Kuduz
Hafızam beni yanıltmıyorsa eğer 80'li yıllardı. başrollerinde Tarık Akan ve Necla Nazır'ın oynadığı, enfes bir filmdi. Kuduz bir köpek tarafından ısırılan çocuğun, tedavi için köyden şehre götürülüş hikâyesini anlatırdı. Saatle, hatta dakikalarla yarış yapılıyordu. Çocuk zamanında hastaneye yetiştirilemezse ne yazık ki "kudurarak" ölecekti. Usta oyuncu Tarık Akan, o çocuğun babasıydı ve müthiş oyunculuğuyla köyden kente gidiş serüvenini anlatıyordu. "Çocuk su görür de korkarsa anlayın ki kuduz olmuştur ve çaresi artık yok gibidir" Kasabadaki doktor aynen böyle demişti. Film de zaten bundan sonra başlıyordu. İnternette bulabilirsiniz; gerçekten de müthiş bir filmdi. Bu filmi durup dururken hatırlamadım elbette... Dün gazetelerde haber vardı: Erzurum'un Köprüköy ilçesinde yaşayan 8 yaşındaki Kadir Karasal, kuduzdan öldü! Haberin ana teması buydu. Ancak arka plan müthiş bir trajedi saklıyordu. O da şuydu: Kadir Karasal, 45 gün önce evlerinin önünde bir köpek tarafından ısırılıyor. Kadir'in anne-babası da hemen çocuklarını kaptıkları gibi önce ilçe hastanesine ardından da Erzurum'daki devlet hastanesine yetiştiriyorlar. Isıran köpek ya kuduzsa diye... Her iki hastanede de hiç bir doktor Kadir'in saldırgan bir köpek tarafından ısırılmış olmasını, dolaysıyla da muhtemel kuduz tehlikesinin önemini kavrayamıyor! İlçedeki ağrı kesici yapıyor, ildeki de köpeğin ısırdığı yere dikiş atıyor. "Haydi alın götürün korkulacak bir durum yok" Hikâye hayli uzun, ben kısadan gidiyorum. Aile, "madem çocuğumuzda kuduz tehlikesi yok" diyerek, İstanbul'da yakınlarını ziyarete gidiyor. Fakat ne var ki Kadir İstanbul'da yeniden rahatsızlanıyor. Bu kez de İstanbul'da bir kamu hastanesine götürüyorlar. Yine ne yazık ki o kamu hastanesindeki doktorlar da tıpkı Erzurum'daki meslektaşlarının yaptığı gibi adeta başlarından savuşturuyorlar. "Bir şeyi yok, geçer" Ama geçmemiş. Kadir bir kaç gün içinde yeniden ciddi biçimde hastalanınca aile, bu kez başka bir hastaneye götürüyor çocuklarını... Ve işte o hastane de acı gerçekle yüzleşiyorlar: Kadir, maalesef kuduzdur. Derhal karantinaya alınmalıdır. Kadir'i yatırıyorlar, tedaviye başlıyorlar ama artık çok geçtir. Kadir, bir iki gün içinde yattığı o hastanede ölüyor. Aile, "çocuğumuzun katili köpek değil doktorlardır" diyor! Haydi siz söyleyin yalan mı? Bence de aile haklı... Köy yerinde bir çocuk köpek tarafından yüzünden ısırılıyor ama doktorlar dikiş atıp evine gönderiyor. Yahu birader bu iş bu kadar ucuz mu? Tedbir olarak bir kuduz aşısı yapılmaz mı? Amerikalı bir gazeteci, "Türkiye'de insan hayatının önemi aspirinden daha kıymetli değil" demişti. Avrupalı bir meslektaşımız da, "insanlar Avrupa'da tesadüfen ölüyor, Türkiye'de ise tesadüfen yaşıyor" gibi can yakıcı bir önyargıda bulunmuştu. Şimdi size soruyorum bu ecnebi gazeteciler haksız mı? Kadir'i kuduz bir köpek ısırıyor... Hastaneler, muhtemel kuduz vakası olarak görmek yerine, önce ağrı kesici yapıyorlar sonra da yarasına bir dikiş atıp evine gönderiyorlar! Ölürse ölsün! Nasılsa bu ülkede insan hayatı Aspirinden daha kıymetli değil ya! Ya da yaşarsa ne ala ne güzel... Demek ki iyi bir tesadüf! Biz yazdık. Ama biliyoruz ki Kadir'in hikâyesi bu ülkede ses getirmeyecek. Ne Sağlık Bakanlığı ne de başka ilgili bir birim olayın üzerine gitmeyecek. Çünkü bu ülkede babasının kesesinden giden nice Kadir'ler var. Peki madem böyle, siz niye yazıyorsunuz diye soracak olursanız söyleyelim: Bu acıklı durum hepimizin başına gelebilir. İlla da köyde yaşıyor olmamız gerekmez. Baksanıza şehir bile köpekten geçilmiyor. Allah korusun o la ki sizi veya çocuğunuzu bir köpek ısıracak olursa, siz siz olun, devlet hastanesinin doktorlarının ağrı kesicisine ve attıkları dikişe razı olmayın. Çünkü onların ağrı kesici verip gönderdikleri Kadir, kuduzdan öldü. Tabii ki onların umurunda değil ama bu ülkede şu kadar hengâme içinde ola ki birileri ilgilenir diye not düşüyoruz: Erzurumlu köylü bir ailenin 8 yaşındaki oğulları Kadir, bu çağda kuduzdan öldü. Nerede mi? Evet o da çok ilginç... Tekman'da ya da Köprüköy'de değil... Hani her fırsatta övündüğümüz şu İstanbul'da. Üçüncü havalimanımız, kanal projemiz, tüp geçitlerimiz ve birer utanç abidesi gibi yükselen şu pislik gökdelenlerin olduğu İstanbul... "Kadir'ler kudurarak ölsün ki İstanbul para tapınağı olsun... Neyse... Dediğim gibi Kadir'in bu hikâyesi Ankara'nın dahi umurunda olmayacak. Çünkü Kadir'in arkasında ideolojik bir medya ordusu yok. Kadir'ler zaten ölmeli! İster kudurarak, ister inşaattan düşerek... Madende de ölebilirler, servis minibüsünde de! Yaşamaları kendi ellerinde değil ama ölmekte serbestler! Onlar ölecek ki, milletin avradına küfreden şerefsizlerin ciroları katlansın... Kadir'ler ölecek ki... Konuşturmayın artık beni.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.