Sorun Mehmet Sekmen değil,yok sayılan iradedir...
Hep denir ya, “bugünü anlayabilmek için dünü çok iyi bilmek gerekir” diye… Gerçekten de öyle… Biz birkaç gün önce bugünkü Erzurum’a dair “maraba şehrin mukadderatı” başlığını atmıştık. O yazıyı okuyanlar, kimlere ve niçin “maraba” dediğimizi elbette biliyorlar. Sorun şu ki, marabalar maraba olduklarını bir türlü göremedikleri için podyum, “esas oğlan kılıklı” uvertürlerden geçilmiyor. Birkaç gün önce Ankara’daydım. Malumunuz Ankara şu sıralar “siyasetin kıblesi” sadedinde! İkbal veren de ora, zillete düşüren de! Aday olma hayaliyle yola çıkan ne kadar siyaset heveskârı varsa, Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya koşmuşlardı. Tıpkı Halide Edip Adıvar’ın, “ateşe koşan kelebekler gibi” demesine benziyor. Ankara, bugünlerde başkent olmaktan çok daha fazla bi şey… Başınızı hangi yana çevirseniz çevirin karşınıza mutlaka üzerine lacileri çekmiş aday adayı görüyorsunuz. Kimi umutsuzca bir o tarafa bir bu tarafa koşup duruyor, eşiğine yüz sürüneceği bir himmet kapısı arıyor. Kimi mağrur ve kendinden emin. Kimi ise, sanki kafesteki küçük bir kuş gibi kalp çarpıntısına tutulmuş; “ya olmazsa” endişesiyle, ramak kalıyor ki küt diye gidecek. Ortada kuralları olmayan bir yarış var! Kaybeden neden kaybettiğini, kazanan da nasıl kazandığını bilmiyor. Bir hengame ki sormayın gitsin. Kasaplar et derdine, koyunlar can derdine düşmüş. Adam, “ben aday olayım da gerisinden bana ne” derken, başkaları da son günlerde giderek tırmanan AK Parti-cemaat kavgasının doğuracağı sonucu düşünüyor. Bir kenarda durup sessizce izlemeye çalıştım. Gördüm ki aslında Ankara içten içe kaynayan volkan gibi… Patladı patlayacak. -Peki Ankara’daki Erzurum cephesi ne âlemde? Madem sordunuz anlatalım; yoksa “ne siz sorun ne ben anlatayım” diyecektim. Manzaranın bir cümlelik özeti şudur: AK Parti’nin müstakbel ve de muktedir adayı Mehmet Sekmen, kabul görmüş. İlk anda esen o rüzgârın yerini meltem almış. Başkente öbek öbek konuşlanmış olan kimi aziz hemşerilerimiz, “yeni başkan”a biat etmek ve denk düşürebilirlerse elini öpmek için o kapı senin bu kapı benim koşturup duruyor! Meclis üyeliği peşinde koşan da var, belediyeden daire başkanlığı kapmanın hesabı içinde olan da… (Gerçi Ahmet Küçükler giderayak münhal kadrolara atama yaptı ama birileri bir umut işte o doldurulan kadrolar, olmadı yardımcılıklar için şimdiden kuyruğa girmiş.) Mehmet Sekmen ne düşünür, bu olup bitenleri nasıl yorumlar bilmiyoruz ama görünen o ki daha Erzurum’a gelmeden aziz hemşerilerini tanımış olacak. Dedik ya bugünü anlayabilmek için dünü bilmek gerekir diye… İşte bugünkü Erzurum ortada, ya eski Erzurum? Sanırım yine anlatmıştım fakat bugüne cuk diye oturması hasebiyle yaşanmış gerçek bir hikâyeyi yeniden nakletmek istiyorum. Rahmetli Atatürk Erzurum’u ziyaret edecektir. Şehrin yöneticileri ne gerekiyorsa yapmış ve Gazi’yi karşılamak için İstanbulkapı’da tören alanında toplanmış. Herkes heyecanlı ve sevinçlidir; öyle ya gelen koskoca Atatürk’tür. Her şeyin kusursuz olması amaçlanmış. Bir ara Vali Bey, etrafına şöyle bir bakındıktan sonra, belediye başkanına seslenmiş. “Yahu” demiş. “Reis Bey, gelecek olan Atatürk, sanki bu karşılama yeri olmadı, şehrin dışına mı çıksak acaba?” Reis Bey bakmış ki İstanbulkapı Vali Bey’in içine sinmedi. Adamlarına talimat vermiş; “tören alanını sökün Ilıca’da kuralım” Vali mutlu olmuş. Hay hengame derken aynı tören alanı bu kez Ilıca’da kurulmuş. Fakat yine bir sorun var. Vali Hazretleri yine etrafına bakınıyor ve mimikleriyle Ilıca’nın da içine sinmediğini anlatıyor. Bu kez Reis Bey, yaklaşıp sormuş: “Vali Hazretleri bu da mı olmadı; sanki huzursuzsunuz.” Vali, “Mirim olmadı, burası da çok yakın; derim ki Aşkale’de karşılayalım” Hay hay… Vali böyle buyurur da zevat itiraz mı eder… Tak’lar, halılar, kürsüler yeniden sökülüp Aşkale’ye gidilmiş. İşçiler, askerler tören yeri söküp, tören yeri kurmaktan bitap düşmüşler. Gazi Hazretleri de bi türlü gelmek bilmiyor. Reis, Küçük Kazım, yani Kazım Yurdalan; bakmış ki Vali Bey’in gözlerinde yine bir endişe var. “Aşkale de yakın” der gibi sağa sola bakınıyor. Bu kez Reis Bey herkesin duyacağı bir şekilde adamlarına seslenmiş: “Tören alanını sökün Erzincan sınırına gidiyoruz. Nasılsa riyakârlığın menzili yok.” Aşkale’den Erzincan sınırına gidilip gidilmediğine dair bir bilgi yok. Ama Küçük Kazım’ın o sözü o gün bugündür darbımesel gibi, tam da böylesi durumlar için tekrarlanıp durulur. Riyakârlık, zaman ve mekân tanımayan evrensel bir olgu olduğundan, dün de vardı, bugün de var, yarın da olacak… Bugünkü Erzurum’u “maraba”ya benzetiyoruz da acaba dünkü halimiz neydi diye hiç merak edip geriye bakıyor muyuz? Şayet tayyare olmasaydı siz zannediyor muydunuz ki, Mehmet Sekmen de Erzincan sınırında saf saf dizilmiş aziz Erzurumlular tarafından coşkuyla karşılanmayacak… Bazı dostlar diyor ki, “Sayın Şener, Mehmet Sekmen çok başarılı ve iyi bir insandır” Sanki biz aksini söyledik. Yahu birader, bizim adamın şahsıyla, geçmişiyle bir alıp veremediğimiz yok ki… Biz “yeseniz de bu, yemeseniz de” dayatmasına itiraz ettik, ediyoruz. Ve tabii ki, “öldü eski kral, yaşasın yeni kral” şakşakçılarına da bir çift lafımız oluyor. On yıldan beri söyleye söyleye artık dilimde tüy bitti. Ben diyordum ki, “bu şehir belediyecilik noktasında çuvalladı ve duvara tosladı, İyi yönetilemedik” Bugün önümüze yeni bir fırsat çıkmak üzere… Lakin azizim bu şehrin iradesi yok mu? Nerede görülmüştür memur atanır gibi belediye başkanı atandığı… Mesele isim değil ki…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.