Vali Öztürk'ün o sözü!..
Valilerin düşüncelerini ifade etmesinde kanunen bir sakınca olmadığı halde “vali eşittir devlet” şeklindeki zihniyet algısı onların düşüncelerini ifade etmesini zorlaştırmaktadır.
Erzurum Güncel-Valiler ve daha genel ifadeyle mülki idare amirleri devletin illerdeki en düzey temsilcileri olarak merkezi otoritenin birer unsurlarıdır. Düşünceleri devletin düşüncesi olarak algılandığı için ülke sorunlarına veya güncel bir olaya dair herhangi bir şey söylediklerinde tepki görmekteler. Özellikle de muhalefetin eleştiri okları bir anda valilerin üzerine yönelmekte ve “devletin valisi”nin böyle bir şeyi ifade etmesinin kabul edilemez olduğu dillendirilmektedir. Buna somut bir örnek vermek gerekirse; geçtiğimiz haziran ayındaki Abant Platformundaki konuşmasıyla çok ses getiren Bolu Valisi Halil İbrahim Akpınar'a yönelik “beyaz mı cemaatçi mi” eleştirileri olmuştu. Bir valinin düşüncelerini ifade etmesine alışık olunmayan bir ortamda “yes we can” diyen vali hemen idam sehpasına oturtulmuştu. Ancak bu yönde algı ve tavırlar, 21. yüzyılda, düşünce özgürlüğü konusunda kabul edilemez tutumlardır. Öte yandan valiler hakkında toplumda var olan kanı ile olması gereken durum arasında fiili olarak bir uçurum bulunmaktadır. Ancak Türkiye'nin güncel tartışma konuları arasında bu konu pek yer bul(a)mamaktadır. Burada ise ben valilerin düşüncelerini ifade etme özgürlüğü ile siyasete karışmaları arasındaki ince çizgiden hareketle, düşüncelerini açıklama hakkında çizilen keskin çizgi üzerinde duracağım. Ancak konuya girmeden önce “Valiler ne işe yarar?” sorusunu cevaplamak istiyorum. VALİLER NE İŞE YARAR? Valilik kurumu tüm bakanlıkların taşra teşkilatı olarak merkezi otoritenin bir uzantısı, temsilcisidir. Bir vali, hükümetin atadığı devleti temsil eden bir sembol ve bir vesayet unsurudur. O ilde vali vesayet denetimini belediye başkanı üzerinde dahi uygulama yetkisine sahiptir. O ilin 1 numarasıdır ve bir valiye ancak merkezi idare hesap sorabilmektedir. Peki, valiler ne işe yarar? Genel bir benzetmeyle valiler için 'orkestra şefi' tabiri kullanılmaktadır. Birbirinden farklı aletleri çalan onlarca kişinin bulunduğu bir orkestrada yönlendirme ve gerektiğinde düzeltme görevini yapan orkestra şefi ile bir ilde görev yapan valinin konumu birbirine çok benzemektedir. Yani vali bir ilin orkestra şefidir. Ayrıca vali şehrin hemen her unsurunda karar verici bir konumda olmasına rağmen her konuda uzmanlaşmasının da imkânı yoktur. Bu açıdan vali o konuda ne yapacağını değil neyi kimin nasıl yapacağını saptamada uzman olması gereken kişidir. Erzurum Valisi Sebahattin Öztürk'ün deyimiyle, “Vali her şeyi bilemez ama o şeyi iyi yapacak kişiyi bilmelidir”. Bu hususta ele alınması gereken konulardan biri de 'atanmış' valilerle, 'seçilmiş' belediye başkanlarının konumlarının temas halinde olmasından tezahür eden sorunlardır. Özellikle orta ve küçük ölçekli illerde belediye başkanı ile valilerin kamu hizmetinin pek çok alanında ciddi yetki çekişmesi içinde olduklarına dair örnekler sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu çekişmenin kazananı da çoğu zaman, merkezi otoritenin gücü arkasında olan valiler olmaktadır. Öte yandan valilerin yaptıkları işleri belediye başkanları da yapabilmekteyse de valinin o işi yapması Ankara'nın elinin o işte olduğu anlamına tekabül etmektedir. Ancak Batı'da valilerle belediye başkanlarının durumlarına dair bizdekine benzer örnekler olmadığı gibi bu modeli aldığımız Fransa'da görev dağılımının net bir şekilde ortaya konduğu ve belediye başkanının bir şehrin asıl orkestra şefi olduğunu görüyoruz. VALİLER DÜŞÜNCELERİNİ AÇIKÇA SÖYLEYEBİLMELİ Valilik kurumunun işleyişi kadar toplumda var olan kanıdan “Vali = devlet” algısının bir zihinsel kalıp haline geldiğini ve bunda büyük bir gerçeklik payı olduğunu görüyoruz. Valilerin düşüncelerini ifade etmesinde kanunen bir çekince olmadığı halde bu zihniyet algısı valinin düşüncesini ifade etmesini perdelemektedir. “İfade özgürlüğü var ama ifade etmek yok” cümlesi tam da valiler için uygun düşmektedir. Ancak bu durumun valilerin düşüncelerini ifade özgürlüğünü engellemesinin yanında, onların somut deneyimlerinden yararlanmada da bir engel teşkil ettiği aşikârdır. Yani bir valinin ifade ettikleri devletin birebir görüşünü, tavrını ifade etmez, etmemeli, bu şekilde algılanmamalıdır. Valilerin düşüncelerini söylemesi doğal karşılanmalıdır ve bir valinin herhangi bir söyleminin siyasi söylemler olarak değerlendirilmemesi gerekmektedir. Yani temelsiz ve bedbin kaygılar uğruna özgürlükler feda edilmemelidir. Valilerin merkezi idarenin ülke sathındaki projelerinde bir sembol olmaktan çıkarılmasında düşüncelerini aktarmalarını kısıtlayıcı ve caydırıcı algıların giderilmesi gerekmektedir. Öte yandan valilerin çoğu kez sessiz kalmasında sadece siyasete bulaşma korkusu değil, ayrıca şimdiye dek söylediklerinin ilgili süreçte kullanılmamasının da büyük önemli var. Valilerin düşüncelerinin dikkate alınması özellikle saha deneyimi açısından merkezi idarenin eli ayağı olabilecek bir potansiyele karşılık gelmektedir. Bitirirken, eski Diyarbakır Valisi ve şimdiki Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala'dan bahsedelim: Hep devlet, her zaman devlet demeyen, “devleti oluşturanın kamudan maaş alanlar değil, esas o maaşlar için vergi verenlerdir” diyebilecek kadar cesur bir valilik serüveninin ardından devletin en üst düzey memuriyeti olan Başbakanlık Müsteşarlığı'na gelen Efkan Ala'nın, son dönemde ivme kazanan 'demokratik açılım' konusunda ben, gizli bir kahraman olduğunu düşünüyorum (4 Kasım 2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinde “Demokratik açılım için devlet kadrosu” başlıklı haberde de açılım için oluşturulan çalışma grubunda Efkan Ala'nın da olduğu belirtilmektedir). Mart 2006 Diyarbakır olaylarında “refleksle değil, akılla hareket etmek lazım. Sert müdahale etsek terör örgütünün istediğini yapmış oluruz. Sonra 20 yıl geriye gidilecek” diyebilen Ala “camlar, çerçeveler yerine konur ama can yerine konulabilir mi” şeklinde bir validen duyulması pek mümkün olmayan sözler etmişti. O olayların da fazla büyümeden sona ermesinde de büyük rol oynamıştı. O dönemde Can Dündar'la röportajında da “Türkiye demokratik bir değişim süreci yaşıyor. AB süreci işliyor. Demokratikleşme atılımı tabana yayılmış, örgütü saldırganlaştırmıştır. Son yaşananlar, bu taban kaymasına agresif bir tepkidir” demişti. “Türkiye Karl Popper'in 'Açık toplum' fikrine ulaşmak üzere” diyebilen Efkan Ala'nın Başbakanlık Müsteşarı olarak seçilmesinden hareketle de açılımın daha önceden planlanan bir süreç olduğu kanısına varabiliyoruz. * Sivil Toplum Aktivisti-Yazar recep85@gmail.com
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.