İstanbul'daki Erzurum...
Merhum Necip Fazıl, İstanbul'u anlatırken adeta lafı uzatmaya gerek yok, İstanbul demek şudur demiş: "Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar. Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar." Hakikaten öyle midir bilinmez. Ancak kesin olan şu ki, bu İstanbul denen memleket tıpkı bir mıknatıs gibi, tuttuğunu kolay kolay bırakmıyor bir daha... Öncesi bir yana, son yirmi yıldan beri izliyorum, anlamaya çalışıyorum. Kaç tanıdığım dost, İstanbul'a göç ettiyse hiç biri bir daha ne geri dönmeyi düşündü, ne de İstanbul'a sövüp saydı. Nasıl ki büyük şair Yahya Kemal, "Sessiz gemi" şiirinde, "Her biri memnun ki yerinden, çok seneler geçti dönen yok seferinden" demiştiyse, Erzurum'dan İstanbul'a gidenler için de bu geçerli... Gidenlerin hepsi memnun... Bu tespite, bizzat yerinde gözlem yaparak ulaşıyoruz. Misal; bu hafta başında Maltepe Erzurumlular Vakfı'nın, "kurtuluş gecesi"ne davetliydik. Orada, senelerdir görmediğimiz dostlarımızı, akrabalarımızı gördük. Hepsinin de yüreğinde sıla özlemi, memleket sevdası vardı ama hepsi de yaşadığı şehirden memnundu, mutluydu. Birileri, Süha Dengizek ve yönetimine haksızlık ediyor. Yok efendim gece tam bir AK Parti şovuna dönüşmüş, yok siyaset yapılmış da... Yalan ve yanlış... Hiç de öyle değildi. O gecenin başlıca mimarı, Süha Dengizek ve o organizasyonda görünmeyen nice isimsiz kahramanlardı. Adam gibi bir gece olması için olağanüstü bir çaba harcadılar ve nitekim ayakta alkışlanacak bir gece de yaptılar. Erzurum oradaydı, Erzurumluluk ruhu oradaydı. Kimse ne siyaset yaptı, ne de parti propagandası... Efkan Alâ, o edebi kişiliğinin de verdiği naiflikle, sadece Erzurum'u anlattı, Erzurumluluğun erdemlerinden bahsetti. Nef'i'yi, Emrah'ı, Sümmani'yi, Reyhani'yi, Alvar İmamı'nı, Abdurrahmangazi'yi anlatmak şayet siyasi propaganda sayılırsa evet Efkan Alâ o propagandayı yaptı. Hem de on numara bir üslupla... İdris Güllüce de farklı değildi. O da çok okuyan bir insan birikimi ile öyle anlamlı mesajlar verdi ki, bu şehrin bir evladı olarak bizi gururlandırdı. Demek ki, memleketimiz geçmişte olduğu gibi bugün de çok değerli insanları yetiştirebiliyor, demenizi sağladı. İbrahim Erkal, zaten başlı başına bir fenomen... Hakiki anlamda bir sanatkâr, iyi bir müzisyen ve yiğit bir Dadaş... Keza Cumhur Seval ve Semih Yetimoğlu kardeşimiz. Bu kardeşlerimiz tiyatroda artık marka isimler. Yereli, ulusalla cem etmeyi başarmış birer usta kimseler... Ya Lütfü Ortakale... Sanatının zirvesinde usta bir sanatkâr... Aynı şekilde genç sanatçımız İsmail Bingöl... O ne güzel türküler okudu, seyirciyle ne güzel temas kurdu. Hepsi iyiydi, sunucularından sanatçısına kadar... İstanbul'un güvenliğinin emanet edildiği, zor zamanda zorun üstesinden gelmeyi başaran kıymetli hemşerimiz ve güzel insan Selami Altınok? Kaymakamlarımız Necip Çakmak, Zafer Orhan, Ömer Karaman, Halk Bankası Genel Müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu, bürokratlarımız, işadamlarımız ve de hepsinin yüreğinde Palandöken kadar sevgi olan hemşerilerimiz... Güzel olmayan kimse yoktu. O gece orada riyadan, pazarlıktan ve hesaptan arınmış bir Erzurum vardı. Ahmet Ağırman, her hakiki Dadaş gibi öyle bir Erzurum tasviri yaptı ki, onu dinlerken sahnede arka planı olmayan cesur bir Erzurumlu görüyordunuz. Kimse kimseye efendilik taslamadı, kimse kimseye rol kesmedi. Süha Dengizek, Cemal Şengel, Ali Demirhan ve daha isimlerini sayamadığımız onlarca vakıf yöneticisi... Hepsi de o kadar samimiydi ve öylesine içtendiler ki, senelerdir hasret kaldığımız bir geceye imza attılar. Hepsini de tek tek kutluyoruz. Siyaset yapma dedikleri bu ise, keşke başkaları da aynısını yapsa... Ne güzel olur işte, Erzurum her yerde yaşar ve yaşatılır. Maltepe Erzurumlular Vakfı bu işi çözmüş... İyi bir gece yapmak istiyorsan eğer, önce o işe yüreğini, sevgini ve samimiyetini koyacaksın. Süha Dengizek ve ekibi bunu fazlasıyla yapmıştı. Pazar günü İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi'nde, öyle bir Erzurum vardı ki, kıskandım, gıpta ile seyrettim. Kendi kendime sorup duruyorum: O Erzurum, bu Erzurum'da niye yok? Erzurum ruhu mu bizi terkediyor, biz mi Erzurum ruhuna yabancılaşıyoruz? Bu nasıl bir garabettir böyle? Bakar mısınız, hep uzaktaki Erzurum'u seviyoruz ve uzaktaki Erzurum kültürüne ağıtlar yakıyoruz... Ne oldu bize böyle, niye bir türlü kendimize gelemiyoruz? Gelin yeniden el ele verelim ve yeniden omuz omuza olalım. Şöyle adam akıllı bir silkinelim ve kendimize gelelim: Görmüyor musunuz? Yaşadığımız Erzurum bize yabancı, biz ona garibiz... Çanakkale Zaferi olmasaydı, bu millet Milli Mücadele'de yeniden kendi küllerinden doğamazdı. Erzurum da artık Anka kuşu gibi yeniden kendi küllerinden doğmalıdır. Sanki, tam da Bahtiyar Vahapzade'nin dediği gibi "zulme gebe kalan geceler"in arifesindeyiz ve sanki yeniden doğacağız. Buna ihtiyacımız var. Üstelik ekmek, su ve hava kadar muhtacız... Haydi Erzurum artık ayağa kalk. Seni uzaklarda değil, seni, senin o kahramanlık abidesi sinende sevmek istiyoruz. Kaldı ki uzaklarda bile o kadar güzelsin ve o kadar sevgi dolusun ki, ey belde-i tayyibem, seni sevmeye doyamıyorum... İstanbul'da da sana aşığım, Erzurum'da da... Ne olur bir tanem, sen de beni sev...
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.