası Allah’ın alanıdır. Bu vesileyle son zamanlarda kısmen ruhundan ödün verilen ramazan ayıyla ilgili lüks otellerdeki iftar sofraları, açık büfe ikramlar, Ramazan tatilleri gibi ramazan ruhundan çok uzak eylemleri naçizane zararlı görüyor, bu noktada kendimizi toparlamamız gereğine inanıyorum. Yenilenme fırsatı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Köse: İnsanoğlunun hayat tecrübesi, zaman ve mekân olguları üzerine şekillenir. İbadetlerimizi de bu olgular eşliğinde yerine getiririz. Bu bir zorunluluktur, çünkü insanların zaman ve mekânı kutsallaştırma ihtiyacı duymaları psikolojik bir gerçekliktir. Diğer dinlere baktığımızda da ‘zaman ve mekân’ın kutsallaştırıldığını görürüz. Noel’in, Paskalya Yortusu’nun Hıristiyanlar için taşıdığı anlamı, Kudüs’ün üç İbrahimî din için ne denli önem taşıdığını hepimiz biliyoruz. Oruç ibadetinin gerçekleştiği ramazan, hac ibadeti için seçilen Mekke şehri İslam’ın en kutsal zaman ve mekânlarıdır. Peygamber Efendimiz’in Veda Haccı esnasında buyurdukları en çarpıcı mesajlarından birisi insanın kutsal zaman ve mekân ilişkisine işaret eder: “...Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mübarek bir şehir ise; canlarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan emindir...” Ramazan ayı işte bu gerçekliğin ifa edildiği, bu ihtiyacın doyurulduğu bir zaman dilimidir. Bir dindarlık türünü tanımlamak üzere dile getirilen ve çoğu zaman da bir küçümseme ifadesi olarak kullanılan ‘Ramazan Müslümanı’ tabirinin arkasında da sanırım bu espri yatmaktadır. “Ramazanda kapalıyız” diyen meyhane kapısı bile aslında bu iki sözcükle sanki bir sihir taşır hale gelmektedir. Ramazanda dini daha ciddiye almak insanların diğer aylarda dinden uzak oldukları anlamına gelmez. Ramazanın kutsal addedilmesi, ramazanda dini duygunun yoğunlaşmasının en temel nedeni oruç ibadetinin müminler tarafından aynı zaman diliminde yapılmasıdır. İnsanlar diğer ibadetleri birbirlerinden farklı zamanlarda yapabilir. Ama oruç aynı zamanda başlanılan aynı zamanda tamamlanan dolayısıyla hep birlikte yapılan bir ibadettir. Bu da ister istemez ulvi duygu yoğunluğunu arttırmaktadır. Türk toplumu dindarıyla dindar olmayanıyla ramazanı bir yenilenme fırsatı olarak görmektedir. Ramazanda herkes bir derece daha iyi olma bir derece daha iyi Müslüman, daha iyi insan olmaya çalışmaktadır. Bu açıdan bakılınca aslında herkes ‘Ramazan Müslümanı’dır diyebiliriz. Ramazan eğlenceleriyse şimdilerde unuttuğumuz bir şey. Osmanlı’nın icadı olan ve Osmanlı’nın toleranslı din anlayışını gösteren bir olgudur. Eğlence aslında dinle pek yan yana gelmeyen bir olgu ama Osmanlı bu iki olguyu bir araya getirerek kasvetli din anlayışının taraftarı olmadığını gösterdi. Ramazan eğlenceleri bir itkinin sonucu Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Atay: Ramazanın tabii ki bir ‘kültürel kimlik’ dinamiği hepimiz için var. Seküler, ateist veya agnostik olsak da var! Yani imani değilse, ‘harsî’ (kültürel) bir kategori olarak vazgeçilmezdir. ‘Ramazan pidesi’ne, iftar ve sahur muhabbetine kim hayır diyebilir mesela! Ama ülkenin politik akışında İslâmî ve seküler bir fay hattının oluşması, hatta bunun giderek fay kırığına dönüşme ihtimali, bu kültürel dinamiği herkesin tatlı tatlı hissetme imkânını engelleyici etki yapıyor. Ramazan, toplumun İslâmî kesimi için bir tür ‘politik’ gövde gösterisine malzeme yapılıp araçsallaştırılıyor bir yandan da... Dolayısıyla toplumsal olarak ortak yaşam biçimini paylaşmak yerine yaşam biçimi olarak ayrıştırıcı yolda işlerliğe sokulmasından da tedirgin olunabilir. Türkiye’de ramazan algısı, seküler bir yaşama bağlılığın da yansıması aynı zamanda. 11 ay seküler, sizin deyişinizle ‘laik’, yani dinsel yoğunlaşmanın olmadığı bir hayatın içindeki pek çok insan, ramazanda dini bir dikkat ve hassasiyet içinde oluyor. Ramazan eğlencelerinin sebebi de aslında ibadeti sekülerleştirme yolunda bir itkinin sonucu. Püriten ya da fundamentalist ve de mutaassıp dindarlık bundan hiç hoşlanmıyor. Ama hem hayatı tüketim kapitalizminin kültürel kodlarıyla sarmaş-dolaş yaşayıp hem de Ramazan’ı bu akıştan arındırmaya çalışmak da öyle kolay değil. Radikal

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.