Kanser hastası annenin şampiyon çocukları…
Uzaktan bakınca tablo aynen şöyle:
Adam hem başsavcı hem de dünya ölçeğinde derece alan şampiyon ikizlerin babası…
Aslında bir yanıyla tam da böyle…
Lakin bir de madalyonun öteki yüzü var.
İşte o öteki yüzde bambaşka bir hikaye saklı. Hakiki anlamda bir insanlık dersi var.
Neden ya da kimden mi bahsediyorum?
Madem öyle girizgahı kısa tutarak doğrudan mevzuya girelim.
Ünal-Nesrin Bingül çiftinden söz ediyorum.
Ve onların “özel durumlarına” rağmen dereceden dereceye, o şampiyonluktan bu şampiyonluğa koşan dünyalar tatlısı ikizlerinden:
Aliye Zeynep ve Muhsin Murat…
Bu iki yavrumuz da aslında engelli. Ama onları yetiştiren anneleri Nesrin Hanım ve babaları Ünal Bey ve elbette ki eğitimlerinde hatırı ölçüde emekleri bulunan öğretmenleri, antrenörleri, danışmanları, bakanlık görevlileri ve taraftar…
Öyle bir mücadele verdiler, öylesine yürekten yakardılar ki Allah da dualarına karşılık verdi.
Zeynep ve Murat, Paris’teki müsabakada dünya ikincisi ve üçüncüsü oldu.
Gerçi amaç ve ailenin menzili bu değildi, ama yol buraya çıktı.
Nesrin-Ünal çiftini uzun yıllardır tanırım.
İkisi de memleketin has evlatlarındandır.
Hele de Nesrin Hanım öyle muhteşem bir yüreğe, öyle yüce bir merhamete ve öyle güçlü duygulara sahip ki…
Sizi temin ederim hakkında ciltler dolusu kitap yazılır.
Hoş, Ünal Bey de geride kalmaz. O da aynı yolun yılmaz bir yolcusu…
Karı koca el ele verip dünyaya yaşıtlarından biraz eksikle gelen çocukları için hayatlarını hiçe saydılar.
Nesrin Hanım yüksek tahsiline ve memuriyet imkanına rağmen ikizlerinin hep yanında olmayı ve onlara ihtimam göstermeyi tercih etti.
Yani analık duyguları dünyalık şeylerin önüne geçti.
Ünal Bey ise, bir savcı…
Yüreğinde adalet terazisi taşıyor.
Başsavcı üstelik…
Birkaç yıllığına ayrıldığı memleketi Erzurum’a yeniden başsavcı olarak döndü:
İstinaf Mahkemesi Başsavcısı…
Çocuklarıyla verdiği hiçbir haberde ve fotoğrafta kendisinden başsavcı olarak söz edilmesini istemedi.
Çünkü meselenin yargı ile bir rabıtası yok.
Tamamen insani ve ana-baba sevgisi bu…
…
Hani bir söz var.
İnsanoğlu yarınlara dair hesaplar yaparken felek bıyık altından gülermiş:
“Ya ben neredeyim” diye…
İşte o felek ikinci kez güldü ve ikinci kez Bingül çiftinin kapısını tıkırdattı.
“Allah’tan gelen kabulümüz” dediler bu defa da…
Şampiyon kardeşler haklı olarak sevinç naraları atıyor.
Ve fakat ne Nesrin ne de Ünal aynı havada değiller.
Değiller…
Zira doktorlar, Nesrin Hanım için o kötü haberi verdiler:
“Kansersin.”
Bu kadar sade ve toplam bir kelime…
Nesrin artık bir kanser hastası…
Yanında ise, olup bitenleri idrakte zorlanan canından kıymetli yavruları ve bugüne kadar ona hep destek veren kocası…
Ünal Bingül’ü epeyce tanıdığımı zannediyorum.
Adam savcı… Öyle ya, iddianameler hazırlar, “Şunu asın, bunu ağır hapse mahkum edin” der.
Pekii o baba şimdi ne diyordur acaba?
Bir dilekçe yazacak olsaydı Allah’a ne niyazda bulunacaktı?
Dilekçesini okumadım, ama dudaklarından dökülen yakarışı duydum:
“Rabbim sen Nesrin’ime şifa ver; yavrularını ondan mahrum etme…”
AK Parti önceki dönem milletvekillerinden kıymetli dostum Adnan Yılmaz’ın muhterem eşi Dilek Hanım, Nesrin kardeşimizin kardeşidir.
Bazı haberleri, geçen bayramda Dilek Hanım’dan aldım.
Bazı imtihanlar gelip geçiyor, bazı imtihanlar ise delip geçiyor.
Elbette ki en doğrusunu ve hakkımızda olan en hayırlısını Mevla’m verir…
Bu da, Nesrin kardeşimizin en çetin imtihanlarından biri…
Bir yanda madalya getirmiş iki çocuk, öbür yanda rapor yazmış bir doktor…
Bu yüzden madalyonun iki yüzü dedim.
Çünkü bir yüzünde şampiyonluk, öteki yüzünde kanser yazıyor o madalyonun…
Birileri bilmedikleri için ya da cehaletten ötürü ısrar edip duruyor ya…
Etmeyin…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.