28 Şubat...
Orduda erden daha düşük bir rütbe var mı? Var… O da sivilin başbakanı!
Bu ahlak, izan, hukuk ve demokrasi dışı ifade, o meşum 28 Şubat sürecinin en kudretli generallerinden birine aittir.
Ölüp gitti diye adını zikretmek istemiyorum.
Biz gazetecileri, tabiri caizse cebren karargahına davet etti(!) güya askerleri ne denli eğitimliymiş, kültürlüymüş bize bunu gösterecekti!
İçtima halindeki bölüklere seslendi.
“Orduda, mareşalden başlayıp ere kadar inen rütbeleri bana kim sayacak?”
Bir er saf tuttuğu bölüğünden kopup ileriye atıldı, tekmil verdi. Sonra da hakikaten mareşalden ere kadar olan tüm askeri rütbeleri hatasız söyledi.
Fakat paşa memnun değildi. Ona göre, o er bir şeyi hem de en önemli bir şeyi eksik söylüyordu!
Davudi sesiyle askere seslendi:
“Pekii oğlum erden daha düşük olan rütbe nedir?”
Zavallı çocuk zangır zangır titriyordu.
Cevap veremedi, yutkundu yutkundu, sustu.
Paşa devam etti:
“Bu delikanlı dersine iyi çalışmamış. Ben söyleyeyim. Erden aşağı rütbe de sivilin başbakanıdır.”
Bir an gözümün önüne, hayatını bu ülke için feda etmiş ve o an itibariyle de başbakan olan rahmetli Erbakan geldi.
Ciğerim sızladı, sanki de derin kuyularda kalmışçasına adeta nefes alamaz oldum.
Tam karşımda şerefli Türk ordusunun o şerefli üniformasını taşıyan biri değil de, ülkemizi işgal etmiş bir emperyalist müstemleke valisi konuşuyordu.
Kayıtları isteyen herkes bulup çıkarabilir…
O tarihte, (bugün kahramanlık taslayanlar) kafalarını kuma gömüp üç maymunu oynarken bu fakir, o paşaya itiraz eden esaslı bir yazı döşendi ve günün sonunda kendisini meşhur Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin (DGM) önünde buldu.
Bununla da bitmedi.
28 Şubat’ın ceberut aktörleri, dağa taşa fezadan bile görülecek büyüklükte yazılar yazıyorlardı.
Erzurum Palandöken’e de yazdılar:
“Atam ya yolunda gideceğiz ya da uğrunda öleceğiz.”
Yine itiraz ettim.
Demiştim ki…
“Erzurum, cumhuriyete giden yolun ve bağımsız bir devletin kuruluşunun mihenk taşıdır. Siz bize niye parmak sallıyorsunuz?”
DGM bir kez daha çağırdı.
Saatler süren ifadeler, adliye koridorlarında kuru banklar üzerinde bekletmeler, tepeden bakmalar, istiskal edici ifadeler ve üstü açık tehditler…
Rahmetli Erbakan’ı severdim ve hakikaten samimi bir Müslüman olarak görürdüm ama ben Refah Partili biri de değildim.
Sadece ve sadece “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” evrensel düsturundan hareketle, karınca kadarınca yanlışlara itiraz eden mahalli bir gazeteciydim.
28 Şubat, bu ülke tarihinin en utanç duyulacak küçük bir zaman dilimine tekabül eder.
28 Şubat’ı ikiye ayırmak lazım.
Bir: 28 Şubat üzerinde tepinip bu süreci kendisi için yaşam malzemesi haline getiren eyyamcı ve hacı yatmazların çıkar alanı…
İki: 28 Şubat üzerinden kendi halkına zulmeden ve bu korku ikliminden faydalanarak servetlerine servet kazanan hırsız işadamları ve yolsuzluk yapan bürokratların düzeni…
Elbette üçüncü bir ayağı da vardı.
O da:
Hakiki anlamda 28 Şubat mağdurları…
Onlar hala mağdur.
Fakat diğer iki cephede yer alanlar tam teşekküllü hayatlarına devam ediyorlar.
Bu ülkede bir daha 28 Şubat süreçleri olmasın istiyorsak eğer, herkes hakiki anlamda samimi, dürüst ve cesur olmak zorunda…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.