1. HABERLER

  2. ERZURUM

  3. Haftanın panoraması
Haftanın panoraması

Haftanın panoraması

Geçen haftanın yoğunluğunu derleyen usta gazeteci Mehmet Şener ine çok konuşulacak yazıya imza attı.

A+A-

Erzurum Güncel-Vali Sebahattin Öztürk’ün Antalya’ya gideceği haberini dün Yenigün gazetesi vermişti. Dolayısıyla, öncelikle sevgili Musa Çakır yönetimindeki Yenigün yazı işlerini kutluyorum. İstihbarat doğru çıktı. Yenigün hepimize atlatmış oldu. Bu durumda biz de dün Yenigün’de olmayan bir haber verelim: Antalya Valisi Dr. Ahmet Altıparmak Erzurum Valisi oluyor. Böylelikle, Sebahattin Öztürk’le yer değiştirmiş olacaklar. Erzurum valisi Antalya’ya, Antalya valisi Erzurum’a… Sanki de “becayiş” yapıyorlar. Bir vali görev yaptığı il’de ne kadar başarılı olursa olsun, nihayetinde ya başka bir il’e atanıyor, ya da merkeze alınıyor. Yeni vali Ahmet Altıparmak, üç yıl önce Antalya’ya atanmış bir vali… Antalya’dan önce de Muğla valiliği yapmış. Malumunuz Antalya, Türkiye’nin en büyük turizm merkezlerinden biri. Erzurum ise, kış turizminde rüştünü ispatlama mücadelesinde, henüz emekleyen bir şehir. Yapılan atamaya bu cepheden bakınca, hükümet sanki yarınlara dönük bir planı icra etmeye başlıyor. Turizm alanında iki büyük merkezde görev yapmış bir önemli isim, turizmde yolun başındaki bir şehre atanıyorsa, bu karardan şöyle bir okuma çıkarabiliriz: Hükümet, 2011 nedeniyle çok büyük yatırımlar yaptığı Erzurum’un, kış sporları ve kış turizminde, dünya ölçeğinde bir şehir olması gerektiğine inanıyor. Bu uğurda ilk adımı da, turizm deneyimi fazla olan bir valiyi Erzurum’a atamakla atmış oluyor. Bu tespit, beraberinde hemen şu soruyu doğurur: “Peki bu durumda vali Sebahattin Öztürk, hükümetin hedefinin arkasına mı düşmüştü?” Hayır… Öyle olsaydı, yani turizmin üstesinden gelemeyen bir vali olsaydı, Antalya gibi bir merkeze atanır mıydı hiç? Bence hükümet bu atamayla, turizmde tecrübe sahibi olan bir valiyi (Sebahattin Öztürk), turizmin her alanında çok daha fazla tecrübe kazanmış bir vali (Ahmet Altıparmak) ile yer değiştiriyor. Erzurum, Sebahattin Bey’in ikinci valilik yeriydi. Antalya da Ahmet Bey’in ikinci valilik yeri… Sebahattin Öztürk Niğde’den sonra Erzurum’a gelmişti, Ahmet Altıparmak da Muğla’dan sonra Antalya’ya gitmiş. Şimdi her ikisi de üçüncü görev yerlerine gidecek. Bundan çıkarılacak bir başka sonuç ise, Öztürk’ün de, Altıparmak’ın da görevlerini layıkıyla ve başarıyla yerine getirdikleridir. Antalya, neredeyse bütün dünyanın tanıdığı ve yakından takip ettiği bir turizm merkezi olması hasebiyle, statükocu ve rutinin dışına çıkmayan bir vali tarafından yönetilemez. Erzurum ise, gerek kış turizmi yolunda merkez olmak için attığı adımlar, gerekse jeopolitik yapısı itibariyle asla “sıradan” bir valiye emanet edilemeyecek bir şehirdir. Şu gerçeği unutmamak gerekir: İnsani özellikleri iyi ve mesleki alanda başarılı bir vali elbette, gittiği her şehre artı değerler kazandırır, halkın güvenini ve sevgisini kazanır. Tıpkı Sebahattin Öztürk gibi… Fakat hiçbir vali ne denli yetenekli olursa olsun, asla “kurtarıcı” değildir. Erzurum gibi henüz gelişimini tamamlayamamış şehirlerdeki toplumsal psikoloji, valilere kurtarıcı rolü biçer. Oysa demokrasi geleneği yerleşmiş ülkelerde valiler birer orkestra şefleri gibidir. Antalya’daki meslektaşlarımız vali Ahmet Altıparmak’ı öve öve yere göğe sığdıramıyorlar. Biz aynı görüş ve duygularımızı vali Sebahattin Öztürk için dile getirdik. Meslektaşlarımızın cevapları şu oldu: “Çok iyi. Böylelikle başarılı bir valinin gitmesiyle burkulan yüreğimiz, yine başarılı bir valinin gelecek olmasıyla huzur bulacak.” Sebahattin Bey Niğde’den Erzurum’a geldiğinde nasıl ki, “Ey Erzurumlular ben bir kurtarıcı değilim” demiştiyse, muhtemelen Ahmet Bey de birkaç gün sonra aynı tavrı takınacaktır. Çünkü her ikisi de biliyor ki, bir şehirde dinamizm ve coşku olmazsa, valiler tek başına çok büyük işler yapamaz. Antalya’yı anlatmaya hacet yok. Erzurum ise adeta kozasından çıkmaya çalışan kelebek gibi uçmak istiyor. Beş on yıl öncesine kadar, “ört ki ölim” modunda iken başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, pek çok etken sayesinde şimdi uçmanın peşinde… Sebahattin Öztürk, Erzurum için bir şans ve değerdi. Hakkıyla değerlendirebildik dersek yanlış olur. Umarım hatalarımızdan ders çıkarır, aynı kırattaki Ahmet Bey’in bilgi ve tecrübesini şehrimiz adına pozitif enerjiye dönüştürebiliriz. ETSO’da “yeni oluşum”a sert tepki… Geçen hafta sonu ETSO seçimleri yapıldı. Türkiye’de bir örneğinin daha olabileceğini zannetmediğim bir sonuç çıktı: Lütfü Yücelik ve takım arkadaşları, seçime girdikleri 35 meslek grubunun 35’ni de kazanma başarısı gösterdi. Her şeyden önce bu başarının altını çizmek gerekir. Demek ki Yücelik ve arkadaşları, geçen bu sürede ETSO’da halkın güvenini, sevgisini ve beğenisini kazanmış. Aksi olsaydı, 35 grubun 35’inde de “tulum” çıkarmak mümkün olur muydu hiç… Diğer yandan ise, “değişim hareketi” olarak aylardan beri amansız bir mücadele veren Murat Resuloğlu-Mustafa Güvenli ikilisinin gerçekte kartondan aslan oldukları ortaya çıktı. Yahut da aylardan beridir birileri bu ikiliyi fena halde işletmişler. Yahu nasıl olurda aylardır kampanya yürüten bir oluşum, 35 meslek grubundan hiç olmazsa üç-beşinde başarı elde edemez? Trajediye bakar mısınız ne Resuloğlu, ne de Güvenli kendi gruplarında dahi ipi göğüsleyemediler. Bu tabloya bakarak bir sonuç çıkarıyorum: Demek ki Erzurum iş dünyası, ideolojilere ve izm’lere prim vermiyor. Prim vermiş olsaydı, bu “hezimet” yaşanır mıydı? Çünkü Murat kardeşim MHP adına olmasa bile MHP’li kimliği ile bu yarışa başlamıştı. Mustafa Bey ise, MÜSİAD’çı yanıyla biliniyordu ve bu yanıyla mücadele etti. Lütfü Yücelik kimdir peki? Yücelik, eski bir DYP’lidir. Yani merkez sağda siyaset yapmış bir isim… Lütfü Bey, aktif bir politikacı değil. Uyumlu kişiliği ve her kesimle olan güçlü iletişimi sayesinde, birilerinin gözünde “filanca kesimin adamı” yaftasına duçar kalmadı. Tamam; Ahmet Karadayı, Saim Özakalın ve daha nice “kurmay”ları var. Ama bu kurmaylar, Yücelik’in lokomotif özelliği olmasaydı, tek başlarına katarı yürütemezlerdi. Her alandaki statükoyu protesto eden bendeniz, ETSO’da da “değişim”in Erzurum’a “can suyu” olacağına inanmaktayım. Cumartesi günü akşam Lütfü Bey’le telefonda konuşurken bana, “Çok uğraştınız ama kazanamadınız” dedi. Haklıydı; muzaffer bir komutan edasıyla “kaşın üstünde kara var” diyen herkesi ötekileştirmiş. Korkarım ki bu tavır böyle devam ederse Lütfü Bey, putlaşma belirtisi gösteren nefsinin oyuncağı olur. Kuşkusuz ki seçim kazanmak her insanı mutlu eder. Ama her insan seçim kazandığı halde rakibinin boynuna sarılamaz. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük satranç ustası Kasparov, nihayetinde genç bir delikanlıya yenildi. Kasparov’un eşi o delikanlının yanına gidip, “senin adına üzgünüm” dedi. Bayan Kasparov’un bu tavrı ilk bakışta son derece kırıcı ve kabaydı. Ama hiç de öyle olmadığı şu sözle anlaşıldı: “Sen çok genç yaşta adeta nirvanaya ulaştın, makinaların bile yenemediği Kasparov’u yendin. Senin adına üzgünüm çünkü önünde artık bir hedef kalmadı.” Haklıydı… Bu sonuçla görmüş olduk ki Lütfü Bey, (arkadaşlar bağışlasın ama) adeta kartondan iki aslanı yenmekle, aslında hiçbir zaman final maçı oynamamış. 35-0, önemsiz midir? Olur mu öyle şey, tabii ki çok önemli… Ama ağır sıklet bir boksörün hafif sıklet bir boksörü nakavt etmesi ne kadar önemliyse, işte bu sonuç da o kadar önemli… Neyse bu vesileyle öğrenmiş olduk ki, kerameti kendinden menkul (En azından Erzurum ölçeğinde) MÜSİAD, bir balondan ibaretmiş. Baksanıza minnacık bir toplu iğne ile nasıl da güümmm diye patladı. O “balon”a ya çuvaldız batırılsaydı ne olurdu acaba? Hoş biz öyle olmadığını bilmesine biliyorduk da, birileri zannediyordu ki bu şehirde, falancalar ne isterse o tecelli eder. Öyle değilmiş işte… Sahip çıkılmazsa eğer Adli Tıp gitti gidecek Ankara’da hangi kamu kurumu var ise, mutlaka bölge müdürlüğü Erzurum’dadır. Çünkü Erzurum, bölgenin merkezidir ve öteden beri “üs” konumundadır. Bu, adli işlemler için de böyledir, yol yapımı için de… Spesifik bir mesele olduğu için mümkün ki herkes bilmeyebilir. Biz söyleyelim: Erzurum, yargı alanında bir “merkez” olmasına rağmen, ne yazık ki uzun yıllardır adli tıp noktasında uydu durumundaydı. Yani Trabzon’a bağlı(ydı) Bir yıl önce Erzurum’a bir başsavcı atandı. Erzurumlu değil ama “ben” diyen Erzurumlu’dan daha Erzurumlu bir yargı insanı… Baktı ki Erzurum “yargı üssü” ama yargıda kendisine bağlı olan bir ile bağımlı… Hikaye uzun, burada anlatmaya kalksak bu sütün yetmez. İşte o Erzurumlu olmayan Başsavcı Ramazan Apaçık mücadele etti, çabaladı ve sonunda Erzurum’a bir adli tıp kurulmasını sağladı. Sağolsun Sağlık eski Bakanı Recep Akdağ da kadro atamaları yaptı. Buraya kadar her şey normal… Normal, çünkü Atatürk Üniversitesi de eski Aziziye Hastanesi bünyesinde adli tıp’a yer tahsis etmişti. Sonra köprülerin altından çok sular geçti. Atatürk Üniversitesi, Aziziye Hastanesi’ni boşalttı, kampusteki yeni binasına taşındı. Taşınsın, bunda ne var? Diye hayıflanıyorsunuz ya, acele etmeyin çünkü o taşınma beraberinde adli tıp’ın geleceğini (Erzurum açısından) tehlikeye attı. Atatürk Üniversitesi, kendi çıkarını düşünerek (iyi de yapıyor) eski Aziziye Hastanesi’ni TOKİ’ye veriyor. TOKİ de, hem o yer, hem de Yoncalık’taki Eğitim Fükültesi’ne mukabil üniversiteye kampuste yeni fakülte binaları yapacak. Pekala diyebilirsiniz ki yapsın, ne mahsuru var? Haklısınız ama gözden kaçan gerçek şu: Şayet üniversite o yerin tamamını TOKİ’ye verirse, o alanda faaliyet gösteren ve daha henüz patologu atanmış olan adli tıp kapanma tehlikesi ile yüz yüze kalacak. Bu şu demektir: Erzurum’daki yargılamalarda adli tıp’a ihtiyaç duyulan davalarda Erzurum haftalarca hatta aylarca Trabzon’dan gelecek sonuca mahkum olacak. Oysa bu şehirde sırf bina yüzünden adli tıp kapatılmazsa, yargı hızlanacak ve insanlar haftalar boyunca beklemek zorunda kalmayacak. “Haberimiz yoktu, duymadık, bilmiyorduk” demesin diye kimse, (vekillerimiz) işte yazıyoruz. Atatürk Üniversitesi yardımcı olmazsa eğer sırf rant uğruna Erzurum hayati bir kurumunu kaybetmek üzere… Kimseden ekstra bir çaba beklemiyoruz. Sadece ve sadece Başsavcı Ramazan Bey’in gösterdiği çabanın yarısı olsun yeter. Adli tıp nedir veya önemi niye bu kadar büyük? diye soran dostlara bir cümle ile cevap vereyim: Adli tıp şudur: Farz-ı muhal bir yakınınız şüpheli bir şekilde öldü. Siz eceliyle mi öldü, yoksa öldürüldü mü diye haklı olarak merak ediyorsunuz. Adli tıp işte o merakınıza cevap veriyor. Erzurum’da olsa en geç 24 saat içinde cevap verecek, Trabzon’da olursa günleri saymak zorundasınız. Bunu şunun için yazıyorum: Ankara’da Erzurum adına tam altı milletvekili var. Biri MHP mensubu altı vekil… “Efendim, biz duymadık, bilmiyorduk” demesin diye kimse, şimdiden ilan ediyoruz: Savcı Ramazan Bey’in sesine hatta feryadına kulak vermez iseniz eğer Erzurum Adli Tıp kurumu uçmak üzere… Buradan Atatürk Üniversitesi’nin çok muhterem rektörüne yani pek değerli Hikmet Hoca’mıza sesleniyoruz: Hocam ne yaparsanız yapın, ama bırakın adli tıp orada vazifesine devam etsin. TOKİ’ye vereceğiniz arazi içerisinde, misal yüz dönüm ile 95 dönüm arasında çok ciddi bir fark yoktur. Muhterem Hikmet Hocam, biliyorum ki siz şunu demezsiniz: “Bana ne kardeşim, adli tıp kapanacaksa kapansın” O halde değerli Hocam başsavcı Ramazan Apaçık’ın sesine daha doğrusu feryadına bi kulak verin. Hikaye ise zaten boş verin, yok Ramazan Apaçık bu şehrin yarınları adına haykırıyorsa durup kulak kesilin. Çünkü Erzurum sadece üniversiteden ibaret değil. Vali Sebahattin Bey’in tayini çıktı, Antalya’ya gidiyor. Ama “benden sonrası Tufan” diyecek bir yönetici değil. Şu halde bekliyoruz: Erzurum Adli Tıp, sırf yersizlikten ötürü kapatılmasın. Hepimiz en az Ramazan Bey kadar kendimizi mesul hissetmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.