Mart’ta sonuç değişir mi?
Hiç şüphe yok ki partiler açısından her seçim önemlidir. Ancak görünen şu ki önümüzdeki mart ayında yapılacak olan yerel seçim, çok daha çekişmeli geçecek ve belki de geleceğin siyasi aktörlerini belirleyecek bir zemin oluşturacak. Her ne kadar AK Parti Gezi protestosu nedeniyle seçim startını erkene çektiyse de aslında sürecin son derece ateşli geçeceği aylar öncesinden belliydi. Çünkü Türkiye artık yeni bir döneme kapı aralıyor. Demirel demişti ya, “Dünün güneşi ile bugünkü çamaşır kurutulamaz” diye… Siyaset arenası da artık yarınları şekillendirecek yeni oyuncular çıkarmak zorunda… Özellikle de muhalefet. 2002 yılından buyana Türkiye iki yerel, iki genel seçim ve bir de referandum yaşadı. Referandum da bir nevi seçim olduğuna göre, demek ki on iki yıl içerisinde beş seçim görmüşüz. Bu seçimlerin sonucuna baktığınızda, AK Parti hep en önde çıkmayı başarmış ve bununla da yetinmeyerek her seçimde oy’unu artırmış. Muhalefet ise, bir önceki pozisyonunu korumayı olağanüstü bir başarı kabul ettiğinden, iktidara gelme ihtimaline dair plan bile yapmadı. Bu durum, Türkiye’de zayıf muhalefet, güçlü iktidar olgusunu öylesine pekiştirdi ki, sonunda uluslararası merkezler örgütsüz halk muhalefeti çıkarma denemesi dahi yaptı. Mart seçimlerine kadar Türkiye’yi başka hangi sürprizlerin beklediğini bilemeyiz, ancak kesin olan şudur ki, on iki yıldan beri devam eden algı değişmeyecek. Yani: AK Parti uzak ara önde… Peki AK Parti bu uzak ara önde olmayı kamil anlamda hakkediyor mu? Toptancı olmayalım… Elbette ki pek çok alanda son derece başarılı oldu. Misal; Ulaşım, eğitim, enerji, ekonomi, sağlık, istihdam, terör sorununun çözümü ve kamuda yeniden yapılanma gibi… Fakat duvara tosladığı sahalar da var: Tarım, dış politika, yargı, Kıbrıs sorunu, demokrasi reformu ve AB ilişkileri. Son olaylar yüzde yüz dış kaynaklı olmuş olsa bile şayet Türkiye’de güçlü bir muhalefet olsaydı, o merkezler Türkiye’de bu kadar kolayca kaos yaratabilirler miydi? Lafı fazla uzatmaya lüzum yok. AK Parti’nin önümüzdeki yerel seçimde de, neden galip olacağını size Erzurum özelinde bir örnekle anlatmaya çalışalım. Geçtiğimiz hafta şehrimiz iki büyük mitinge sahne oldu. İlki MHP, ikincisi AK Parti mitingiydi. Hayır… Hangi partinin mitingi daha kalabalıktı, hangisi zayıftı ona girmeyeceğim. Geçenlerde yazmıştık o meseleyi… Dikkatinize sunmaya çalışacağım husus şudur: MHP mitingi cumartesi günü yapıldı, MHP tabanı günler öncesinden bu mitinge gayet iyi hazırlandı ve son derece de başarılı bir miting organize etti. O halde sorun nedir, diyorsunuz değil mi? Sorun, Bahçeli’nin tutumunda… Devlet Bey Erzurum’a geldi, havaalanından doğruca istirahat edeceği otele gitti. Ne yol boyunca kimseyle temas etti, ne de otelde kaldığı sürece şehrin dinamikleriyle bir araya geldi. Bir saat gecikmeli olarak mitinge geldi, konuştu ve yine aynı tarzla çıkıp gitti. Ertesi gün ise, Başbakan Erdoğan geldi. O’nun için de olağanüstü bir hazırlık yapıldı. Hatta AK Parti’nin iktidar gücü bu hazırlıklarda ciddi üstünlük de sağladı. Fakat bu iktidar üstünlüğünden çok daha anlamlı bir durum vardı ortada… O da, Tayyip Bey’in o birkaç saatlik Erzurum gezisinde, binlerce insana dokunması, farklı kesimlerden kişilerle baş başa görüşmesi, miting öncesi ve sonrası yolda durup vatandaşlarla diyalog kurması ve nihayetinde de Kırkıncı Hoca’yı ziyaret etmesi… Oysa AK Parti Erzurum’da zaten birinci parti ve zaten en yakın rakibi MHP’den çok daha ileride… Buna rağmen Erdoğan, “Erzurum elde bir” demiyor. Bu örnek Türkiye’nin onlarca şehri için de geçerlidir. Muhalefetin göremediği ya da gördüğü halde bir türlü gereğini yerine getiremedi husus bu işte… Halka dokunmak, halktan yana olmak ve halk gibi davranmak… Sonuç olarak, siyasi dinamikler yeni aktörler çıkaramaz ve muhalefet de ezber bozacak yeni açılımlar sunamaz ise, Türkiye birkaç seçim daha AK Parti’li yıllar yaşayacak.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.