Erzurum’un kışını görmüyorlar
Vatan gazetesi yazarı Selahattin Duman, bugünkü köşesinde Erzurum’a yer verdi. Erzurum ‘un kışını yazdı. Kış görmeyenlerin nasıl fırsat eşitliği istediğini dile getirdi. İşte o yazı..
Nerede o eski kışlar faslından bir risale.. İstanbul Boğazı’nı Tuna’dan gelen buzların işgal ettiği o meşhur 1942 kışı bu mevzuda kullanılan birinci derecede geyik malzemesidir.. Hakeza 1926 kışı da.. “Boğaz’ı yürüyerek geçtik..” diyenlerden kaç kişi sağ acaba? Bir de bizim kışların yabancı dillerde anlatılan hikâyeleri var.. Onlar da bir âlem.. Kar kalktı kalkacak çok şükür.. Bu arada Erzurum sancağımız da Sibirya’nın rekoruna yaklaştı.. Kış ortasındaki Moskova’yı ikiye katladı.. Cumartesi günü hava raporunda Moskova eksi on altı, Erzurum eksi otuz dokuz dereceydi.. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde salladığı gibi damdan dama atlayan kediyi havada donduran soğuk nasıl bir şeyse Erzurum’da yaşayanlara sormalı.. Ailesi ile sömestr tatili yapar Uğur Dündar’ın kanalından haber.. İki gün kar altında kalan İstanbul ile bütün mevsini kar altında geçiren doğu illerinin kıyaslamasıına dair.. “Bu nasıl fırsat eşitliği..” diye başlayıp saydırıyor.. Bütün imkânlar İstanbul’a yağdırıldı.. Yine de en fazla ağlayanlar onlar, diye bitiyor.. *** Oysa iki gün önce arkadaşımız Yılmaz Özdil’in köşesini okumuştum.. “Asıl bela alışılmışın dışına çıkmak..” mealindeydi.. “Cidde’ye kar yağsa, Moskova da kırk derece sıcak olsa..” deyip böyle bir durumda işlerin nasıl karışacağını anlatıyorda yazısında.. Bir iki gün sonra da bu haber.. Demek ki Star’ın haber merkezinde bunların ayağını kaydırmak isteyen birileri var.. Sabotaj yapıyorlar.. Bizim kışlarımız da Sibirya’nınki kadar ünlüdür.. 1853’te Anadolu’ya gelen İngiliz seyyah yüzbaşı Frederick Burnaby’nin yazdıkları okunsa, bu kış kıyamette iyi giderdi.. Bir köyde mahsur kalmış İngiliz yüzbaşı.. Öbür köye gidecek.. Ancak iki metre kar var.. Köyün efendisi olan Kürt ağası “Merak etme hallederiz..” demiş.. EN İYİ ASKER.. Nasıl halledecek? Ertesi sabah yol hazırlığını tamamlayan İngiliz yüzbaşı bakmış ki kar yerli yerinde duruyor.. Kaldığı evin kapısı önünde kendisini uğurlamaya gelenler var.. Bir kenarda da yirmi beş kadar atlı genç.. “Haydi yola!” denildiğinde atlılar ikişerli sıra ile kara saldırıp, hayvanların göğsü ile yolu açabildikleri kadar açıyorlar.. Ardından başka bir ikili atlı sıra geliyor.. Ardından bir sonraki çift.. Karı böyle böyle, nöbetleşe yara yara Frederick Burnaby’yi öbür köye kadar ulaştırıyorlar.. Aynı Frederick Burnaby atları ve uşağı ile birlikte Erzurum’a giderken yolda dört yüz kadar genç adamı sıralı şekilde yürürken görüyor.. Kırım harbi.. Ruslara savaş ilân edildi edilecek.. Köylerden silah altına alınan gençler şubelerine gidiyorlar.. Frederick Burnaby “Üstleri başları perişandı.. Çoğunun ayakları çıplaktı.. O çıplak ayakla daha dört gün yürüyeceklerdi..” diye tasvir ettiği manzaranın ardından şu yargıya varıyor.. “Erzurum’a sağ olarak ulaşamazlar..” Aynı adam, Erzurum’a atıyla zor bela ulaşıyor.. İki gün sonra yalın ayak, başı kabak yürüyerek gelen gençler şehre giriş yapıyorlar.. İngiliz yüzbaşı gözlerine inanamayıp seyahatnamesine şu notu düşüyor: “Dünyada bundan iyi asker yoktur..” Meraklısı için not: Frederick Burnaby / At Sırtında Anadolu 1876 / Merkez Kitaplar / 342 s. *** Seyyahların kaleminden kış hikâyeleri okumak keyifli.. Kimileri de yazıya döktükleri anılarında anlatır gördüğü şiddetli kışları.. Temsil yine Kırım Savaşı öncesi Anadolu’ya gelen ünlü Rus edebiyatçı Aleksandr Puşkin’in seyahatnamesi gibi.. Puşkin’in dedesi mi ne Arap.. Kanında Orta Doğu motifleri var.. Kalemi kadar maslahatıyla da ünlü.. Kim ölçüp biçmişse artık.. Edebiyat dünyasında Puşkin’inki gibisi yoktur diye anlatır meraklısı.. Metrik ölçü kulanmıyorum ki yiğitlerimiz komplekse girmesin.. Şu kadarını söyleyeyim.. Doğanın kendisine bahşettiği armağanın hakkını çok iyi vermiş, derler.. St. Petersburg aristokrasisinin yalancısıyım.. SİBİRYA KIŞLARI Kızak üzerinde yola çıkıp taaa Erzurum’a kadar gitmiş, ne gördüyse ne işlediyse onu yazmış.. Birinci Dünya Savaşı’nda Rusların batırdığı Mithatpaşa gemisi ile birlikte suyu boylayan Çarkçı Subayı Hasan Basri Efendi’nin anıları gibi.. Enver Paşa’nın hangi kafayla savaşı idare ettiğinin göstergesidir o anılar.. İçine savaş malzemesi yüklediğin gemiyi korumasız denize salıyorsun.. Ruslar da Zonguldak açıklarında gelip batırıyorlar.. Sahile on beş mil kala azgın dalgalar arasında bir ambar kapağına tutunup sağ kalabiliyor.. Rus torpidosu bunun gibi deinze saçılanları topluyor.. Hasan Basri Efendi’nin Yapı Kredi Bankası Yayınları’ndan çıkan “Bir Gemi Kâtibinin Esaret Anıları” adıyla basılan anıları bizi Karadeniz’den alıp taaa Sibirya’ya kadar götürüyor.. Trenle tam bir ayda ulaşıyorlar esir tutulacakları kamplara.. Hasan Basri Efendi, zorlu kış kadar Rusların o zaman sahip olduğu hayat standardına da şaşıyor.. Kaldığı kampın yakınlarından her gün on beş, yirmi lokomotifin arkasına taktığı katarlarla geçişini seyrediyor.. “Hani bunlar vahşiydi, barbardı?” diye soruyor.. Kimin yakın tarihinde bolca yalan yok ki? *** Derken kış geliyor.. Sıcaklık eksi otuz beşlere, kırklara, derken altmışlara düşüyor.. İçine devamlı odun atılan sobaya sıra ile sırtlarını dayayıp öyle ısınmaya çalışıyorlar.. En şikayet ettiği şey de odun darlığı.. “Bizim sobaya bir günde atılan odunla İstanbul’da mükellef bir konak bir ay idare ederdi, biz yine de ısınamıyorduk..” diye yazıyor.. Üç yıl Sibirya’da kalan Hasan Basri Efendi’nin anıları aniden kesildiği için memlekete dönüp dönemediğini bilemiyoruz.. Ama kış geri gelecek.. Hem de hiç aksatmadan.. Biz yine kış hikâyeleri söyleyeceğiz..
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.